MEZHEPLERE GÖRE ibadetler



ORUCUN KEFFARETİ VE MEZHEP FARKLARI
Oruç kefaretine dayanak gösterilen olay:
Peygamberimiz zamanında cereyan eden ve oruç kefâretinin gerekçesi Ebu hureyreden nakledilen olay şudur:

Bir adam "Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gündüzünde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz;

- Köle âzat etme imkânın var mı?
- Hayır, yok.
- Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?
- Hayır. Bu iş de zaten sabredemediğim için başıma geldi.
- Altmış fakiri doyuracak malî imkânın var mı ?
- Hayır.

Bu sırada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam "Bizden daha muhtaç kimse mi var?" deyince Peygamberimiz gülümseyerek "Al git, bunları ailene yedir" diyerek adamı gönderdi (Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Savm”, 37).
Not : Hadisin farklı versiyonu için bknz: hadisler, oruç hadisleri, orucun keffareti

Yukarıdaki olaydan yola çıkarak oruç keffareti konusunda üç türlü görüş vardır:

a) İmam Ebu Hanife ve İmam Malik'in başını çektiği görüş: Ramazan'da kasten yiyip içene, ihlal ettiği gün artı 60 gün keffaret orucu tutmayı yükler. Bu iki imam içtihadlarına delil olarak Ebu Hüreyre'den nakledilen bu hadisi getirirler (Buhari Savm 30, Hibe 13, Keffarat 2–4; Müslim, Sıyam 81, h.n. 154).

b) İmam Şafii ve İbn Hanbelî’n görüşleri: Ramazan'da kasten yiyip içene keffaret gerekmez gününe gün tutarlar , hadis Ramazan'da kesten cinsel münasebetle orucunu bozan bir sahabiden söz etmektedir. Yeme içmeden değil. Sadece cinsel münasebetle orucu bozana 60 gün keffaret gerekir.(şafilerde kazaya kalan her oruç için bir günlük fakir doyurularak fidye de ödenir.

Şafii mezhebine göre kaza orucu tutanların her gün için birer müd fidye vermesi gerekir. Bir müd yaklaşık 675 gram kadar buğday, arpa, pirinç gibi halkın yaygın olarak yediği şeylerdir.

Şafiilere göre üzerinde kaza olan kimse ikinci ramazan gelinceye kadar orucunu kaza etmezse ramazandan sonra kaza etmesi gerektiğinden her gün için bir müd, üzerinden iki ramazan geçerse her gün için ikişer müd, üç ramazan geçerse her gün için üçer müd fidye vermesi gerekir. Böylece üzerinden ne kadar sene geçerse güne gün kaza etmekle beraber tehir ettiği sene kadar fidye vermesi gerekir. Mesela kazaya kalmış bir günlük orucun yirmi sene sonra kaza edileceğini farz edersek kaza sahibi bir gün oruç tutar ve yirmi müd de fidye vermekle mükellef olur. )

(Fidyenin delili aşağıdaki ayet olarak alınmıştır: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Bakara 184)

c) Bu hadisin zıhar keffaretiyle ilgili olduğu görüşü ki: Bu durumda her ikisi için de keffaret gerekmez. Nasıl ki bir mümin namazı kasten terk ettiğinde keffaret gerekmeyip kaza ediyorsa, o da kaza eder. Tabi ki tevbe de eder. Zira kasten farzı terk etmek haramdır ve günahtır. Bu çağımız müçtehidlerinden Tabiin âlimlerinden bir bölüm ve çağımız müçtehidlerinden Musa Carullah'ın ve ona katılanların görüşüdür.

Delil 1:
Ebû Hureyre'den, onun şu hadîsi Peygamber'e yükseltir olduğu zikrolunur: "Her kim ramazândan bir günün orucunu özürsüz ve hastalıksız olduğu hâlde bozarsa, o farz orucu -şayet tutsa- nafile olarak tutacağı dehr orucu kaza etmez (onu ancak onun yerine tutacağı bir günlük kaza orucu öder)" Buhari,Oruç:29
Not: Yânî farz orucun faziletini nafile oruçta bulamaz.

Delil 2:
Katâde ve Hammâd ibn Süleyman: Ramazân gündüzünde oruç bozan kişi, bozduğu orucun yerine bir gün kaza orucu tutar, demişlerdir .Buhari,Oruç:29



İÇTİHADIN USUL AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Bu ictihad bizzat Hanefi ve maliki usullerine göre problemlidir. Zira bu mezheplerde keffaret ve hudud alanlarında kıyasla hükmü genişletmek caiz değildir. Ama burada hüküm kıyasla genişletilmiş, cinsel münasebetle ilgili bir yasağa kasten yeme içme de dâhil edilmiştir.


DELİLİN KUR'AN'A ARZI:
Bu hadisi Kur'an'a arz ettiğimizde, ilişki kurabileceğimiz Mücadile suresinin 2–4. ayetleri olduğunu görürüz. Hadisteki keffaret kısmı aynen bu ayetlerde de yer alır. Fakat bu ayetler doğrudan kasten orucu bozmayla ilgili değil Zıhar yapan bir adamın (karısını "sen bana anam gibisin" diyerek boşayan) bu yemininden dönüş keffaretidir. Biz hadisin zıharla ilgisi olup olmayacağını araştırırken, aynı hadisin Ahmed b. Hanbelî’n naklettiği versiyonunda olayın arka planını da bulmaktayız. Sebeb-i vüruduyla nakledilen hadisten öğreniyoruz ki, aslında bu hadis zıhar yapan Seleme b. Sahrul-Ensari ile ilgilidir.




NETİCE: Delilin değerlendirilmesi neticesinde üçüncü görüş isabetli görünmektedir. Zira delil bunu desteklemektedir.

Şia: 60 gün



ORUÇ TUTMAMANIN CEZASI
Hukukçuların ittifakına (icmâına) göre öldürülmezler. Ramazan boyunca yeme ve içmeden alıkonulur, hapsedilir. Ta'zir cezası uygulanır. Oruç tutacağını söylerse hapisten çıkarılır, kendi vicdanına havale edilir. Yediği­ne rastlanırsa ta'zir cezası verilir.



ORUÇ KAÇ GÜN?
“ Ey İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı.” BAKARA 183

Resulullah Mekke’de ve Medine’ye geldiği yılda Aşure gününde ve her ayın üç gününde oruç tutuyordu. Medine’de aşura orucunu emretti.Bir yıl sonra Allah teala Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğunu bildiren Ayeti indirince Resulullah: “Bu (gün) Allah’ın günlerinden bir gündür. Dileyen o gün oruç tutar, dileyen tutmaz.” dedi.

Sayılı gün­lerden maksat. Ramazan günleridir. Daha önce oruç tutulan her ayın üç günü veya aşura günü değildir. Zira bu günlerde oruç tutmak sünnetti. Âyet ise farz olan orucu bildir­mektedir. Ramazan ayı dışında herhangi bir orucun farz kılınıp sonra da nesh edikliğine dair herhangi bir delil yoktur.

İlk oruçlar sadece bir kez yatsıda yenilerek tutuluyordu ve her türlü cinsel ilişki yapılmadan tutuluyordu.
Daha sonra Bakara 187 ile orucun şekli ve biçimi düzenlenmiştir:

Oruç gecelerinde kadınlarınızla cinsel ilişkide bulunmanız size helal kılındı. Onlar sizin (sırlarınızı gizleyen) örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. ALLAH, kendinizi kandırıp durduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık ALLAH'ın sizin için belirlediğini dileyerek onlarla cinsel ilişkide bulunabilirsiniz. Şafağın beyaz ve siyah ipliğini birbirinden ayırdedinceye kadar yeyin, için. Sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlere kapanmış durumdayken onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Bunlar ALLAH'ın koyduğu sınırlardır; onları çiğnemeyin. ALLAH korunmaları için ayetlerini halka böyle açıklar. (2 Bakara Suresi – 187)



YOLCULUKTA YEMEK Mİ ORUÇ TUTMAK MI DAHA FAZİLETLİDİR?

İmamı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Malik (ra)´e göre yolculukta rahatlıkla tutabilen kimse için. orucunu tutmak daha faziletlidir. Çünkü Allah (cc) «Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye varme-nlzden) hayırlıdır, bilirseniz» buyurmuştur.

Seferde ise rahatlıkla tutamayan kimse için, orucunu açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-t Hakkın, «...Allah size kolaylık diler, güçlük çıkarmaz» buyruğu, bunu teyid etmektedir.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra)e göre ise, ruhsat buyruğuna dayana­rak yolculukta oruç açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-ı Hak, azimetle­rin yapılmasını nasıl isterse, verdiği ruhsatlarında yapılmasını öyle sever ve İster.


Şia:
Caferi mezhebinde seferde (yolculukta) oruç tutmak,  günâhtır.
Delil:
Abdurrahmân b. Avf demiştir ki: Rasûlullah (S.M.), << Yolculukta oruç tutan, yolcu değilken oruç yiyene benzer >> Ibn. Abbas da, << Yolculukta iftar bir azimettir (, mutlaka iftar gerekir, ruhsat değildir) >> demiştir.”
“İmâm Ca’fer’us - Sadık (A.M.) buyurmuşlardır ki: << Ramazan ayında yolculukta, oruç tutan, yolcu değilken oruç yiyene benzer. >>
<< Birisi, yolculukta oruçlu olduğu halde ölürse, namazını kılmam. >>
<< Birisi, yolculuğa çıkarsa orucunu yer ve namazını kısaltır; ancak yolculuğu Allah’a isyan yolundaysa o başka. >>




KAZAYA KALAN ORUÇ PEŞ PEŞE Mİ ARALIKLI MI TUTULMALIDIR?
Cumhur (Ebu Hanife, Şafiî, Maliki. Hanbeli ve diğer ehl-i sünnet alimlere) göre bir kimse için kazaya kalan Ramazan orucunu, başka bir zamanda dilediği şekilde aralıklı veya aralıksız tutmak caizdir.

Hz. Ali (ra), İbn-i Ömer (ra) ve Şa´bi´ye (ra) göre, Ramazan orucunu kazaya bırakan hasta ve misafirin daha sonra aralıksız olarak kaza fiilimsi (arzdır. Çünkü orucu kaza etmek, onu tutmanın benzeridir. Ramazan orucunu aralıksız tutmak nasıl farz ise, bilahare kaza da ara vermeden öylece farzdır.


ADETLİ KADIN RAMAZAN ORUCU TUTAR MI?
4 Sunni mezhep ve Caferi mezhebi ittifakla adetli kadının namaz kılmayacağı ve oruç tutmayacağı fakat namazı akza etmeyip, orucu kaza edeceği konusunda ittifak halindedir.


Abdulaziz Bayındır,Mustafa İslamoğlu ,Fereç Hüdür vb:
Adetli kadın oruç tutar.
Delil :
Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum:
“Neden âdetli kadın orucu kaza eder de namazı kaza etmez?”
“Sen Harûrâlı mısın?” dedi. “Hayır, Harûrâlı değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Başımıza bu olay gelince orucu kaza etmemiz emredilirdi ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.”Müslim Hayız 67.
Not:(Buradaki kaza kelimesi eda etmek anlamındadır.demektedirler.Demek ki, adetli kadının oruç tutacağı, zaten biliniyordu. Merak edilen, böyle bir kadının namaz kılıp kılamayacağıydı. Çünkü ortalıkta böyle iddialar dolaşıyordu.)

Ayrıca;
Meryem suresindeki kıssada Meryem'in lohusa halinde adetliyken oruç tutmasından bahsedilmektedir.
- “Ye, iç; gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görecek olursan de ki : Ben, Rahman’a bir oruç adadım. Bu itibarla, bugün, hiçbir insanla konuşmayacağım’ de.” 19 Meryem /26



RAMAZAN ORUCU TUTAMAYAN HAMİLE VEYA EMZİKLİ KADIN NE YAPMALI?

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)´ye göre yalnız kaza etmeleri gerekir.

DELİL:
1. Hamile ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır Hamile veya emzikli ka­dın, orucunu tutamadığı takdirde açar, bilahere yalnız kaza eder.» O´nun yalnız kaza eder» sözünden anlaşılan, sadece kaza etmeleridir.

2. Çok yaşlı erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlı­lığından ötürü oruç ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir. Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi fidye vermekte karşılıktır. Yapılması gereken, orucun ya kaza edil­mesi veya fidye verilmesidir.


İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ise, hem kaza eder, hem de fidye verirler.

DELİL:
Hamile ile emzikli kadın, «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyu­mu fidye (lazımdır)...» âyetinin zahirine dahildir. Çünkü âyet çok yuşlı er­kek ve kadını kapsadığı gibi orucunu zahmetle tutan her kişiye de şamil­dir. Öyleyse hamile ve emzikli kadınların, tutamadıkları günler İçin. oruç­larını hem kaza etmeleri, hem de çok yaşlı erkek ve kadınlar gibi fidye vermeleri vacibdir.



RAMAZAN AYI HİLALİ SADECE BİR YERDE GÖRÜNÜRSE TÜM ÜLKE İÇİN GEÇERLİ MİDİR?

Hanefi, Maliki ve Hanbeli´lere göre, ülkelerin doğuş yerlerinin farklı oluşuna itibar edilmez. Bir ülke halkından bir veya daha çok insan Ro mazan ayı hilalini görür ve haber bütün ülkelere ulaşırsa, hepsinin oruç tutması farzdır. Çünkü Resulullah (sav)´ın, «Ramazan hilalini gördüfllı nüz zaman oruç tutunuz. Şevval ayı hilalini gördüğünüz zaman do bayram ediniz» buyruğu, ümmetine umumi bir hitaptır. Bir müslümanın dünyanın neresinde olursa olsun Ramazan ayı hilalini görmesi, tüm ümmetin gör­mesi gibidir.
Hanefi mezhebine göre; hilal dünyanın neresinde görülürse görülsün bir gün sonrası kameri ayın başlangıcı kabul edilir.


İmam Şafii (ra)´ye göre ise, Ramazan ayı hilalini her şehir halkının ayrı ayrı görmesi lazımdır. Bir şehir halkının Ramazan hilalini görmesi, di ger şehir halklarına teşmil edilemez.
Şâfiîler, ihtilâf-ı metâlie itibar edileceğini, dolayısıyla bir yerde görülen hilâlin oraya uzak yerler için geçerli olmayacağını söylemişlerdir. Onlar ihtilâf-ı metâliin oruca başlamada dikkate alınmasını, güneşin hareketlerinin namaz vakitlerinin belirlemesinde dikkate alınmasına benzetmişlerdir:Yani oruca başlamak için bulunulan yerden ayın görünmesi gerekir.Yakın bölgelerde görülen hilale uyulur.Uzak bölgeler için geçerli olmaz.





HATA İLE ORUCUNU BOZAN KİŞİNİN HÜKMÜ?

Cumhur (Hanefi. Maliki. Şafii ve Hanbeli imamlarına göre «güneş bat­tı» zannıyla orucunu açan kimse ile. «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucu sahih değildir. Çünkü oruç tutan kimseden İstenen, fecr-i sadık ile güneşin batışını tesbit etmesidir. Allah (cc)´ın; «(Bütün gece) Fecr(i sadık) olan ak İplik, kara iplikten size seçilinceye ye-yln, için, sonra da geceye kadar orucu tamamlayın» buyruğunda, «güneş batıncaya kadar, orucunuzu tamamlayın» beyanı vardır. Bu emre aykırı hareket, orucun kaza edilmesini icabettirir.

