Cebriyye Mezhebi


Cebriye mezhebine göre, iyi ve kötü doğrudan doğruya Allah’tan gelir; olayların ortaya çıkışı ve meydana gelişi, in­sanın iradesine bağlı değildir, zira her şey Allah tarafından önceden, değişmezcesine belirlenmiştir.Kulun iradesi yoktur.

İnsanların bir işi, bir eylemi yapıp yapma­makta özgür olduğunu kabul eden ve dolayı­sıyla insanların yaptıklarından sorumlu ol­dukları fikrini savunan Kaderiye mezhebinin karşısında yer alırlar.

Bu görüşün kurucusu kabul edilen Cehm bin Safvân, Allah'ın kelâmının hâdis (yaratılmış) olduğunu ilk olarak öne süren ve çok itikadî esası inkâr ettiği için öldürülen Ca'd bin Dirhem'in öğrencisiydi. Uzun süre kâtiplik yapmış, kendi görüşlerini yaymaya çalıştığı için 741 yılın da öldürülmüştür.

Cebriyenin belli başlı kelami görüşleri;

1-İman Allahı bilmek, küfür ise onu bilmemektir, buna göre iman, ilim ve marifetten ibarettir, kalp ile tasdik etmeye gerek yoktur.
( ibni hazm bu görüşü  şöyle eleştirmiştir: “Eğer iman bilmek olsaydı Allah'ı bilen Şeytan'ın da iman etmiş sayılmalıdır.”)
2- Allahın zati sıfatlarından başka sıfatları yoktur, kuranda adı geçen semi, basar gibi sıfatları gerçekte zahir değildirler , bu yüzden onlar te’vil edilip yorumlanırlar. Allahı yarattıklarının sıfatıyla nitelemek doğru değildir.
3- Allah´ın kelâmı kadîm (Başlangıcı olmayan, ezelî) değil, hadistir. (Sonradan meydana gelmiştir.) . Bu yüzden kuranı kerim mahluktur, yani yaratılmıştır.
4- Allahın ilmide ezeli değildir, hadistir. Bu yüzden Allah bir şeyi meydana gelmesinden önce bilmez.
5- Cennet ve cehennem geçicidir ebedi değildir. Çünkü hiçbir şey ebedi olarak kalmayacaktır, kuranı kerimde bazı ayetlerde geçen ebedilikten maksat uzun süre kalmaktır.
6- Ahirette Allahı görmek, mümkün değildir,
7- Kabir azabı yoktur.
8- Ahirette şefaat söz konusu değildir,


Cebriyyeye yapılan eleştiriler:

Elimizde «Murtaza» adlı âlimin «el-Münyetu vel-Emel» adlı ese­rinde zikrettiği, Emevilerin ilk dönemlerinde yaşayan iki büyük âli­min iki mektubu bulunmaktadır. Mektuplardan biri, Abdullah b. Abbas´a aittir. Abdullah bu mektubunda-, Şam´da bulunan Cebrîyecilere sesleniyor ve onları bu gibi sözleri söylemekten men ediyor ve şöyle diyor: «İnsanlara takvayı mı emrediyorsunuz Halbuki takva sahipleri, sizin bu görüşlerinizle yoldan salmıştır. İnsanları kötü­lükten sakındırmak mı istiyorsunuz Halbuki isyankârlar, sizin bu görüşlerinizle ortaya çıkmışlardır. Ey, geçmiş münafıkların çocuk­ları, zalimlerin yardımcıları ve fâsıklarm mescitlerinin bekçileri! İçinizden Allah´a iftira eden, suçlarını O´na yükleyen ve yaptıklarını O´na nisbet edenden başka kimse çıkmaz mı »

İkinci mektup ise, Hasan´ı Basri (R.A.) tarafından, Basra´da Ceb­riye mezhebinin görüşlerini benimseyen bir kısım insanlara yazıl­mıştır. Mektupta şunlar yazılıdır. «Kim, Allah´a, kaza ve kaderine iman etmezse, o kişi küfre girmiştir. Kim, kendi günahını rabbine yüklerse, o da kâfir olmuştur. Allah Tealâ, kendisine zorla itaat edi­len veya zorla isyan edilen değildir. Çünkü Allah, kullarına verdiği şeylerin gerçek sahibidir. Kullarının gücünü yettirdiği şeylere ken­disi daha kaadirdir. Eğer kullar O´na itaat ederlerse, yaptıklarına ma­ni olmaz. Şayet isyan ederlerse, dilerse yaptıklarına mâni olur. Eğer birşey yapmamışlarsa, onları birşey yapmamaya O zorlamış değildir. Eğer, Allah yarattıklarını itaat etmeye zorlamış olsaydı, onlardan se­vabı kaldırırdı. Şayet onları günah işlemeye zorlamış olsaydı, onlar­dan cezayı düşürürdü. Eğer, onları başıboş bırakmış olsaydı, (hâşâ) kudretinde eksiklik olması icabederdi. Fakat, Allah Tealâ´nın, ya­rattıklarından gizli tuttuğu bir sırrı vardır. Eğer, kulları itaat eder­lerse bu, Allah´ın kullarına bir lütfudur.

Hasan-ı Basri´den rivayet edilmektedir ki, Parslardan bir adam, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´e geldi ve şöyle dedi: «Farsların, kız­larıyla ve kızkardeşleriyle evlendiklerini gördüm. Onlara «niçin böy­le yapıyorsunuz » dendiğinde onlar, «Bu, Allah´ın kaza ve kaderi­dir.» diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöy­le buyurdu : «Her ümmetin «mecusî» olanları vardır. Benim ümme­timin mecusîleri de «kader yoktur» diyenlerdir. Eğer hasta olurlar­sa, onları ziyaret etmeyin. Ölürlerse, onlara şahadette bulunmayın.»
Eğer, kulun cebir altında bulunduğu kabul edilirse, bütün ila­hi nizamlar hükümsüz olur, emir ve yasakların mânâsı kalmaz, dolayısiyle ceza ve mükâfat diye birşey de söz konusu olmaz.

Ayetlerle reddiye:

Ayet-i kerîmede: 
«... Halbuki onlar, o sihri satın alan kim­senin, âhiretten bir nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı...»
«Al­lah´ın, kullarından dilediğine iütfundan birşey indirmesini kıskana­rak, O´nuiı indirdiklerini inkâr etmekle, kendilerini, karşılığında sat­tıkları şey, ne kötüdür!..»
«Ey kitap ehli, gözünüz gördüğü haîde, Allah´ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsu­nuz » 
«Ey kitap ehli, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hak­kı gizliyorsunuz » 
«...Ey kitap ehli, niçin iman edeni Allah´ın yolundan men ediyorsunuz Hak olduğuna şahitken, o yolu eğri göstermeye çalışıyorsunuz.»