Zahirî´ler ve Hasan-ı Basrî (ra)´ye göre ise, «güneş battı» zannıyla orucunu açan kimse ile «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucunu kaza etmesi gerekmez. Çünkü, «...Hata ettikleriniz de İse üstünüze bir vebal yoktur...» (Ahzâb: 5) âyeti ve «Ümmetimin hata, unutma ve zorla yaptıkları şeylerin sorumluluğu yoktur» hadisi, buna de­lâlet eder. Hata yaparak orucunu bozan kimse, unutarak orucunu bozan kimse gibidir. Her ikisine de oruçlarını kaza etmeleri gerekmez.


NAFİLE TUTULAN ORUÇ BOZULURSA KAZA YAPILMALI MI?
Hanefi mezhebine göre nafile oruç tutan kimse, orucunu bozarsa daha sonra kaza etmesi farzdır. Çünkü nafile oruç tutmaya niyet etmekle, tutacağı günü kendisine borç edinmiştir. Orucunu bozmakla, daha önce yaptığı niyete muhalefet ettiğinden, o günü kaza etmesi lazımdır.
Başlama ile taahhüd edilmiş bir ibâdetin iftar hâlinde kaza ile ikmâl ve telâfi edilmesi gerekir.


Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre ise, nafile oruç tutan kimse, oru­cunu bozduğu takdirde, kaza etmesi farz değildir. Çünkü nafile oruç tu­tan kimse, orucunu bozup bozmamakta serbesttir.
Selmân, Ebu'd-Derdâ, Mücâhid, Tâvûs, Atâ, Sevri,  ve İshâk'a göre de nafile orucu özürlü,   özürsüz bozan kişiye kaza lâzım gelmez.


Maliki mezhebine göre de, nafile oruç tutan kimse, orucunu bizzat kendi isteğiyle bozarsa, kaza etmesi farzdır. Eğer kendi rızasının dışında­ki sebeplerden orucunu bozarsa, kaza etmesi farz değildir.


Delil:
...Peygamber (S) Selmân el-Fârisî ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yaptı. Selmân, Ebu'd-Derdâ'yı ziyarete gitti. ...Bu sırada Ebu'd-Derdâ da geldi. Selmân için yemek yaptı (ve önüne getirdi). Selmân, Ebu'd-Deryâ'ya:
— Sen de ye! dedi.
Ebu'd-Derdâ:
— Ben oruçluyum! demesi üzerine Selmân:
— (Vallâhî bu orucu bozacaksın!) Ve sen yemedikçe ben de ye­meyeceğim, dedi.
Ebû Cuheyfe dedi ki: Ebu'd-Derdâ da (orucunu bozup konuğu ile) yedi.Sonra Ebu'd-Derdâ Peygamber'e geldi de bu vak'ayı O'na zik­retti. Peygamber (S):
— "Selmân doğru söylemiştir" buyurduBuhari,Oruç:50
Not: Burada yemin sonucu oruç bozdurulmuştur.Nafile olarak oruçlu bulunan birisine bir dîn kardeşi orucunu bozdurmaya yemîn etse ve bunun üzerine o kimseye orucunu bozmak daha hayırlı olduğu ka­nâati belirip de bozsa, kendisine kaza lâzım gelmez. Buhâri'ye göre bu yemîn o kimse için bir özür oluyor.


Delil 2:
Bir cumua günü Cuveyriye oruçlu.iken Peygamber (S) onun ya­nına girdi de:
— "Dünkü gün oruç tuttun mu?" diye sordu. Cuveyriye:
— Hayır tutmadım, dedi. Rasûlullah:
— "Yarın oruç tutmak istiyor musun?" dedi. Cuveyriye:
— Hayır, tutmayacağım, deyince Rasûlullah:
— "Öyleyse orucunu boz" buyurmuştur .Buhari,Oruç:62



Yorum: Selman, keffareti kaza tutmak gerektiren bir orucu Derda'ya bozdurmayacağına göre Şafilerin görüşü muteber görünüyor.Demek ki nafile orucu bozmanın keffareti yoktur.


Başka bir değerlendirme (Nafile orucun kazası):

Hanefîler'e göre bunun kazâ edilmesi vâciptir.
Mâlikîler ise kasden bozulursa kazânın farz olduğunu söylemişlerdir.

DELİL:
Aişe radıyallâhu anhâ demiştir ki: “Biz oruçlu iken Hafsa ile bana bir hediye getirildi. Biz de oru­cumuzu bozduk, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem odaya girdi. Kendisine: “Ya Rasûlallah! Bize bir hediye getirildi, onu canımız çekti ve orucumuzu bozduk”, dedik. O da “Size günah yok (ancak) onun yerine başka bir gün oruç tutu­nuz” buyurdu. (Tirmizi, Sıyâm, 36; Ebu Davud, Savm, 73)

Şâfiî'ye (ve Mâlik'ten başka bir rivayete göre ise,) nâfile orucun kazâsı gerekmez.
Hanbeli ye göre kazası gerekmez.


NAFİLE İBADETE BAŞLANDIKTAN SONRA TERK EDİLİRSE
İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, başlanılan nafile İbadet­ler tamamlanmadan terkedilebilir. Yalnız bu nafile ibadet Hac ise terki caiz değildir, bunun tamamlanması farzdır. Başlanılan İbadet namaz ve oruç ise tamamlanması farz değil müstahabtır.

İmam Ebu Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, başlanılan nafile ibadet yarıda bırakılamaz. Şayet yarıda bırakılırsa bu nafile İbadetin kaza edilmesi vacibtir.



İTİKAF KAÇ GÜN OLMALI ?
1. Hanefilere göre, i´tikâfın süresi, en az 1 gün, 1 gece olmalıdır.
2. İmam Malik (ra)´den rivayet edilen bir görüşe göre ise, i´tlkâfın en az süresi 10 gündür.
3. Şafii (ra)´ye göre de, i´tikâfta süre bir andır. Süre hususunda sınır yoktur






ORUCUN KAZASI NE ZAMAN YAPILMALI?

HANEFİ: Ramazan orucunun kazası istenilen mubah günlerde tutabilir.
Şâfiî'ye göre kazâya kalan oruc aynı yıl içerisinde kazâ edilmesi gerekir.



ŞABAN AYININ İKİNCİ YARISINDA ORUÇ TUTMAK

TUTULUR:
"Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz yılın hiçbir ayını tam ola­rak oruç tutmazdı; ancak Şaban ayını tam olarak tutar ve onu Ramazan'a ulaştırıp (bağlardı).( Ahmed: 5/201, 6/54,95, Ebû Dâvud, savm: 57, Nesâi, siyam: 35, Buhari, savm: 53, Müslim, siyam: 35, 70, müsafirîn: 139, 141, Tirmizî, savm: 56.)

Tahavî'nin, Enes b. Malik vasıtasıyla Rasulullah'dan (asm) rivayet ettiği “Ramazandan sonraki en efdal oruç, Şaban orucudur”

TUTULMAZ:
Bazı âlimlerce mekruh kabul edildiği gibi,
Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.

Delil:
Ebû Hüreyre radýyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun."
Buhari,Oruç:14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; ibni Mâce, Sıyâm 5

Seleften bâzıları yukardaki hadîsin zahirine dayanarak şa'bânın son günü oruç tutmak caiz değildir demiş­lerdir ki, bu görüş Umer, Alî, Ammâr, Huzeyfe, İbn Mes'ûd ile tabiîlerden Sa-îd ibn Müseyyeb, Şa'bî, Nahaî, Hasen Basrî, İbn Sîrîn'den nakledilmiştir.

İbn Abbâs ve Ebû Hureyre, ramazân orucu ile diğer günlerin orucu arası bîr iki gün ayrılmalıdır diye emretmiş ve farz namazla nafile arası kelâm, kı­yam, Öne ve arkaya geçmek gibi bir fiil ile ayırmak nasıl müstehâb ise, ramazân orucu ile diğer günler oruçlarının arasını ayırmak da Öyle müstehâbdır, demiş­lerdir. İkrime de şekk günü oruç tutan kimse Allah'a ve Rasûlü'ne âsî olur der imiş...



İbni Abbastan “Bir iki günle Ramazan orucunun önüne geçmeyiniz” (Tirmizî, Savm 5 . Ayrýca bk. Nesâî, Siyâm 13)



Not: Ramazandan önce “şek günü”, yani şüphe günü diye bir gün vardır. Bu gün Şaban ayının son günü mü, yoksa Ramazan ayının ilk günü mü olduğu hususunda şüpheye düşülen gündür. Şüpheli görülen böyle bir günde oruç tutmak mekruhtur.


RAMAZANDAN SONRA ŞEVVAL AYINDA ALTI GÜN ORUÇ TUTMAK:


Ramazan’dan sonra tutulan oruca gelince; Ramazan’ı “uğurlama” niyetiyle oruç tutulmaz. Böyle bir oruç da yoktur. Ancak:

MÜSTEHAPTIR  DİYENLER:
İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, Davud-u Zahirî ve daha bir grup âlim, Şevval ayındaki altı gün orucun müstehab olduğu görüşündedirler.
Delil:
 “Kim Ramazan orucunu tutar, sonra bunun arkasından Şevval’dan altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, yıl boyunca tutulan oruç gibidir.” (İbni Mace, Sıyam: 33)[ Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Oruç Bahsi, 204 (1164.)] [ Ebu Davud, Savm, 58 ] hadisin mealindeki hadisten hareket eden müçtehidlerden bazıları, Ramazan’ı müteakip Bayramın birinci gününden sonra Şevval ayı içinde oruç tutmayı müstehap saymışlardır. Bu oruç nafile bir oruçtur.


MEKRUHTUR DİYENLER:
Fakat, başta İmam-ı Âzam olmak üzere İmam-ı Mâlik ve Ebû Yusuf gibi âlimler de, "halk bu orucu vacip bir oruç zanneder" endişesiyle Şevval ayında oruç tutulmamasını daha uygun bulmuşlardır. Selef ulemâsından da hiçbir âlim Şevval orucu tutmamıştır.

Delil:
İmam Malik’in açıklaması şöyledir:
“Ramazan bayramından sonra altı gün oruç tutan hiçbir âlim ve fakih görmedim. Seleften hiçbirinden de bu konuda bir rivayet bana gelmedi. Ancak âlimler, bazı cahillerin bu altı günü Ramazana dâhil etmelerinden ve bir bid’at uydurma­larından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır. Şayet âlimler bu konuda ruhsat vermiş olsalardı, onların da bayramdan sonra altı gün oruç tuttuklarını görürlerdi.” (Muvatta, Oruç bahsinin son bölümünde yer alan açıklama)



Not:
Bazı Hanefî ve Malikî kitaplarında ise, Şevval ayında altı gün oruç tutmanın mendup olduğu söylenir. Mesela Nuru’l-Îzâh veŞerh-i Merâkı’l-Felâh‘ta mendup oruçlar sayılırken, Şevval ayında altı gün oruç da zikredilir. Merâku’l-Felâh‘ın haşiyesinde Tahtavî, Bahr’de “Şevval ayında altı gün oruç tutmak, İmam Ebu Hanife’ye göre ister peşi peşine, ister ayrı ayrı olsun mekruhtur. Ancak sonraki âlimler bunda bir mahzur görmemişlerdir” denildiğini nakleder.

İbn Abidin de sonra gelen Hanefi âlimlerinin bu altı günün orucunda bir sakınca görmediklerini söyler.

SADECE CUMA GÜNLERİ ORUÇ TUTMAK
Hanefi ve Maliki’de caiz,
Şafii ve Hanbeli’de mekruhtur. İmam-ı Ebu Yusuf da mekruh dedi.






ORUCA NE ZAMAN NİYET EDİLİR?
İmsak vaktinden sonra da niyyet olur:
Hanefîler'e göre ramazan orucu, nâfile oruçlar ve vakti belirtilmiş adak (nezr-i muayyen) oruçlarının niyet etme vakti gün batımından başlayıp ertesi günün kuşluk vaktine hatta öğle namazı vaktinin girmesinden az önceki vakte kadar devam eder.(Yaklaşık bir saat kalana kadar) Öğle vakti girdikten sonra artık hiçbir oruca niyet edilemez.

Nahaî, Sevrî de ramazân, muayyen adak ve nafile oruçlara zevalden evvele kadar niyet etmek sahih ve caiz olduğuna hükmetmişlerdir.

Zevalden önce nâfile oruca niyet etmenin câizliğini gösteren hadisler bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Peygamberimiz’in bir gün Âişe vâlidemize öğle yemeği hazırlayıp hazırlamadığını sorduğu, Hz. Âişe'nin yiyecek bir şey olmadığını söylemesi üzerine Peygamberimiz’in o gün oruç tuttuğu rivayet edilir.

Delil:
Ümmü'd-Derdâ: Ebu Derdâ (bazen gündüz vakti): Yanınızda yiyecek birşey var mıdır? diye sorardı. Eğer biz: Hayır, yoktur dersek, Ebu'd-Derdâ: Öyleyse ben bu gün oruçluyum, der(oruca niyet eder)di, demiştir.Ve böyle, gündüzleyin oruca niyet etme fiilini Ebû Talha, Ebû Hureyre, İbn Abbâs ve Huzeyfe de (Allah onlardan râzî olsun) yapmışlardır. Buhari,Oruç:21
Not: Hadis değildir.
Buhârî burada Ebû Talha, Ebû Hureyre, İbn Abbâs ve Huzeyfe'nin de gün­düzleyin oruca niyet ettiklerini ta'lîken bildirmiştir. Bu ta'lîklerden Ebû Talha'ya âid olanı Abdurrazzâk; Ebû Hureyre'ye âid olanı Beyhakî; İbn Abbâs'ınkini Tahâvî; Huzeyfe'ninkini Abdurrazzâk muttasıl senedle rivayet et­mişlerdir. Bunlar arasında Tahâvî'nin ibn Abbâs'tan rivayeti hepsinden daha açıktır: İbn Abbâs "Bir sabah kalktım. Oruç tutmak arzusunda değildim. He­nüz yemek yememiş, su da içmemiştim. Yiyecek birşey bulamayınca oruca ni­yet ettim" demiştir .


Delil 2:
Pey­gamber (S) âşûrâ günü gündüzü bir kimseyi insanlar arasında şunu nida ve i'lân etmesi için gönderdi: "Her kim yemek yedi ise (günü­nün karnını yemeyerek) gününü tamamlasın -yâhud- oruç tutsun. Birşey yememiş olan da artık birşey yemesin!"Buhari,Oruç:21

Delil 3:
Âişe ve Ümmü Seleme 'den: Rasûlullah (S) ehliyle cinsî münâsebetten dolayı cünüb olduğu hâlde fecr ona erişir­di. Fecrden sonra Rasûlullah yıkanır ve orucu tutardı.Buhari,Oruç:22





İmsak vaktine kadar niyyet edilmelidir:
Âlimler fecri sâdık'ın tulû'undan sonra oruca niyet edilip edilmeyeceği hu­susunda ayrı görüşlere gitmişlerdir. Evzâî, Mâlik, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, İshâk, ramazân orucuna geceden niyet edilmedikçe caiz değildir, demişlerdir. Zâhirîler'in görüşü de böyledir.

Mâlikîler'e göre niyetin geçerli olması için güneşin batmasından itibaren gecenin son kısmına kadar veya fecrin doğması ile birlikte yapılması gerekir.(İmsak vaktine kadar) Çünkü sabahleyin, yani oruç ibadetinin başlama vaktinde niyet edilmeyince o günün oruçlu geçirilmeyeceği belirli hale gelmiş olur.
İmâm Mâlik, nafile oruca da geceden niyet edilmesine tutunarak "Gündü­zün evvelinde yemekten, içmekten kendini tutup çekinmek niyetsiz ameldir; açlıktan ibarettir" demiştir.

Şâfiîler'e göre ise ramazan orucu, kazâ orucu ve adak orucuna geceden niyetlenmek şarttır.(İmsak vaktine kadar). Fakat nâfile oruca zevalden önceye kadar niyetlenmek câizdir.

Hanbeli: İmsak vaktine kadar.



Delil:
Ebû Hureyre'den: Cünüb olarak sabaha giren oruç tutmaz. Buhari,Oruç:22
Not:Çünkü imsak vakti geçmiştir.


CÜNÜP OLARAK İMSAK VAKTİNİ GEÇİREN ORUÇ TUTAR MI?

Bknz: Oruca ne zaman niyyet edilir maddesi (üstte)



ORUÇ İÇİN HER GÜN NİYYET GEREKİR Mİ?
Fakihlerin çoğunluğuna göre ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi şarttır. Çünkü her bir günün orucu kendi başına bir ibadet olup, öteki günlerde tutulan veya tutulacak olan oruçla ilişkisi yoktur; dolayısıyla bir günün orucu bozulduğu zaman sadece o günün orucu bozulmuş olur, öteki günlerin orucu bundan etkilenmez.(Her gün için ayrı niyyet)

Mâlikîler'e göre ise, ara vermeksizin peş peşe tutulması gereken oruçlarda en başta yapılacak tek niyet yeterlidir. Zıhâr, katl kefâreti ve ramazan orucunun kefâretinde olduğu gibi ramazan orucunda da tek niyet yeterlidir.
Tek bir niyetin yeterli olduğu oruçlarda her gece niyetlenmek ise menduptur. Mâlikîler'in bu konudaki gerekçesi ilgili âyette geçen "Sizden her kim ramazan ayına yetişirse onu oruçlu geçirsin" ifadesidir. Ay, tek bir zamana verilen isimdir, dolayısıyla ay süresince oruç tutmak bütün bir ibadet hükmünde olup namaz ve hacca benzer, tek bir niyet ile eda edilebilir.




HATA İLE BİR ŞEY YEME ORUCU BOZAR MI?( Unutarak değil!)
Meselâ; bir kimse oruçlu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa ;

Hanefilere göre: orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir.
Şâfiîler orucu bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu bozmayacağını söylerken,
Mâlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir.



ORUÇ BORCU İLERİKİ YILLARA ERTELENİRSE NE OLUR?
Hanefilerin dışındaki âlimlerin cumhuruna göre, geçen Ramazandan borcu olduğu halde, yeni Ramazana ulaşan kimse, mevcut Ramazan orucunu tuttuktan sonra, eskiden kalma orucunu kaza eder ve -ikinci Ramazana kadar geciktirdiği için- kefaret/fidye de verir.
Hanefilere göre, bu geciktirme mazeretsiz olsun olmasın, kefaret/fidye vermez. (bk. el-Bedai’-şamile-, 4/281; V. Zuhaylî, 2/680)

Şafiilere göre kişinin tutmadığı kaza borcu üzerinden kaç Ramazan geçerse -kaza ile birlikte- geçen yılların sayısı kadar fidye vermesi gerekir. (Nevevî, el-Mecmu, 6/364; el-Minhac/es-Siracu’l-Vahhac, 144-145; Zuhaylî, a.g.e)
DELİL:
“Her kim, geçen Ramazandan borcu varken, yeni Ramazana ulaşırsa, ondan (bu yeni) oruç kabul olunmaz. Kim de, üzerinde Ramazan borcu olduğu halde -onu kaza etmediği sürece- tuttuğu nafile oruçları da kabul olmaz." (Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/352)

Caferi Mezhebine göre, Ramazan orucunun kazasını, ertesi Ramazan’a kadar geciktirmek caiz değildir. Bütün Ramazan’da veya bazı günlerinde bir özür sebebiyle oruç tutulmaz ve bu özür de gelecek Ramazan’a kadar sürerse, bu sürekli bir hastalık olduğu takdirde kaza borcu düşer, her gün için buğday veya arpadan 750 gr. (bir müdd) fidye ödenir. Özür, hastalık dışında birşey -yolculuk vb.-olursa, kuvvetli olan sadece kaza gerekeceğidir. Ramazan’da oruç tutmayısın sebebi hastalık, ertelemenin sebebi ise başka bir özürolursa veya bunun tersi bir durum olursa da hüküm böyledir; ama özür özellikle yolculuk olduğunda, hem kaza ederek, hem de fidye ödeyerek ihtiyatı terketmemelidir. Ramazan ayını özür dolayısıyla oruç tutmadan geçirir, bu özür sürmezse ve başka bir özür de çıkmadan tembellik eder ertesi Ramazan’a kadar geciktirirse, her gün için bir fidye ödemesi gerekir; Ramazan orucunu kasıtlı terkte ise, her güne iki fidye ödenir.



ORUÇ KEFFARETİNDE ÖNCELİK SIRASI VAR MI?
Kefareti bulunan kimse önce gücü yetiyorsa ve varsa bir köleyi satın alıp hürriyetine kavuşturmalıdır.
Buna gücü yetmiyorsa veya (günümüzde olduğu gibi) hürriyetine kavuşturacak köle bulamamışsa, peş peşe iki ay oruç tutmalıdır.
Buna da güç yetiremiyorsa bu defa diğer bir çözüm yolu olarak, her bir güne bedel bir yoksula sabah akşam doyurmak ölçüsünde yiyecek vermelidir. Yani toplam altmış bir yoksula sabah akşam doyuracak şekilde karşılığını vermektir. Yani altmış bir günlük fidye vermelidir.
Yukarıdaki sırayı gözetmek Hanefî, Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre vaciptir.
Malikî mezhebine göre ise kişi bunlardan dilediğini tercih etmekte serbesttir.




ORUÇ VE NAMAZ İÇİN İSKAT
Şafiî Mezhebine göre, hasta olup ölene, oruç farz ol­madığından onun adına velisi fidye verir.

Delil:
[Nesai’deki] hadis-i şerifte (Bir kimse, başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Ama onun orucu ve namazı için fakir doyurur) buyuruldu.) [s.356] Nimet-i İslam’daki bu hadis-i şerif, Dürer’de de mevcuttur.

Ebu Hanife’ye ve Mâlik’e göre, mükellefin gücü yeterse oruç tutar, yetmezse fidye öder.




ORUÇ KEFFARETİNE GÜCÜ YETMEYEN NE YAPAR?(60 FAKİRİ DOYURMA)

ÜÇ MEZHEBE göre, imkân bulduğu veya zengin olduğu zaman ödeme yapar;
Hanbelî Mezhebi ve Evza’i’ye göre, ödemenin yapılması gerekli zamanda imkân bulunmazsa -ileride bulsa da-borç düşer.


ORUCU BOZAN BOZMAYAN  DURUMLAR

1. ORUÇLUYKEN İĞNE VURULMAK
Oruçlunun ağız, burun, kulak, penis deliği, vagina ve anüs gibi tabii menfezlerinden vücudunun iç kısmına giren şeylerin orucunu bozacağı hususunda eski din bilginleri arasında görüş birliği vardır. Ancak bu tabii menfezler dışında vücutta açılan yapay menfezlerden içeri giren şeylerin orucu bozup bozmayacağı hususunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Cilt altı, adale veya damardan vurulan iğnelerle, vücutta açılan yapay menfezlerden içeriye ilâç enjekte edilmektedir. Bu ilâçlar, tabii olmayan yapay menfezlerden içeriye enjekte edildikleri için orucu bozup bozmayacakları hususunda ihtilâf edilmiştir.

a) Orucu bozar diyenler ve delilleri:
Nereden ve ne şekilde vurulursa vurulsun, zerkedilen ilâç ne olursa olsun, her türlü iğnenin orucu bozduğunu savunanların başında imam Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî, Atâ, imam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gelmektedir.
İmam-ı Azam'a göre ağız gibi fıtrı bir menfezden mideye bir şey almak orucu bozduğu gibi vücudun herhangi bir yerini delmek ve yırtmak suretiyle fıtrı olmayan bir menfezden ona bir şey sokmak veya zerk etmek de orucu bozar. Ebu Hanife'ye göre, başta bulunan yaraya konulan ilacın beyne ulaşması, karındaki yaraya konulan ilacın içeriye ulaşması orucu bozar. Buna göre iğne yaptırmak Ebu Hanife'nin içtihadına göre orucu bozar ve kaza gerekir. Ağrıyı kesmek veya zorunlu tedavi maksadıyla yapılan enjeksiyon da, İmam Azama göre orucu bozar.



b) Orucu bozmaz diyenler ve delilleri: 
İmam Muhammed, Ebû Yusuf, Hasen b. Salih ve Davud-i Zahirî, muasır âlimlerden Seyyid Sabık, Mısır müftülerinden Şeyh Muhammed Bahit el-Mutii, sabık Ezher şeyhlerinden Abdurrahman Tac gibi şahsiyetler ise iğnenin mutlak surette orucu bozmayacağını ifade etmişlerdir. (Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne, 1/424.)

Hayrettin Karaman: Eskiden iğne vurmak diye bir şey olmadığı için bu konuda âyet, hadis ve eski müctehid sözü yoktur. İnsan vücuduna veya kafasına batan, böylece içeriye giren bir nesnenin orucu bozup bozmayacağı konusunda Ebû Hanîfe "bozar" Ebû Yûsuf ve Muhammed "bozmaz" demişlerdir. Bazı ilmihaller bu "bozar" görüşünü almışlar, onu da enjeksiyona uygulamışlardır. Orucu yeme, içme ve cinsel ilişki bozar. İğne vurdurmak ne yemedir, ne içmedir, ne de cinsel ilişkidir; bu sebeple orucu bozmaz.

TC Diyanet: Bedene sokulan iğnenin muhtevasının gıda verip vermediği şeklinde özetlenebilecek bir ayrım yapılmaktadır.Gıda içermiyorsa bozmaz.

Ezher fetva komisyonu kararı(1948)/Mısır: Tabii delikler dışında vucuda giren bir şey orucu bozmaz.

Nevevi : "Bir kimse baldırına bir bıçak sokar veya içine ilaç zerk ederse orucu bozulmaz" diyor.

2.KAN YUTMAK
Hanefi:  Dişlerin arasından çıkan kan boğaza gidecek olursa, bakılır; eğer az olur da içeriye geçmezse orucu bozmaz. Çünkü bundan korunmak mümkün değildir. Çok olmakla beraber, çoğunluğu tükürük teşkil ediyorsa, yine bozmaz. Fakat çoğunluğu kan olur ve tadı duyulur bir halde ise veya kanla tükürük eşit miktarda ise, yutulması halinde orucu bozar. (Ö. N. Bilmen, B. İs. İlmihali, s.294).

Hanbeli: Orucu bozan şeyler, insanın elinde olmazsa oruç bozulmaz.

3.UNUTARAK YİYİP İÇMEK
Üç mezhep :Unutarak yiyip içmek, üç mezhepte orucu bozmaz.
Maliki:  Bozar.


4.GÖZ DAMLASI
Hanefi : Göze damlatılan veya diş çukuruna konan ilacın tadı boğazda hissedilse bile orucu bozmaz.Göz, menfez kabul edilmediği, aynen sağlam deri hükmünde olduğu için, göze konan ilaç, sağlam deriye sürülen ilaç gibi çeşitli kanallarla sindirim yoluna gitse de hiçbir mezhepte orucu bozmaz.



5.KULAK BURUN  DAMLASI
Hanefi :  Kulağa damlatılan ilaç, burna konan sıvı ilaç orucu bozar.Hanefi’de, kulağa giren katı şey ve su orucu bozmaz. Fakat yağ ve ilaç bozar. Yağ ve ilaç emilse de, emilmese de, sindirim yoluna gitse de, gitmese de bozar.

Şafiî :Şafii’de, kulak tabii menfezdir. Kulağa konan sıvı-katı her şey, mideye girmiş gibi orucu bozar.
Kulağa konan her şey orucu bozar. Burna konan sıvı ilaç da bozar.

6.DERİ ÜZERİNE SÜRÜLEN İLAÇ MELHEM
Hanefi’de ve Şafii’de, : Sağlam deriye sürülen ilaç, emilip içeriye nüfuz etse de oruç bozulmuş olmaz. Mesela kalb hastalığında, göğüs üzerine nitroderm ihtiva eden bir ilaç konur. Bu deriden içeriye emilir. Sağlam deriden içeri girdiği için Hanefi’de de, Şafii’de de orucu bozmaz. 
Fakat boğaza,beyne ve mesaneye açılan yara yolu ile ilaç verilirse, Hanefi’de de, Şafii’de de oruç bozulur.

7.İDRAR YOLUNA PAMUK KOYMAK
Şafii’de: İdrar yolu da tabii menfezdir. Buraya pamuk konsa bile orucu bozar. 
Diğer mezheplerde: Bozmaz.


8.DİŞLER ARASINDA YEMEK KIRINTISI
Dişler arasındaki yemek kırıntısını yutmak Hanefi’de orucu bozmaz, 
Diğer üç mezhepte:  Bozar.

9.LAVMAN
Maliki’de orucu bozmaz, 
Diğer üç mezhepte bozar.

10. KAN VERMEK, KAN ALDIRMAK , HACAMAT
Hanbeli’de :Kan aldırmak orucu bozar .
Delil:
Ma'kıl ibn Yesâr'dan Peygamber'e yükseltilmiş olarak: Kan alan da, kan aldıran da oruçlarını bozdu, dediği rivayet olunuyor .Buhari,Oruç:32




Diğer üç mezhepte: Bozmaz. Ancak ihtiyaç yok iken oruçlunun hacamat yaptırması mekruhtur.
Peygamberimiz'in (asm) oruçluyken kafasına hacamat yaptırdığı gibi, hac ihramındayken de hacamat yaptırmıştır. Bu konuda Abdullah b. Abbas (r.a) şöyle rivayet etmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ihramlıyken hacamat yaptırdı. Yine Efendimiz oruçluyken de hacamat yaptırdı." Buhari,Oruç:32
Not: Bu olay veda haccında olduğu için diğer uygulamaları nesh ettiği söylenir.

...Enes ibn Mâlik'e:
—Siz oruçlu için kan aldırmayı kerîh görür müydünüz? diye so­ruyordu.Enes:
— Hayır, yalnız oruçluyu zaîf düşüreceği için hoş görmem, de­di .Buhari,Oruç:32



11.ABDEST ALIRKEN BOĞAZA KAÇAN SU
Şafii veHanbeli’de oruç bozulmaz.
Hanefi ve Maliki’de bozulur.



12.MASTURBASYON YAPMAK

Masturbasyonun orucu bozduğu, fakat sadece kaza gerektiği, Hindiyye, Bahr ve Dürr-ül-muhtâr ve diğer fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bir Ramazanda iki defa masturbasyon yapana kefaret de gerekir. Çünkü Ramazanın bir gününde, kaza gereken birşey yaparak orucunu bozan kimse, başka gününde de bu şeyi kasıtla yine yaparsa, kefaret de gerekir.
Sadece bakarak cünüp olunca oruç bozulmaz. El ile veya başka bir şeyle cünüp olmaya yardım edilmişse, o zaman kaza gerekir.
Gündüz ihtilam olunca da oruç bozulmuş olmaz.



Şia, caferi:
Eğer bir erkek, oruçluyken masturbasyon yaparsa, boşalması durumunda orucu bozulur hem de kaza ve keffaret gerekir; boşalmaz ise oruç bozulmaz. Eğer erkek oruçluyken istemsizce boşalacak olursa, orucu bozulmaz, fakat boşalmak için bilhassa istekli olursa bozulur.tahrir el vesile-İmam Humeyni


13.HANIMI İLE ÖPÜŞME OYNAŞMA
Caizdir diyenler:
Hanefii,Hanbeli : haram değildir orucu bozmaz .Ancak cünüp olmak ihtimali varken öpmek mekruhtur.
Şafii : Öpmesiyle şehveti harekete geçecek olan oruçlu kişinin öpmesi her ne kadar mekruh ise de bununla orucu bozulmaz. Oruçlunun, eşini kucaklaması, çıplak tenle ona sarılması, cinsel bir nesneyi veya olayı, şehvetle düşünerek ya da cinsel bir nesneye şehvetle bakarak orgazm olması halinde mekruh bir şey yapmış olsa da orucu bozulmaz.

Delil:
Ramazan ayının gündüzünde) karı-kocadan her birinin diğeriyle oynaşıp şakalaşması câizdir.Nitekim Âişe'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- oruçlu olduğu halde (eşini) öper ve eliyle (onun tenine) dokunurdu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sizin içinizde şehvetine en hâkim olanınızdı." (Buhârî; hadis no: 1927. Müslim; hadis no:1106)


Sevişmenin orucu bozmayacağını söyleyenler ileriki aşamayı ikiye ayırmıştır:
a)Mezi gelirse:
İmam Şâfiî , İmam Ebû Hanife'nin,İbn-i Teymiyye :
Bir erkek hanımıyla oynaşıp şakalaştıktan sonra kendisinden mezi çıkarsa, orucu geçerlidir.Hanımı öpünce mezi gelirse üç mezhepte oruç bozulmaz, 
Hanbeli:Bozulur

b) Meni gelirse:
İmam Nevevî :
"Bir erkek, hanımını öperse veya fercinin dışında bir yerine penisiyle dokunursa veyahut da eliyle bir kadının tenine dokunur da kendisinden meni çıkarsa, orucu bozulur, meni çıkmazsa orucu bozulmaz.

Bu hareketten sonra kendisinden meni gelirse, geri kalan günü oruç tutması (orucuna devam etmesi) ve o günü kaza etmesi gerekir.İlim ehlinin büyük çoğunluğuna göre kendisine keffâret gerekmez.


Haramdır diyenler:
Maliki : Oruçlu iken hanımını öpmek haramdır.
Delil:
Nafi, Abdullah İbn-i Ömer’in oruçluyu öpme ve mübaşeretten men ettiğini haber vermiştir.(Muvatta)

Said İbn-i Müseyyeb ve İbni Mesud gibi bazı sahabeler öpenin orucunun bozulacağını ve orucunu gününe gün kaza etmesi gerekeceğini belirtmişlerdir.Bazı alimler, şehveti harekete geçen yaşlı, genç herkesin öpmesi haram demişlerdir.

Farklı bir görüş:
Ebu Hureyre “Resullah’a mübaşeretten soruldu yaşlı olana ruhsat verdi ama genç olana ruhsat vermedi."(Ebu Davud, İbni Mace)

Not: İmam Tahavi öpmenin orucu bozacağı hususunda 9 rivayet olduğunu, bozmayacağına dair ise 40 a yakın rivayet olduğunu açıklamıştır.



14.HANIMI İLE CİNSEL İLİŞKİ
Hanımı ile beraber olana dört mezhepte de kefaret gerekir.Şafii ve Hanbeli’de kefaret kocanın üzerine olur, Hanefi ve Maliki’de ikisine de kefaret gerekir.


Şafii kaynaklarda Cinsel ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiy­le cinsel ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir.



Şafii’de keffaret için gerekli şartlar;
1. Oruca geceden niyet etmiş olmak. Eğer geceden niyet etmemiş ise orucu zaten sahih olmaz. Ancak yine de o gün oruçlu gibi davranması gerekir.
2. Cinsel ilişkiyi, oruçla ilgili hükmünü bilerek yapmış olmalıdır.
3. Cinsel ilişkiyi kendi serbest iradesiyle yapmış olmalıdır.
4. Cinsel ilişkiyi, oruçluya haram olduğunu bilerek yapmış olmalıdır. Unutarak veya başkası tarafından zorlanarak ya da İslâm'a yeni girdiği için oruçluya haram olduğunu bilmeyerek cinsel ilişkide bulunan kişiye ne kazâ, ne kefaret ne de tazir gerekir.
5. Cinsel ilişki ramazan gününde yapılmış olmalıdır. Ramazan ayı dışında nafile, adak, kazâ veya kefaret orucu tutmakta olan bir kişi cinsel ilişkide bulunduğunda orucu her ne kadar bozulursa da kendisine kefaret ve tazir gerekmez.
6. Oruç, sadece cinsel ilişkide bulunarak bozulmuş olmalıdır. Meselâ oruçlu bir kişi ramazan gününde önce yemek yiyip sonra cinsel ilişkide bulunursa kendisine kefaret gerekmez. Yemek, içmek, mastürbasyon yapmak, kadının tenasül organı dışında vücudunun diğer taraflarına sürtünüp sarınarak meni gelmesine yol açmak gibi cinsel ilişki dışındaki sebeplerle kefaret gerekmez.
7. Bu cinsel ilişkide bulunmakla kişi günaha girmiş olmalıdır. Cinsel ilişkide bulunan çocuğa, ruhsattan yararlanma niyetiyle de olsa başka bir niyetle de olsa seferî veya hasta olan oruçlunun, ramazan gününde cinsel ilişkide bulunması halinde kendisine kefaret gerekmez. Oruçlu olduğunu unutarak cinsel ilişkide bulunan kişiye hiçbir şey icap etmez.
8. Orucun sahihliğine inanmış olmalıdır. Meselâ unutarak yemek yiyen bir kişi, orucunun bozulduğunu zannederek bundan sonra bile bile cinsel ilişkide bulunursa, kendisine kefaret gerekmez. Çünkü bu durumda o şahıs, oruçlu olmadığını zannetmektedir. Her ne kadar orucu bozulmuş ve kaza etmesi gerekmekteyse de kefaretle yükümlü olmaz.
9. Yanılmış olmamalıdır. Cinsel ilişkide bulunurken gecenin devam ettiğini ve imsak vaktinin henüz başlamadığını ya da akşama doğru böyle bir ilişkide bulunurken güneş batmadığı halde battığını zanneden kişiye kefaret gerekmez.
10. Ramazan gününde güneşin batmasından önce oruçluyken cinsel ilişkide bulunan kişi daha sonra o gün delirmiş veya ölmüş olmamalıdır. O gün cinsel ilişkide bulunduktan sonra deliren veya ölen kişiye kefaret gerekmez. Çünkü onda artık ibadet ehliyeti kalmaz. Delirmenin veya ölümün vuku bulması, kefareti kesin olarak ortadan kaldırır. Bu hallerin meydana gelişiyle o kişinin artık oruçlu olmadığı ortaya çıkar. (Şirbînî, Mugnfl-Muhtâc, 2/180.)
11. Oruçlu kişi, cinsel ilişkiyi kendi fiiliyle yapmış olmalıdır. Kendisi baştan çıkarmaksızın karısı onun üzerine çıkıp zorla onunla cinsel ilişkiye girer ve bu arada kendisinin döl suyu boşalırsa, kendisine kefaret gerekmez.
12. Oruçlu kişi, penisinin sünnet kertiğine kadar olan kısmını veya ucu kesik penisin bu miktardaki kısmını karısının tenasül organına girdirmiş olmalıdır. Bu miktardaki bir kısmı girdirmeyen oruçluya kefaret gerekmez. Ama bunu yaptıktan sonra da günün kalan kısmını oruçlu gibi geçirmesi gerekir.
13. Penis, diri veya ölü bir erkek ya da kadının ön veya arka tenasül organına yahut bir hayvanın üreme organına girdirilmiş olmalıdır.
14. Cinsel ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiyle cinsel ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir.


Şia: 

Eğer penis vajinaya çok derin olmayacak şekilde girecek olur, fakat boşalma eylemi gerçekleşmez ise, oruç bozulmaz.

Eğer bir erkek, Ramazan'da sadece sünnet derisinin bitim noktasına kadar penisini vajinaya sokmaya niyetlenerek cinsel ilişkiye girecek olursa ise, bu esnada yanlışlıkla penisin daha fazla bir bölümü vajinaya girerse, ancak adamın niyeti kesinlikle bu değil ise, o halde oruç bozulmaz.

Eğer bir erkek, cinsel ilişkiye girmeye zorlanırsa, ya da oruçlu olduğunu unutup ilişkiye girerse, orucu bozulmaz. Ancak oruçlu olduğunu unutarak ilişkiye girmiş ise ve ya zorlanma hali sürmüyorsa, orucunu anımsadığında acilen ilişkiye devam etmeyi kesmelidir.tahrir el vesile-İmam Humeyni


15.KUSMAK:


Ebû Hureyre:  Oruçlu, ihtiyârsız olarak kustuğu zaman orucu bozulmaz. Çünkü kusmak çıkarmaktır; girdirmek değildir.Buhari,Oruç:32

İbn Abbâs ile İkrime de: Oruç, içeri giren şeylerden kendini tutmaktır; dışarı çıkan şeyden kendini tutmak değildir, demişlerdir .Buhari,Oruç:32


Hanefi:Kendiliğinden bozmaz, zorlayarak bozar
Şafi: Bilerek kusmak bozar
Şia: Kendiliğinden bozmaz, zorlayarak bozar


AREFE GÜNÜ  ORUÇ TUTMAK:

Haçta bulunmayanlara Kurban bayramının birgün öncesi olan Zilhicce’nin dokuzuncu günü oruç tutmak menduptur.

Hacdakiler İçin:

a) Hanefî Mezhebine göre, hacca gidenlerin kendilerine bir zarar gelme endişesi olursa, arefe ve terviye günleri oruç tutmaları mekruhtur; zarar gelmezse müstehaptır.

b) Şafiî Mezhebine göre, haçta bulunanlar, Mekke’de ikamet eder ve oradan gündüzün Arafat’a çıkarlarsa, arefe günü oruç tut­maları caizdir. Misafir, yani Mekke’de ikamet etmeyen hacılara oruç tutmak sünnettir.

c) Malikî Mezhebine göre, hacılara terviye ve arefe günleri oruç tutmak mekruhtur.

d) Hanbelî Mezhebine göre, vakfeyi gündüz yapmayıp gece ya­pan hacıların, arefe günü oruç tutmaları menduptur. Fakat, gündüz vakfe yapanlara oruç tutmak mekruhtur.

DELİLLER:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arefe günü Arafat’ta oruç tutmayı yasakladı.” (Ebu Dâvud, Savm: 63)

Arafat’ta Arefe günü insanlar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin orucu hakkında ihtilafa düştüler. Bazısı, “O oruçludur” dedi, bazısı da, “Hayır, oruçlu değildir” dedi.Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arafat’ta devesi üzerinde vakfede iken ona bir bardak süt gönderdim de onu içti. Buhari,Hac:85;Müslim, Sıyam: 110-111

“Arefe günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına keffaret olacağına Allah’ın rahmetinden ümidim var.” (Tirmizî, Savm: 46; İbni Mâce, Sıyâm: 40; Müslim, Sıyâm: 196)






İTİKAF: 



"Tavaf edenler, itikâf a girenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kabe'yi) tertemiz tutun." (Bakara 2/125.)

"Peygamber (s.a.v) ramazan ayının son on gününde itikâf a girerdi. Bu âdetini Allah kendisini vefat ettirinceye kadar devam ettirdi. Vefatından sonra da eşleri itikâf a girmişlerdir."' Buhari,İtikaf:1


Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ramazânın son on gününde i'tikâf ederdi. Ben kendisi için yünden bir çadır kurar­dım. Sabah namazını kıldırır, sonra bu çadıra girerdi. Bir defasında Hafsa da bir çadır kurmak için Âişe'den izin istedi. Âişe de Hafsa'ya izin verdi. O da bir çadır kurdu. Zeyneb bintu Cahş bunu görün­ce o da başka bir çadır kurdu. Peygamber sabaha girip de bu çadırları görünce:
— "Bu çadırlar da nedir ki?" diye sordu.
Kendisine (bunların Hafsa ile Zeyneb'e âid çadırlar olduğu) haber verildi. Peygamber (S):

— "Onlar bunları hayr ve tâat mı sanıyorlar?" buyurdu. Ve o ramazân ayında i'tikâfı terk etti de sonra, şevval ayından on gün i'ti­kâf etti. Buhari,İtikaf:6

Hanefilere göre: 
İtikafa girilecek mescidin, cemaat mescidi olması şarttır. Cemaat mescidi, içinde beş vakit namaz kılınsın kılınmasın, imamı ve müezzini bulunan mescittir.
Bu söylediklerimiz, itikafa giren kişinin erkek olması durumunda söz konusudur. İtikafa girecek olan kişi kadın ise, evin içinde namaz kılmak için hazırlanmış olduğu mescidde itikafa girer. Anılan cemaat mescidin de, itikafa girmesi tenzihen(helale yakın) mekruhtur. Kadının mütad (alışılmış olan) olarak namaz kıldığı kendi yeri dışında, başka bir yerde itikafa girmesi sahih olmaz. Bu yer kadın için, ister evinin içinde bir mescid olarak hazırlanmış olsun; isterse kadının namaz kılması için hazırlanmış olsun fark etmeyip aynı hükme tabidir.

Hanefî mezhebine göre kadının kendi evinde namaz kılmak için tahsis edilmiş olan yerde itikâfa girmesi sahih olur.

Hanefî, Mezhebine göre, vacip i’tikaflar için, oruçlu olmak şarttır; sünnet olanlar için şart değildir.

Ebu Hanife ve İmam Mâlik’e göre itikâfın nâfile olarak en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan çoğu olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur.

İtikaf üçe ayrılır:

a. Vacip olan itikâf: Adak olan itikâf vaciptir. Bu, en az bir gün olur ve gündüz oruçla geçirilir. Hz. Ömer, Resulullah (s.a.s)’den, “Cahiliyye devrinde Mescid-i Haram’da bir gece itikâfta bulunmayı adamıştım; ne yapayım” diye sormuş Resulullah (s.a.s); “Adağını yerine getir” buyurmuştur (Buhârı, i’tikâf, 16; Ahmed b. Hanbel, ll, 10).

b- Sünnet olan itikâf: Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek sünnettir. Hz. Âîşe’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) orucun farz kılınmasından ömrünün sonuna kadar Ramazan aylarının son on gününde itikâfa girmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67, 129). Bir yerleşim merkezinde bulunan müslümanlardan birisi bu sünneti yerine getirirse, diğerleri üzerinden bu görev düşer. Bu duruma göre, her yerleşim birimi için itikâf sünnet-i kifâye hükmündedir. Bir kişinin bunu yapması o beldedeki diğer müslümanları sorumluluktan kurtardığı gibi Cenâb-ı Hakk’ın, itikâf yapanın ecrini diğer belde müslümanlarına da vereceği umulur.

c- Müstehab (mendub) olan itikâf: Vacip ve sünnet olan itikâfların dışında itikâfa girmek müstehabdır. Bunun belirli bir vakti yoktur. Hatta mescide giren kimse çıkıncaya kadar itikâfa niyet ederse orada kaldığı sürece itikâfta sayılır. Bu itikâfda oruç şart değildir. Bazı müctehidlerin, itikâf süresinin bir saat bile olabileceği görüsünde bulunduklarını yukarıda zikretmiştik.





Malikilere göre: İtikafa girilen mescidin halka açık olması ve içinde Cuma namazı kılınan bir mescid olması şarttır. İtikafa giren kadın bile olsa, ev içindeki mescidde itikafa girilmez. Kâbe’de veya bir velinin makamında da itikafa girilemez.
Malikî Mezhebine göre, her çeşit i’tikafta oruçlu olmak şarttır.


Şafiilere göre: İtikafa girecek kişi, mescidin sırf mescid olarak vakfedildiğini, yani bu mescidin hisseli olmadığını zannederse, bu mescidde kadın veya erkeklerin itikafa girmeleri sahih olur. Böyle bir mescid, cami olmasa, ya da halka açık olmasa da itikafa elverişli olur.

Peş peşe birkaç gün itikâfa girmeyi adayan kişinin, adadığı bu günlerin içinde cuma da varsa ve bu kişi cuma namazını kılmakla da yükümlü ise, mut­laka cuma namazı kılınan bir mescidde itikâfa girmesi gerekir.

Şafii mezhebine göre ise, mescid dışında itikaf caiz değildir. Kadın kocasından izin alarak mescitte itikaf yapar. Kadının kendi evinde namaz kılma yeri olarak tahsis ettiği yerde itikâfa girmesi sahih olmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz'in eşleri Mescid-i Nebe-vî'de itikâfa girerlerdi.Evlerinde itikâfa girmeleri eğer yeterli olsaydı mescidde itikâfa girmezler­di ve evlerinde itikâfa girmeleri daha uygun olurdu.

Bir kişi Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa dışında belir­li bir camide itikâfa girmeyi adarsa, o camiden başka bir cami veya mescidde itikâfa girmesi caiz olur. Çünkü bu üçü dışında kalan mescidlerden birinin di­ğerlerine üstünlüğü yoktur. Ama bu üç mescidden birinde itikâfa girmeyi ada­yan kişinin, adını belirlediği mescidde itikâfa girmesi vacip olur.

Şafiî Mezhebi, Hz. Ali ve İbn Mes’ud’a göre, vacip i’tikaflarda da oruç tutmak şart değildir; müstehaptır.


Hanbelîlere göre: Kadının da, erkeğin de her mescidde itikafa girmeleri sahihtir. Ancak, kendisine cemaatin vacib olacağı, bir farzın araya girmesi halinde, itikafa girmeye niyet edilmesi durumunda, cemaatin itikafa girenlerden teşekkül etmesiyle de olsa, cemaatle namaz kılınan bir mescidde itikafın yapılması gerekir.


NOT: Huzeyfe ve Said b. el-Museyyeb’e göre, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa dışındaki mescidlerde i’tikaf yapılmaz.




KENZ NEDİR:

"Ben, altından yapılmış halhallar kullanıyordum.Bunun üzerine: Ey Allah’ın Rasûlü! Bu yığıp biriktirilen bir mal mıdır? diye sordum.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
- Zekâtı ödenmesi gereken miktara ulaşıp da zekâtı ödenen mal, kenz/yığıp biriktirilen mal sayılmaz, buyurdu.” (Ebu Dâvud; 2/212-213, hadis no:1564. Dârekutnî; 2/105. Hâkim; 1/390. Beyhakî; 4/83-140.)

HANGİ MALLARIN ZEKATI VAR, HANGİ MALLARIN ZEKATI YOK :

Ebu hanife : 
İmamı Azam'a göre, meyve ve sebzelerin dayanıklılığına ve miktarına bakılmaksızın öşürü verilmesi gerekir.
Ösrün verilebilmesi için mahsulün üzerinden bir sene gibi bir vaktin geçmesi gerekmez.Bir senede birkaç defa alinan mahsulün ösrü, her defa için ayri ayri ödenir.

Delil:
Ayet:
"Ey iman edenler! Kazandiklarinizin iyilerinden ve rizik olarak yerden size çikardiklarimizdan hayra harcayin. " ( Bakara Suresi 267.Ayet )

"Çardakli ve çardaksiz (üzüm) bahçeleri, ürünleri çesit çesit hurmalari, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narlari yaratan O'dur. Herbiri meyve verdigi zaman meyvesinden yeyin. Devsirilip toplandigi gün de hakkini (zekât ve sadakasini) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez." ( En'am Suresi, 141.Ayet )

Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: "Nehir ve yağmur sularının suladığı şeylerden (zekât olarak) öşür (onda bir) alınır. Hayvanla sulananlardan öşrün yarısı (yirmide bir) zekât alınır."Müslim, Zekât 7, (981); Ebü Dâvud, Zekât 11, (1597); Nesâi, Zekât 25, (5, 42).

Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana, sema(dan inen suyun) suladığı mahsülden tam öşür, âletle çıkarılan suyun suladığı mahsülden yarım öşür almamı emretti."
Nesâi, Zekât 25, (5, 42).

Attâb İbnu Üseyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize, hurmaya tahmin biçtiğimiz gibi, üzüme de tahmin biçmemizi ve zekâtını kuru üzüm olarak almamızı emretti, tıpkı hurmanın zekâtını kuru hurma olarak aldığımız gibi."Tirmizi, Zekât 17, (644); Ebü Dâvud, Zekât 13, (1603); Nesâi, Zekât 100, (5,109); İbnu Mâce, Zekât 18, (1819).


İmameyne göre ise dayanıklılığı bir sene olmayan ve beş vesk (bir ton) az olan sebze ve meyvelerin zekâtı gerekmez.(mezhepte tercih edilen görüs Ebu hanifeninkidir).

Delil:
Ali b. Ebî Tâlib'ten:Sebzelerde zekât yoktur." Tirmizî


Şafii ve Maliki mezhebine göre ise, ancak bir muhafaza edilebilen, depolanabilen ve tabii gida maddesi olan hububat ve meyvalar zekata tabiidir. Hububattan arpa, bugday,mercimek, nohut, misir, pirinç ve bakla gibi ürünler; meyvalardan sadece üzüm ve hurma. Bu mezheplere göre tabii gida sinifina girmeyen findik, fistik ve ceviz gibi gidalar zekata tabi degildir.Yine depolanamayacağı ve kurutulamayacagi için seftali, armut, elma gibi meyvalar da zekata tabi degildir.allahdostuseyyid

Ahmed bin Hanbel'e göre ölçülebilen, bekletilebilen ve kurutulabilen mahsullerin zekati verilir.





Şia:

(Şu on şeyde zekat verilir:
1) Buğday
2) Arpa
3) Hurma
4) Kuru üzüm
5) Altın
6) Gümüş
7) Deve
8) Sığır
9) Koyun
10) Farz ihtiyat gereği, ticaret malında (sermayede) [Ayetulllah sistani,ilmihal,zekat]




ZEKAT ZAMANI GELMEDEN ÖDENEBİLİR Mİ?
Fakihlerin çoğunluğu,  zekâtın vücûb sebebi nisab bulunduğu takdirde kişinin zekâtını vaktinden önce ödeyebileceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.
Delil:
... Abbâs ibnu Abdil­muttalib'e gelince, o, Allah Elçisi'nin amucasıdır. Zekât ona vâcibdir. Abbâs'ın zekâtı (zamanından evvel) bir misli ile beraber (verilmiş)dir.Buhari, Zekat:50



İmam Mâlik ile Dâvûd ez-Zâhirî ise, mal ister nisaba ulaşsın ister ulaşmasın vaktinden önce zekâtının verilmesinin câiz olmadığı görüşündedir. Bu iki müctehide göre, sene geçme şartı (havl) nisab gibi zekâtın vücûb şartlarından olup, nasıl namaz vaktinden önce kılınmazsa zekât da vaktinden önce ödenemez.



ZEKATIN DAĞITIMINI KİM YAPAR?
Hanefîler, Hz. Osman dönemindeki uygulamayı esas alarak, açık mallardan alınacak zekâtın toplama ve dağıtım yetkisinin devlete ait olduğu, gizli malların zekâtının ise bizzat mükellef bireyler tarafından ödeneceği şeklinde bir yaklaşımı benimsemişlerdir.

Şâfiîler, gizli malların zekâtının bizzat mükellef birey tarafından ödeneceği görüşünde Hanefîler'le birleşir. Fakat, açık malların zekâtı konusunda biri bunun devlet tarafından toplanıp dağıtılabileceği, diğeri, gizli malda olduğu gibi, mükellef birey tarafından yerine getirileceği şeklinde iki görüş bulunmaktadır.

Mâlikî mezhebine göre ise, zekâtın ilke ve amaçları doğrultusunda yapılmış düzenlemelere tam riayet şartıyla, zekât borçları doğrudan devlete ödenir.

Hanbelîler ise bu konuda bir ayırım ve tercih yapmaksızın, zekât borçlarının devlete verilebileceği gibi, doğrudan hak sahiplerine de ulaştırılabileceğini söylemişlerdir.




ÇOCUK VE AKIL HASTALARI ZEKAT VERİR Mİ?
Ebû Hanîfeye göre; akıllı ve bâliğ olmayanlar, toprak ürünleri ve kamu hukukunun bir parçası olarak alınan zekât türü hariç, zekâtla mükellef değildir.

Fakihlerin çoğunluğuna göre ise akıl hastalarının ve çocuğun her türlü malları zekâta tâbidir. Bu borcu veli ve vâsileri öderler. Zekât vekâletle yerine getirilebilen malî bir ibadettir. Veli zekâtta çocuğun ve akıl hastasının vekilidir. Bu vecîbeyi yerine getirmede onun yerini almaktadır, dolayısıyla onlar adına zekât verir.


Şia:
Altın, gümüş ve ticaret malında, zekâtın farz olması sahibinin yıl boyunca akıllı ve ergen olması şartına bağlıdır. Fakat buğday, arpa, hurma, kuru üzüm ayrıca deve, sığır ve koyunda malik akıl ve ergen olması şart değildir.




TİCARİ MALIN ZEKATI AYNI MAL ÜZERİNDEN Mİ PARA OLARAK MI VERİLİR?
Şafii mezhebine göre Ticari malın zekat olarak çıkarılması caiz değildir.Zekat, ticari malın alındığı nakid (para) cinsinden çıkarılır.
Hanefi mezhebine göre mal olarak çıkarılmasında sakınca yoktur.



ZEKAT FARKLI ŞEHRE GÖNDERİLİR Mİ?
Şafii: Zekat tahakkuk ettiği şehirlerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi caiz değildir.
Hanefi mezhebine göre başka yere gönderilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır.


SENE BAŞINDA NİSABA ULAŞAN MAL SENE SONUNDA NİSAB MİKTARININ ALTINA DÜŞERSE ZEKATI VERİLİR Mİ?
Hanefîler'e göre; bir malda zekâtın farz olabilmesi için, o malın hem sene başında ve hem de sene sonunda nisaba ulaşmış olması şarttır. Bir kimse sene başında nisab miktarına ulaşan bir mala sahip olsa, bu mal sene içinde nisabın altına düşse, hatta tamamen tüketilse, fakat sene sonunda yine nisab miktarına ulaşsa, sene sonu hesabıyla zekâta tâbi olur. Meselâ demir ticareti yapan bir tüccarın deposunda sene başında yüz ton demir varken, sene içinde bunların bir kısmını satış yoluyla tüketse ve yerine elli ton demir alsa, sene sonundaki bu demir ile kasa mevcudunun zekâtını vermekle mükelleftir.

Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre; nisabın bütün sene boyunca bulunması gerekir. Bir mal sene içinde nisabın altına düşerse, ona zekât vâcip olmaz. Bir kimse sene başında nisab veya nisab miktarını aşan bir mala sahip olsa, sene içinde satış ve hibe gibi yollarla bu mal nisabın altına düşse, o kimse nisab miktarı mala sahip olana kadar zekâtla mükellef değildir. Zekât miktarı mala sahip olduğu zaman sene geçme şartı tekrar başlar. Ancak sene içinde elde edilen ticarî kârlarla, sene içinde doğan hayvanlar bundan müstesnadır. Bunlar ana mallara tâbidir.


BORÇLU VE ALACAKLININ  ZEKATI
Hanefiye göre; şahıslara olan borçlar zekât mallarının nisabını düşürürlerse, bu mallarda zekât gerçekleşmez, zekat ödemez. Hanefî mezhebine göre borç, zekâta manidir.Ayrıca borç hangi neviden olursa olsun, toprak ürünlerinde zekâtın vücûbuna mani değildir.
Alacakların zekatı ise alındığı zaman ödenir.İsteyen hemen de ödeyebilir.

İmam Şafiî'ye göre borç hiçbir malda zekâtın vücûbuna engel olmaz,Borçlu zekatını  öder.Zekât ayı geçtikten sonra zekât malları tesbit edilir ve üzerindeki borçlar dikkate alınmaz. (İmam Şafii, el-Umm/42-43)
Delil:
"Bu (ramazan) ayı zekâtınızın ayıdır. Kimin üzerinde borç varsa borcunu ödesin. Öyle ki herkes kendi malını elde edip zekâtını versin." (Mâlik, el-Muvatta’, Zekât, 1/253.)

İmam Mâlik'e göre ise sadece para borcu zekâtın vücûbuna engeldir, nisabı düşürürse zekât farz olmaz.

Şia:
Bir kimse, altın, gümüş veya zekâtını vermek farz olan herhangi bir malı borç olarak alır ve bir yıl elinde olursa, zekâtını vermesi gerekir; borç veren kimsenin üzerine bir şey farz olmaz. Fakat borç veren zekâtını öderse, borç alandan zekâtı kalkar.

EŞE ZEKAT VERİLİR Mİ?
Not :Kocanın karısına zekat veremeyeceği ,zaten karısını bakmakla yükümlü olduğu kesindie.Sorun kadının kocasına zekatındadır.

Aşağıdaki rivayet ve hadisin farklı yorumlanması sorunun kaynağıdır.Kadın eşine zekat verebilir diyenler hadisdeki sadakayı farz olan zekat diye yorumlamıştır.Kadın kocasına zekat değil sadaka verebilir diyenler ise bu hadisdetini sadaka olarak yorumlamıştır:

Rasûlullah (S) bir kurbân yâhud ramazân bayramında namazgaha çıktı. Sonra namazdan ayrılıp insanlara va'z etti ve onlara sadaka vermekle em­retti: "Ey insanlar! Sadaka veriniz!" buyurdu. Akabinde kadınların yanına uğradı ve: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü ben siz kadınları, cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm" bu­yurdu. (Kadınlar:) Yâ Rasûlallah! Ne sebeble kadınlar cehennem hal­kının çoğunluğu olmuşlardır? dediler. Rasûlullah: "Sizler la'neti çok söylersiniz, zevcelerinize karşı ni'meti küfrün (yânî nankörlük) eder­siniz- Ey kadınlar topluluğu! (Ne acîbdir ki) kendini zabteden tam akıllı ve dîninde ihtiyatlı kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, ek­sik dînli hiçbir kimsenin çelip giderebildiğini görmedim" buyurdu. Sonra Rasûlullah, bu konuşmasından ayrılıp evine döndüğün­de, İbnu Mes'ûd'un karısı Zeyneb gelmiş, yanına girmeye izin isti­yordu.
— Yâ Rasûlallah, şu izin isteyen kadın Zeyneb'dir, denildi. Rasûlullah:
— "Zeyneb'lerin hangisidir?" diye sordu.
— İbnu Mes'ûd'un kadınıdır, diye cevâb verildi. Rasûlullah:
— "Evet, ona izin veriniz" buyurdu. Ve Zeyneb'e izin verildi. Zeyneb:
— Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bugün sadaka vermekle emret­tin. Benim yanımda kendime âid bir takım zînetler vardır; bunları sadaka yapmak istedim. Fakat İbnu Mes'ûd, kendisinin ve oğlunun sadaka vereceğim kimselerden daha ziyâde sadakaya müstehıkk ol­duklarını iddia etti; (ne buyuruyorsun?) dedi.
Peygamber (S):
— "İbnu Mes'ûd doğru söylemiştir; kocan ve oğlun, sadaka ve­receğin kimselerden daha ziyâde sadakaya lâyıktır" buyurdu. 
Buhari, Zekat:45
Not:   Tahavi aynı olayı şöyle rivayet etmektedir:
Tahâvî'nin Râita tarikiyle ri­vayet ettiği uzunca bir hadîs dahî te'yîd etmektedir:allahdostuseyyid
Râita bintu Abdillah şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'üd'un eşi Zeyneb, san'atkâr bir kadın idi. Abdullah ibn Mes'ûd ise fakîr idi. İbnu Mes'ûd\ı ve oğlunu Zeyneb İnfâk ederdi. Ve: Seninle oğluna bakmak, beni sadaka vermek­ten men' ediyor; sizinle beraber dışarıya sadaka vermeye gücüm yetmiyor, diye şikâyet ederdi, Abdullah ibn Mes'ûd da cevaben:
—Bize yaptığın harcama ve yardımdan .dolayı sevâb almazsan, ben de se­nin bu ihsanını istemem, demişti.
Bunun üzerine Zeyneb ve İbn Mes'ûd, Peygamber'e giderek, Zeyneb;Peygamber'den:
—Yâ Rasûlallah! Ben san'at sahibi bir kadınım. El emeğimi satar, kazanı­rım.Oğlumun ve zevcimin birşeyleri yok.Bunları ben infâk ediyorum.Bunların maişetinden artırıp, hârice sadaka veremiyorum. Bunları infâk ve İaşeden do­layı bana ecir var mıdır? dedi.
Peygamber:
— "Evet; bunları in/âktan sevâb alırsın. Sen kocanı ve oğlunu infâk et" buyurdu.


Veremez:

İmam-ı Azam'a göre bir kadın, kocasına zekat veremez. Zira aralarında menfaat birliği vardır.Bir kimse, kendi zekatını fakir bulunan zevcesine( kadının geçimi zaten kocasının üzerinedir), usulüne (babasına, dedesine, anasına ninesine...) ve füruune (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına...) veremez. İddet beklemekte olan boşanmış zevcesine de veremez. Çünkü buna vereceği zekatın yararı kısmen de olsa kendisine ait bulunmuş olur. Oysa bu yarar, tamamen kendisinden kesilmiş bulunmalıdır.


Verebilir:
İmam-ı Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise,kadın kocasına zekat verebilir.”(Camiu's-Sağir) (Büyük İslam İlmihali)
İmam Şafii ve İmam Malik'e göre ise, zengin bir kadın fakir olan kocasına zekat verebilir.
Ebû Sevr, Ebû Ubeyd; Mâlikîler'den Eşheb Zahirîler :Zengin bir kadın fakir olan kocasına zekat verebilir.



DEĞİŞİK ÇEŞİTLERDEN AZ MİKTARLAR BİRLEŞTİRİLİNCE NİSAP MİKTARINA ULAŞIYORSA ZEKAT VERİLİR Mİ?
Şafii mezhebine göre:
Kişi her bir nisab miktarından az olan altını ile gümüşünü, nisabı tamamlamak için birbirine eklemek mecburiyetinde değildir. Mesela bir kişinin 10 miskal (40, 9 gr.) altını ile 100 dirhem (280,5 gr) gümüşü varsa bu ikisinin toplamı nisaba ulaşsa bile bu kişi zekat vermekle yükümlü olmaz.


Şafiî mezhebi dışındaki diğer mezheplere göre her biri nisab miktarından az olan ama ikisinin toplamı nisaba ulaşacak miktarda altın ve gümüşe sahip bulunan bir kişi, bu altınları ile gümüşünü birbirine katar ve kırkta birini fakir­lere zekât olarak verir.( Nevevî, el-Mecmû',6/491; Tahtâvî, Haşiye alâ Merâkı'l-Felâh, s. 390.)




ALTININ ZEKATI
NİSAB MİKTARI
Şafii mezhebinde nisab miktarı altında 96.00 gramdır.96.00 gram altın karşılığı parası olan ve bu paranın üzerinden bir yıl geçmesi halinde , o malın kırkta birini fakir ve ihtiyaç sahiplerine vermekle mükelleftir.
Hanefide ise nisab miktarı:80.18 gram altındır.

Not : Sorun şerri birim olan miskalın ve kratın hesaplamasındaki değişiklikten kaynaklanmaktadır.Detay için bknz ölçü ve para


Delil:
 Hz. Ali (RA) demiştir ki: “Senin iki yüz dirhemin olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, bundan beş dirhem zekât vermen gerekir. Yirmi dinar oluncaya kadar da altın paradan sana bir şey lazım gelmez. Yirmi dinarın olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman bu paradan yarım dinar zekât vermen gerekir.”Ebu davud,zekat 5: 1573 ,beyhaki

Yirmi miskalden az altında zekât yoktur” (Dârekutnî, Sünen, II, 93; )
Her kırk dirhemden bir dirhem paranızın zekatını verin. İki yüze tamamlanıncaya kadar size bir şey vermek gerekmez. Para iki yüz dirhem olunca bundan beş dirhem zekat vermek gerekir. Fazlası bu hesaba göre zekata tabidir.[ Bu hadisi Darekutni ile Esrem rivayet etmiştir. Ebu Davud Hz Aliden rivayet etmiştir. Hz. Ali ile İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.( Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı  Ansiklopedisi) ]

Nesâî, Hâkim ve İbn Hibbân'ın rivayet ettikleri Amr b.Hazm hadisi: "Peygamber (s.a.) O'nu bir mektupla Yemen'e göndermişti ki mek­tupta şöyle deniliyordu: 'Her kırk dinarda bir dinar zekât vardır."

 20 miskalden az altında ve 200 dirhemde (gümüş) sadaka(ze­kât) yoktur." (Ebû Ubeyd. Kitâbü'l-Emvâl, s. 413.)


Altının nisabı, yirmi miskal veya yirmi dinar altındır. (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 519-525; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, II, 36-38; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 148 vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 157 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 1-16; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletuh, II, 759).






KADININ ZİYNET TAKILARI ZEKATA TABİ Mİ?

Hanefi mezhebine göre kadının altın takıları 20 miskalden (80, 18 gr.) fazla olursa zekata tabi olur.

Hanefîler dışındaki üç mezhebin de dahil bulunduğu çoğunluğun ictihadına göre zînet, kadının temel (aslî) ihtiyaçlarından sayılır ve zekâta tâbî değildir; yani bunlardan zekât ödenmez. 


Delil:

"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e, yanında kızı ve kızının kolunda altından iki tane kalın bilezik olan bir kadın geldi.
Bu kadın, Yezîd b. Seken'in kızı Esmâ'dır. ( Çeviren )
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- o kadına:
- Bunların zekâtını veriyor musun? diye sordu.
Kadın:
- Hayır, diye cevap verdi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
- Allah Teâlâ'nın, kıyâmet günü bu iki (altın) bileziğin yerine, ateşten iki bileziği koluna takması hoşuna gider mi? diye sordu.
(Hadisi rivâyet eden râvî) der ki:
Bunun üzerine kadın kızının kolundaki bilezikleri çıkarıp Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in önüne bıraktı ve şöyle dedi:
- Bu iki bilezik, Allah -azze ve celle- ve O'nun elçisine âittir (O ikisine fedâ olsun!)." (Ebu Dâvud;zekat 4, hadis no: 1563,Ahmed; 2/178, 204,208. . Tirmizî; 3/29-30, hadis no: 637. Nesâî; 5/38, hadis no: 2479, 2480. Dârekutnî; 2/112. İbn-i Ebî Şeybe; 3/153. Ebu Ubeyd; "Emvâl/Mallar", s: 537, hadis no:1260. Beyhakî; 4/140 )



Şafii mezhebine göre kadınların aşırıya kaçmayacak miktarda takıları zekata tabi değildir. Kadının 200 miskali (818 gr.) aşmayan miktardaki takıları, aşırı miktarda sayılmadığı için zekattan muaftır.

İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre mubah olan kadın süs eşyası zekâta tâbi değildir.


Deliller:
(Kadının kullandığı) ziynet eşyalarında zekât yok­tur." (Beyhakî, Sünen,4/138; Dârekutnî, Sünen, 1/250.)

Hz. Âişe (r.ah) yanında bulunan kardeşi kızlarının velisi idi. Onların altın ve gümüş takılarından zekât vermezdi. Abdullah b. Ömer de (r.a) kızlarına ve cariyele­rine altın ziynetler taktırır, fakat bu ziynetlerin zekâtını vermezdi." (Mâlik, el-Muvatta', Zekât, 1/250.)



Ümmü Seleme (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Altından iş­lenmiş bir ziynet takınmıştım da:
Ya Resûlullah! Bu, kenz midir? diye sordum. Resûlullah (s.a.):
"Bir şey zekâtı verilecek miktara ulaşır, zekâtı da verilirse, kenz değildir," buyurdu.Ebu davud,zekat4:1564 nolu hadis.

İmam Şafiî de şöyle demiştir: "Adamın biri ashaptan Câbir b. Abdullah'a, "Ziynette zekât var mıdır?" diye sorduğunda, Câbir (r.a), "Hayır" demiştir. (Şafiî, el-Üm, 2/34-35.)


Ebu Bekir'in kızı Esmâ'dan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o, "kızlarını altınla süsler ve kıymeti elli bine yakın olmasına rağmen onların zekâtını ödemezdi." (Dârekutnî; 2/109.)


Ebu Ubeyd -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"İsmâil b. İbrahim, Eyyub'dan, o Amr b. Dînâr'dan rivâyet ettiğine göre o şöyle demiştir:
Câbir b. Abdullah'a -Allah ondan ve babasından râzı olsun-:
- Takı olarak kullanılan altın ve gümüşte zekât var mıdır? diye sorulduğunda o:
-Hayır, yoktur, diye cevap vermiştir.
Câbir b. Abdullah'a -Allah ondan ve babasından râzı olsun- devamla:
Peki on bine ulaşsa bile zekât yok mudur? diye sorulduğunda o:
- Bu çoktur, diye cevap vermiştir." (Müsnedi Şâfiî (Sindî tertibi); 1/228, hadis no:629. el-Umm;2/41. Ebu Ubeyd; "el-Emvâl/Mallar", s: 540, hadis no: 1275. Beyhakî; 4/138.)



Şia:
Süs eşyaları alış verişte para olarak  kullanılıyorsa zekatı gerekir.Alış verişte para olarak kullanılmıyorsa zekat yoktur.


İNCİ,YAKUT,ZÜMRÜT ÜN ZEKATI:

Hanefi :   Evde süs ve zînet olarak bulundurulan elmas, zümrüt, yakut, inci ve benzeri kıymetli taşların da zekâtı verilmez. Ama zînet eşya­sı da olsa altın ve gümüşün -nisaba ulaşırsa- zekâtını vermek ge­rekir.


Şafii mezhebine göre, kadının süs ve zinet eşyasından zekât verilmez.




HANGİ TOPRAK MAHSÜLLERİ ZEKATA TABİDİR?
Ebû Hanîfe'ye göre, bütün toprak ürünleri zekâta tâbidir.
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre, toprak ürünlerinin zekâta tâbi olabilmeleri için hububatta olduğu gibi bir sene -çürümeden- kalabilme özelliğine sahip olmaları gerekir.
İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre ise bir sene muhafaza edilebilen gıda maddesi özelliğine sahip toprak ürünleri zekâta tâbidir. Şâfiîler meyveden sadece hurma ve üzümün zekâta tâbi olduğu görüşündedir.
Ahmed b. Hanbel'e göre ölçülebilen, kurutulabilen, dayanıklı olan gıda maddeleri ve insanoğlu tarafından yetiştirilen bütün ürünler zekâta tâbidir. Ahmed b. Hanbel, zekâta tâbi mallarda gıda maddesi olma şartını aramamaktadır. Buna göre pamuk, keten gibi giyim eşyası yapılan maddeler de zekâta tâbidir.



TOPRAK MAHSULLLERİNDE NİSAP VAR MIDIR?
Fakihlerin çoğunluğu toprak mahsulleri zekâtında da nisabın şart ve nisabın beş vesk (=653 kg.) olduğu, bu nisaba ulaşmayan ürünlerin zekâta tâbi olmayacağı görüşündedir.

Delil:  "Beş veskten az (üründe) zekât yoktur " (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1422-1424).

Ebû Hanîfe'ye göre ise toprak mahsullerinde nisab şartı aranmaz. Ziraî ürünler ister az ister çok olsun zekâta tâbidir.
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, tarım ürünlerinin nisâbı 5 vesk, yâni 653 kg.’dır. Ancak bu miktarı aştıktan sonra öşre tâbî olur.5 vesk'e ulaşmayan hububattan ve insanların ellerinde bozulmadan bir yıl kadar kalmayacak sebzelere öşür gerekmez.



Delil:
Ayetler:
Tarım ürünlerinden hasat zamanı (yoksulun) hakkını verin" (el-En'âm, 6/141); Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın helâl ve temiz olanlarından Allah için harcayın" (el-Bakara, 2/267).

Hadis:
 "Toprağın çıkardığı şeylerde öşür vardır" (ez-Zeylaî, a.g.e., II, 384).

Not: 5 vesk(vesak) a 1 ton diyenler de vardır."Beş vesak (bir ton) tan daha az kuru hurmada zekât yoktur" (eş-Şevkânî, a.g.e., IV,126, 138, 141) hadisidir.



Şia:
Buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün zekâtı, ancak nisap miktarına ulaştığı zaman farz olur. Onların nisabı ise, üç yüz sa’dır ki, takriben 847 kilogram olduğu söylenmektedir.



TOPRAĞIN HER İKİ TÜR SULAMA İLE AYNI ANDA SULANMASI  DURUMUNDA:

Hanefi mezhebine göre ekin motor veya satın alınan su ile yıl boyunca veya yılın çoğu sulanıyorsa yirmide bir öşür -zekat- olarak verilir. Yılın yarısından aşağı adı geçen şeylerle sulanıyorsa onda bir zekat çıkarılır.


Şafii mezhebine göre ise ekin hem yağmur, hem motor veya satın alınan su ile sulanıyorsa mahsulün neşvünemasına göre hesaplanıp zekatı verilir.

Mesela dört defa sulanmaya muhtaç olan ekin iki defa yağmur iki defa motor veya satın alınan su ile sulanıyorsa onbeşte bir, üç defa yağmur bir defa motorla veya satın alınan suyla sulanıyorsa onikibuçukta bir zekat çıkarılır.
Şia :
Buğday, arpa, hurma ve üzüm hem yağmur veya ırmak suyu hem de kova ve benzeri şeylerle sulanırsa, kova ve benzeri şeylerle sulandı, denilecek kadar olursa, onun zekâtı yirmide birdir. Fakat ırmak ve yağmur suyu ile sulanmış denilecek olursa, onun zekâtı onda birdir. Her ikisiyle de sulandığı söylenirse, kırkta üçtür.



KİRALANAN ARAZİNİN ZEKATINI KİM VERECEK?
Mal sahibi hiçbir karşılık beklemeden (meccânen) tarlasını ekilmek üzere birine verse, çıkan mahsulün zekâtını bu şahıs öder. Arazi ekilmek üzere belli bir ücretle kiralanmış ise zekât ;

İmâm-ı Âzam'a göre ,arazi sahibinden,

Hanefîler'den Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed (İmâmeyn) ile diğer üç mezhep imamına göre kiracıdan alınır.



YARICIYA VERİLEN ARAZİNİN ZEKATI
İmâm-ı Âzam'a göre arazi, yarıcılık (müzâraa) usulü kiralanmış ise mahsul vergisi yine mal sahibinden alınır,
İmâmeyn'e ve çoğunluğa göre ise mal sahibi ve kiracı, hisselerine düşen mahsulün zekâtlarını ayrı ayrı öderler.


BALIN ZEKATI
Hanefî ve Hanbelî fakihleri bal da toprak mahsulleri gibi zekata tabidir.(1/10)

Şâfiî ve Mâlikî mezhebi fakihleri ise bu konuda sahih bir haberin mevcut olmadığını, balın süt gibi, bir hayvanın ürünü olduğunu, sütün zekâta tâbi olmadığında görüş birliği bulunduğunu, aynı şekilde balın da zekâta tâbi olmaması gerektiğini ileri sürerler.

Mustafa İslamoğluna ait şu görüş en tutarlısıdır:
Balın zekâtını 1/10 oranına göre tayin edip buna da söz konusu hadisi delil getirenler elmalarla armutları karıştırıyorlar. Zaten fakir işbu yüzden "tefakkuhlu fıkıh- tefakkuhsuz fıkıh" ayrımı yapıyor. Bu hadisin söylendiği ortamda bal üretiminin kahir ekseriyeti tabiatta arının ağaç kovuklarına insan emeği ve zahmeti olmaksızın yaptığı bal idi. Bugünkü zahmete, masrafa ve emeğe dayalı ticarî balcılığın onunla hiçbir benzerliği yoktur. Bugün bal üretimi sıradan bir emtia üretiminden farksız, hatta daha da zahmetlidir.
Netice: Bütün bu delillerden sonra diyebiliriz ki bugünkü ticarî balcılıkta bal üretimi diğer emtianın üretiminden farksızdır ve zekâtı 1/40 oranında (% 2.5) verilmelidir.



MADEN VE DEFİNELERİN (RİKAZ) ZEKATI
Not: Sorun rikaz (define)  ile maden ayırımından kaynaklanmaktadır.


Rivayetler:
Buhari:Peygamber (S) beşte bir vergiyi, ancak mâdenlerde vâcib kılmıştır....Buhari, Zekat:65

Şafi ve imam Malikden :Rikâz, Câhiliyet Devri'nde yere gömülen hazînelerdir. Bunların keşf olunanlarında az olsun, çok olsun, beşte bir (nisbetinde vergi) vardır.Buhari, Zekat:67; Müslim, Hudud:45 ; Tirmizi, Zekat:16 ; Ahkam:37 )


Umer ibn Abdilazîz; mâdenlerden üretilen cevherin her ikiyüz dirheminden beş dirhem vergi almıştır (ki bu da kırkta bir'dir)Buhari, Zekat:67



Mâden: Yeraltında yaratılmış ve gömülü olan altın; gümüş gibi kıymetli bir cevheriihtivâ eden topraklardır. Bunlar keşfedilerek ocaklar açılır, işletilir­se, üretilen cevherler vergiye tâbi'dir.

Hazîne: Eski kavimler tarafından vaktiyle yer altına saklanmış altın, gü­müş gibi kıymetli paralara, levhalara, madenî eşyaya denir. Bunlara kenz de denilir. Türkçe'de define denilmesi yaygındır. Bunları bulanlar da vergiye tâbi'dir.

Rikâz: Yer İçinde -yaratılmış yâhud insanlar tarafından konulmuş olsun biriktirilmiş maldır. Binâenaleyh mâdene, define ve hazîneye şâmil umûmî bir lâfızdır. Rikâz yer altında Fatır kudretin yarattığı mâdene denildiği gibi, kadîm kavimlerin yer altına koyup gizlediği hazîneye de denilir. Bu umûmî ma'nâ, İmâm Ebû Hanîfe ve ona uygun ictihâd sahibi imamların görüşüdür. İmâm Mâlik ve Şafiî ise rikâzı, yalnız keşfedilmiş hazînede kullanmışlardır. Bu suretle mâden­lerin rikâz sayılıp sayılmayacağı imamlar arasında ihtilâfı mûcib olmuştur. Bu da alınacak verginin alınma suretindeki ihtilâfı doğurmuştur.

İmâm Mâlik ve Şafiî bu iki mezheb imamına göre rikâz, yalnız keşf olunan definelere deniliyor. Ve bunlar beşte bir derecesinde vergiye tâbi' oluyor. Mâden rikâzdan sayılmıyor. Binâenaleyh kırkta bir nisbetinde zekât alınıyor.

Ebû Hanîfe ile arkadaşlarına göre,madenler de rikâzdan sayılır ve beşte bir vergiye tâbi' dir.



****** farklı bir görüş**


Hanefi mezhebine göre, bu üç grup madenden sadece birinci gruptakiler, yani ısı ile eritilip sekillendirilebilen madenler zekata tabidir. bu mezhebe göre, madenler ganimet hükmünde oldugundan 1/5 nisbetinde zekat vermek gerekir. Eritilmeyen ve sivi olan madenlere ise, zekat vermek gerekmez.

Şafiiler ise, "Ey iman edenler! Kazandiklarinizin iyilerinden ve rizik olarak yerden size çikardiklarimizdan hayra harcayin. " ( Bakara Suresi 267.Ayet ) mealindeki ayeti bütün madenlere tesmil etmezler. Bunlara göre, sadece altin ve gümüs zekata tabidir (1/40), diger madenlere zekat düsmez.

Ahmed bin Hanbel ise bütün madenlerin ayetin sümulü içine girdigini, dolayisiyla zekata tabi oldugunu ifade eder.Ahmed bin Hanbel' e göre madenlerden 1/40 nisbetinde zekat alinir.

Imam Malik de, eğer emek ve masraf çok ise 1/40, emek ve masraf yok ise 1/5'inin zekat olarak verilecegi kanaatindedir.


MADENLERDE NİSAP MİKTARI:
Hanefi mezhebine göre nisap miktari şart degildir.Azi da , çogu da zekata tabidir.
Malikilere, Safiilere ve Hanbelilere göre ise, madenlerde de nisaba itibar edilir. Madenlerde nisap da altin ve gümüsün nisabi kadardir.

Madenlerin zekati ile ilgili diger bir husus da, zekatinin verilmesi için üzerinden bir yil geçmesi gibi bir şartın aranmadığıdır.

Hanefîler'e göre madenlerden alınan 1/5 nisbetindeki vergi fey hükmüne tâbidir, dolayısıyla kamu yararına olmak üzere devlet giderleri içinde sarfedilir.

Diğer mezhep imamlarına göre ise alınan vergi zekâttır ve Tevbe sûresinin 60. âyetinde gösterilen zekât sarf yerlerine harcanır.

NOT: Ahmed bin Hanbel ile Imam Malik in karma görüşü mantıklı görünüyor.Yani; tüm madenlere zekat ve zahmet yoksa 1/5 , varsa 1/40.



SU ÜRÜNLERİNİN ZEKATI
Su ürünlerinden humus (1/5) vermek gerekir, diyenler, deniz ürün­lerini kara ürünlerinden define ve mâdenlere benzeterek hükme varmaktadırlar.Hz. Ömer, İmam Ebû Yusuf, İbn-i Abbas , Haccac, İbn-i Şihab ez-Zührî, ve Hasan b. Ziyâd ,Halife Ömer b. Abdül-Aziz bu görüştedir.

Su ürünlerinden herhangi bir şey vermek gerekmediğini ka­bul edenler ise, bu konuda Hz. Peygamber'den gelen bir nas bu­lunmadığını, nas bulunmayınca böyle bir hüküm getirmenin müm­kün olmadığını ileri sürüyorlar.

Ebû Hanîfe yukarıdaki görüşünü kıyasa dayandırıyor. Balık için şöyle bir benzetme yapıyor: “Balık av cinsinden bir hayvan­dır. Karadaki av hayvanlarından zekât vermek gerekmediği gibi, su ürünlerinden olan balık türündende zekât vermek gerekmez”Anber'in zekâtı konusundaki görüşlerini ileri sürerken İmam Âzam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed Şahabı sözüne dayanıyor­lar. Sözüne dayandıkları Sahabî İbn-i Abbas hazretleridir. İbn-i Abbas Hanber konusunda şöyle demiştir:

“O, denizin toplayıp dışa­rıya attığı bir şeydir. Ondan zekât olarak bir şey vermek gerek­mez.”Cabir, Ebû Hanîfe,İmam Muhammed bu görüştedir.

Not: İbni Abbasla ilgili iki farklı türde rivayet vardır.



HANGİ HAYVANLAR ZEKATA TABİDİR?
Sâime, senenin çoğunu meralarda otlayarak geçiren hayvanlara denilmektedir. Bunun karşılığı olarak yemle beslenen hayvanlara "ma'lûfe", ziraat, nakliyat gibi işlerde kullanılan hayvanlara da "âmile" adı verilmektedir.

Fakihlerin çoğunluğu, hayvanların zekâta tâbi olabilmeleri için aşağıdaki iki şartın aranmasında ittifak etmişlerdir. Senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren hayvanlar olmaları, besi hayvanı olmamaları.Ziraat, nakliyat vb. işlerde kullanılan (âmile) hayvanlardan olmamaları gerekmektedir.

İmam Mâlik bu konuda çoğunluğa muhalefet etmiş, ister sâime, ister besi, isterse çalıştırılan hayvan olsun hepsinin zekâta tâbi olacağı görüşünü savunmuştur.

Şia :
Bütün yıl boyunca kırlarda ve meralarda otlayıp geçinmelidir. Yılın tamamını veya bir kısmını evde toplanmış ot bağlarından beslenen yahut sahibinin veya bir başkasının mülkü olan ekinden otlatılan hayvanlar zekâta tâbi değildir.Ayetullah sistani ,ilmihal,zekat:1872



ATLARIN ZEKATI:

Müslüman kişi üzerine atı için ve kölesi için zekât vermek vâcib değildir.Buhari, Zekat:46
Not: Münferid binek atları ve cihâd atlarında zekât yok; zürriyet ve ticâret için olanlarda zekât vardır.

Ebû Ubeyd bu konuda iki farklı rivayeti yan yana zikretmiştir. Bunlardan birine göre Şam’dan bir grup müslüman Hz. Ömer’e müracaat ederek atlarından zekât almasını istemişler, halife de sahâbeyle istişareden sonra, bu isteği -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir atlardan zekât almadığı gerekçesi ile- reddetmiştir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1364). 
Karşıt anlamdaki öteki rivayete göre ise, Şamlılar Ebû Ubeyde b. Cerrâh’a atlarından zekât alması için müracaatta bulunurlar; o da durumu Hz. Ömer’e bildirip halifeden konu ile ilgili yazılı görüş beyan etmesini ister. Hz. Ömer Ebû Ubeyde’ye yazdığı cevabî mektubunda “atlardan zekât vermek istiyorlarsa, bu zekâtı almasını ve onların fakirlerine dağıtmasını” bildirir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1365)

Atlarda zekât tahakkuk edip etmeyeceği konusunda gerek Hz. Peygamber, gerekse Hz. Ömer’den rivayet edilen hadislerden, Hz. Peygamber devrinde Medine ve civarında atların deve kadar çok bulunmadığı, müslümanların atı sadece savaşlarda kullanmak için yetiştirdikleri, ayrıca ileride satıp para kazanmak maksadıyla topluca at besleme âdetinin henüz yerleşmemiş olduğu anlaşılıyor. Nitekim Hz. Ömer Şam’dan gelen bir grup müslümanın, atlarından zekât alması için yaptıkları teklifi -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir zamanlarında benzer tatbikat olmadığı gerekçesi ile- önce reddetmiş, sonra olumlu karşılamış, daha sonra da, atların tamamen ticarî gayelerle nesilleri elde edilmek için yetiştirildiklerini görünce, bu hayvanlardan zekât tahsili cihetine gitmiştir

Fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in “atların zekâttan istisna edildiğini” bildiren hadislerini esas alıp, bütün atların zekât istisnası olduğu görüşünü benimsemişlerdir, 

Ebû Hanîfe ve öğrencisi Züfer’e göre ise
, “nesli elde edilip ileride satılmak maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde yaşayan, senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlar ya at başı 1 dinar veya paraya göre kıymetlendirilerek, bu değeri üzerinden 1/40 (% 2.5) nisbetinde zekâta tâbi tutulur”

Zâhirî ler atlardan zekatı kabul etmez.



DEVELERİN ZEKATI:

120 DEN FAZLA OLAN DEVELERİN ZEKATI:
Not: 120'den önce sorun yoktur.

İmam Ebû Hanife ve Süfyan Sevrî : «Develer yüzyirmiyi aşarsa, aşan kısımda, develerin sayısı yirmibeşten aşa­ğı olduğu zamanki hüküm uygulanır, yani her beş devede bir koyun veya ke­çi lâzım gelir». Şu halde eğer develer yüzyirmibeş olursa, iki tane üç yaşım dolduran dişi deve ve bir tane koyun veya keçi lâzım gelir. Üç yaşını doldu­ran iki dişi deve, yüzyirmi devenin ve koyun veya keçi de fazla olan beş deve­nin zekâtıdır ve böylece -develerin sayısı yüzkırkbeş oluncaya kadar- her beş deve için bir koyun veya keçi lâzım gelir ve yüzkırkbeş oluncaya kadar- her beş deve için bir koyun veya keçi lâzım gelir ve yüzkırkbeş olunca, iki tane üç yaşını dolduran deve ve bir tane de bir yaşını dolduran dişi deve yavrusu lâzım olur. Üç yaşını dolduran iki deve, yüzyirmi deve için ve bir yaşını dol­duran bir dişi deve yavrusu da yirmibeş deve içindir. Develerin sayısı yüzelli oluncaya kadar ve yüzelli olunca üç tane üç yaşını dolduran dişi deve lâzım gelir. Fakat develer yüzelliyi de aşınca -ikiyüz oluncaya kadar- yine her beş deve için bir koyun veya keçi lâzım gelir ve ondan sonra yine ilk hüküm uy­gulanır» demişlerdir.


İmam Mâlik, «Eğer fazlalık yüzyirmibir-yüzotuz arasında olursa zekât memuru, isterse üç tane iki yaşını dolduran, isterse iki tane üç yaşını dolduran dişi deve alır ve yüzotuz olduğu zaman da, bir tane üç yaşını dolduran, iki tane de iki yaşını dolduran deve alır» demiştir.

İmam Şâfıi, (İmam Malikin öğrencileri de aynı fikirdedir: İbn Kasım,Abdülmelik b. Mâcişûn) Zekât memuru kendi iste­ğine bağlı değildir, develerin sayısı yüzotuz oluncaya kadar üç tane iki yaşını dolduran dişi deve almak zorundadır.



Şia:
Devenin on iki nisabı vardır:
1) Beş deve; zekâtı bir koyundur. Deve sayısı bu miktara ulaşmadıkça zekâtı yoktur.
2) On deve; zekâtı iki koyundur.
3) On beş deve; zekâtı üç koyundur.
4) Yirmi deve; zekâtı dört koyundur.
5) Yirmi beş deve; zekâtı beş koyundur.
6) Yirmi altı deve; zekâtı iki yaşına girmiş bir deve yavrusudur.
7) Otuz altı deve; zekâtı üç yaşına girmiş bir devedir.
8) Kırk altı deve; zekâtı dört yaşına girmiş bir devedir.
9) Altmış bir deve; zekâtı beş yaşına girmiş bir devedir.
10) Yetmiş altı deve; zekâtı üç yaşına girmiş iki devedir.
11) Doksan bir deve; zekâtı dört yaşına girmiş iki devedir.
12) Yüz yirmi bir deve ve yukarısı: Bunların zekâtı ise üç şekilde verilebilir:
 
a- Kırkta bir olarak hesaplanıp, her kırk deve için üç yaşına girmiş bir deve zekât verilir.
 
b- Ellide bir olmak üzere hesaplanıp, her elli deve için dört yaşına girmiş bir deve verilir.
 
c- Her iki işlem yapılıp, kırkta bir ile ellide bir olarak hesap edilir.
 
Ancak, her ne şekilde hesap edilirse edilsin, hesap harici deve kalmamalıdır. Eğer hesaptan hariç bir hayvan kalacak olursa da dokuz taneden fazla olmamalıdır. Meselâ, 140 devesi olan kimse, ilkönce ellide bir hesaplayarak yüz deve için dört yaşına girmiş iki deve, daha sonra kırkta bir hesabını yaparak geri kalan kırk deve için de üç yaşına girmiş bir dişi deve vermelidir.
İki nisap arasında kalan develerde zekât yoktur. Örneğin, develerin sayısı ilk nisap olan beşi geçer, ama ikinci nisaba yani ona ulaşmazsa, yalnız beş devenin zekâtı verilir, diğer develerden zekât verilmez. Sonraki nisaplarda da hüküm aynen böyledir.


Diğer fıkıh uleması ise, «Develerin sayısı yüzotuzu aştığı zaman, her kırk devede bir tane iki yaşını dolduran ve her elli devede de bir tane üç yaşını dolduran dişi deve lâzım gelir» demişlerdir.


Deliller:
Deve sayısının yüzyirmiyi aşanında, her kırk devede bir tane iki yasım dolduran ve her elli devede de üç yaşını dolduran bir tane deve zekât vardır.Buhari, Zekat:39 ,(Ebû Dâvûd, Zekât, 3/4, no: 1568.)


Develerin sayısı yüzyirmiyi aştığı zaman ilk hüküm uygulanır.Ebû Dâvûd, Merâsîl, s. 14-15; Ibn Hazm, Muhatta, 6/34.




SIĞIRLARIN ZEKATI:

Hanefi Mezhebine göre:
Saime, yılın yarıdan fazlasında kırda, çayırda parasız otlayan eti veya sütü için yetiştirilen erkek veya dişi hayvanlardır. Yalnız yünü için, yük taşımak için veya binmek için olursa, saime sınıfına girmez, zekâtı verilmez.Parasız çayırda otlamayıp, evde besleniyorsa, üretmek veya eti ve sütü için de beslense yine zekâtı verilmez. Çift sürmek, yük taşımak, binmek için yetiştirilen hayvanların zekâtı olmaz.

Sığırın sınırı 30 dur. Yani, 30 dan az olan sığırlar için zekat icab etmez.
• Saime (çayıra salınan hayvan) olan sığırın sayısı 30 a ulaştığı zaman, zekat olarak, iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı verilir.
• Sığırların sayısı 40 a varıncaya kadar, ilâve olarak bir şey vermek icab etmez. (Yani 30 - 40 sığır için, iki yaşına girmiş, erkek veya dişi bir buzağı verilir.)
• Sığırların sayısı 40'a ulaşınca, zekat olarak üç yaşına girmiş, erkek veya dişi bir dana verilir.
• İmam-ı Azam’a (ra) göre, 40 dan 60a kadar; artan miktarın da zekatını vermek icap eder. Fazla olan her bir sığır için, üç yaşındaki bir dananın kıymetinin kırkta biri, (fazla olan tiki sığır için, mezkur dananın değerinin yirmide biri...) verilir.
• 60 sığır için, zekat olarak, iki yaşına girmiş erkek veya dişi 2 buzağı verilir.
• Sığırların zekatının hesaplanmasında, 60'dan sonra otuz veya kırk sayılarına itibar edilir. Yani, 60'dan sonra her 30 sığır için bir, iki yaşına girmiş buzağı; veya her 40 sığır için üç yaşına girmiş bir dana hesabı ile zekat verilir.
Mesela: 70 sığır için, bir buzağı ile bir dana; 80 sığır için, iki dana; doksan sığır için üç buzağı; 100 sığır için de, iki buzağı ile bir dana zekat olarak verilir.
• Verilecek zekatın buzağı ile de, dana ile de karşılanma ihtimali olunca, zekat verecek olan kimse muhayyerdir; dilerse zekatı buzağılarla verir, dilerse danalarla verir.
Şöyle ki : 120 sığın olan bir kimse, isterse, bunların zekatı olarak, üç dana verir; isterse dört buzağı verir. (Çünkü, 120 de 3 tane 40 veya 4 tane 30 vardır. Yani 4 x 30 = 120 olduğu gibi 3 x 40 = 120 dir.)
• Zekat hususunda manda (camız) da sığır gibidir. Bunlar karışık bulundukları zaman, birbirine ilave edilirler. Nisabın tamamlanmasında da, zekatın hesaplanmasında da durum böyledir.
• Bu iki cinsten hangisi çoksa, zekat ondan verilir. Bunların sayıları eşit-olursa; zekat ya ednası alasından veya âlânın ednasından ödenir. Zekat, sığırdan verilecekse, onların en kuvvetlisi (âlâsı); mandadan verilecekse, onların en zayıfı (ednası) verilir. Böylece itidal temin edilmiş olur.



Şia'ya göre:
Sığırın iki nisabı vardır:
1) Otuz tane olmasıdır. Sığırın sayısı otuza ulaşır ve diğer şartlara da haiz olursa, zekât olarak iki yaşına girmiş bir buzağı verilir.
2) Kırk sığıra ulaşmasıdır. Bunun zekâtı ise üç yaşına girmiş dişi bir buzağıdır. Otuzla kırk arasında kalan sığırlar için zekât farz değildir. Meselâ, otuz dokuz tane sığırı olan kimse, bunlardan otuz tanesinin zekâtını verir. Yine kırktan fazla olup, altmışa ulaşmayan sığırlardan da yalnızca kırk tanesinin zekâtını verir; altmışa ulaşınca da, birinci nisabın iki katı olduğundan dolayı zekât olarak iki yaşına girmiş iki buzağı vermelidir. Böylece altmıştan sonra her ne kadar çoğalırsa çoğalsın ya otuzda bir olarak hesap edilmeli veya kırkta bir üzerinden hesaplanır ya da her iki işlem yapılarak, otuzda bir ile kırkta birin her ikisiyle hesap edilmeli ve önceden açıkladığımız şekilde zekâtları verilmelidir. Ancak bu işlem, hiç bir sığırı sayı dışı bırakmayacak şekilde yapılmalıdır; eğer hesaptan bir şey artacak olursa da dokuz taneyi aşmamalıdır. Meselâ, yetmiş tane sığırı olan bir kimse, otuzda bir ile kırkta bir üzerinden hesaplayarak otuz sığır için iki yaşına girmiş bir buzağı ve kırk sığır için de üç yaşına girmiş dişi bir buzağı zekât vermelidir. Çünkü yalnız otuzda bir olarak hesap edecek olursa, zekâtı verilmeyen sığırın sayısı on tane olacaktır.

Not: Aynı mantık develer içinde geçerlidir: İki nisap arasında kalan develerde zekât yoktur. Örneğin, develerin sayısı ilk nisap olan beşi geçer, ama ikinci nisaba yani ona ulaşmazsa, yalnız beş devenin zekâtı verilir, diğer develerden zekât verilmez. Sonraki nisaplarda da hüküm aynen böyledir.






DANA VE KUZULARIN ( YAVRULARIN) ZEKATI  VERİLİR Mİ?

Hanefi mezhebi: 
Bir yaşını doldurmayan kuzuların ve iki yaşını doldurmayan danaların zekâtı eğer tek başlarına iseler sayıları kaç olursa olsun verilmez, fakat koyunlar ve sığırlar da varsa, yavrular da hesaba katılır.

Delil:
Süveyd b. Ukle: «Peygamber (s.a.s)’in zekât memuru bize gelmişti. Bir ara ben de gidip yanında oturdum ve:’ ‘Süt emen yavrulardan zekât almamak, karışık olanîaı ı ayırmamak ve ayrı olanları da karıştırmamak için bizden söz alınmıştır’ dediğini işittim. Birisi ona iri hörgüçlü bir deve getirdi de o almadı.[ Ebû Dâvûd, Zekât, 3/4, no: 1579-1580. ]



Şafi , Ebu Yusuf : 
Henüz bir yaşını tamamlamamış hay­vanlardan da -nisaba erişmişse- zekât vermek gerekir. Örneğin kırk oğlak için bir oğlak, kırk kuzu için bir kuzu zekât verilir.






KOYUN ZEKATINDA 300 KOYUNDAN SONRA ZEKAT NASIL HESAPLANIR:

Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî -ve bir kavle göre- Ahmed İbn Hanbel, Sevrî, İshâk, Evzâî'nin ve umumiyetle hadîsçilerin mezhebi budur. Alî ve İbn Mes'ûd:

40 koyundan azına zekât yoktur. Saime 40 koyun üzerinden 1 yıl geçince bir koyun zekât verilir. 120 taneye kadar hep tek koyun verilir. 121`den 201`e kadar iki koyun, 201`den 400`e kadar üç koyun, 400`de 4 koyun zekât verilir. Sonra her 100 adet için, bir tane koyun artırılır. Keçinin zekâtı da koyun gibidir. Erkek ve dişisi zekâtta ayırdedilmez. Bir yaşını tamamlayan koyun ve keçilerden zekât vermek gerektiği gibi, verilecek koyun ve keçinin de, en az bir yaşını tamamlamış olması şarttır. Bir yaşına henüz basmamış koyun ve keçilerde, deve yavrusunda, buzağılarda zekât yoktur.


Şa'bî, Nahaî, Hasen ibn Hayy : 
Bunlar, koyun zekâtının üçyüze kadar olan hesabında icmâ'da dâhil oldukları hâlde, üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar olan zekât mikdânndan i'tibâren icmâ'dan ayrılmışlardır. Bunlar üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar dört koyun verilir, demişlerdir. Ahmed ibn Hanbel'den de böyle bir riva­yet vardır.Şia ekolu de bu görüştedir.

40 koyundan azına zekât yoktur. Saime 40 koyun üzerinden 1 yıl geçince bir koyun zekât verilir. 120 taneye kadar hep tek koyun verilir. 121`den 201`e kadar iki koyun, 201`den 301`e kadar üç koyun, 301`den 400`e kadar 4 koyun zekât verilir.

Ticâret maksadıyle besiye çekilen hayvanlarda, kırlarda otlatılma şartı aran­maksızın, zekât lâzım geldiği fıkıh kitâblannda açıkça belirtilmiştir.

Delil:
"Senenin birçok günleri yaylakta güdülen koyunun zekâtında, koyun sayısı kırk olunca, yüzyirmiye kadar bir koyundur. Yüzyirmi­den ziyâdede de, ikiyüze kadar iki koyundur. Koyun sayısı ikiyüz'den fazla olursa, üçyüze kadar üç koyundur. Koyun sayısı üçyüzden fazla olunca, her yüz koyunda bir koyun zekât vardır.Buhari:zekat:39




ZEKAT VERİLEBİLECEK YERLER

Fakir ve Miskinler: Fakir ve miskinin tarifi hususunda fıkıh alimlerinin ihtilafı bir yana bırakılacak olursa, bu iki zümre; bir günlük yiyeceğini bulamayacak derecede düşkün kimselerden, biraz daha iyi durumda olanlara kadar, nisab miktarı mala sahip olmayan yani zekat vermekle mükellef olmayan bütün Müslümanları da içine alır.

Zekât Memurları: Zekatın devlet eliyle toplanıp dağıtıldığı durumda, zekat toplamakla görevli memurların maaşı da zekat olarak toplananan mallardan verilir.

Müellefe-i Kulûb: Kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen kimselerdir. Bu grubu üç başlıkta toplamak mümkündür:

• Müslüman olduğu halde henüz iman kalbinde oturaklaşmayan kimseler.
• Müslüman olmayan ama Müslüman olması umulan insanlar.
• Müslüman olmadığı halde şerrinden emin olmak ve ortamı yumuşatmak için ihsanda bulunulan şahıslar.

Ancak konuyla ilgili olarak ikinci halife Hz. Ömer'in, kalplerin ısındırılmasına bağlanan hükmü 'artık şartlar değişti, telifi kuluba ihtiyaç yok' diyerek Müslüman olmayan insanlara zekâttan pay verilmesini şartlara bağlı olarak durdurması söz konusudur ki, aynı şartların gerekli olduğu zaman ve yerlerde bu uygulamanın devam edeceğinde şüphe yoktur. Nitekim Ömer b. Abdülaziz döneminde uygulanmış, bir papaza bin dinar maaş verilmiştir.

Köleler: Bilhassa eski tarihlerde yaygın bir uygulama olan kölelik sisteminin temelde karşısında olan İslâm, bu insanlara maddî destek olmak ve hürriyete giden yolları kendilerine kolaylaştırmak maksadıyla zekâttan pay vermiştir.

Borçlular: Normal şartlarda zengin bile olsa insanın işleri bozulmuş ve geçici de olsa bir borç içine girmişse bu şahsa da zekât verilmektedir.

Fî Sebîlillah: 'Allah yolunda' anlamında bir kelimeyle tercüme edebileceğimiz bu alan, oldukça geniş bir yapıyı kapsamaktadır. Allah için kendini adamış ilim erbabını, dini başkalarına da ulaştırma adına gayret sarf eden kişi ve kurumları, genel olarak İslâm kültürünün yaygınlaşması için faaliyet gösteren birçok kişi ve hayır kurumunu, bu kavramın içinde mütalâa etmek mümkündür.

Yolcular: Zekât verilecek bir diğer sınıf da, normal şartlarda zengin olsalar bile yolculuk şartlarında imkânları tükenen ve maddî ihtiyacı bulunan kimselerdir.


ZEKAT VERİLEMEYECEK KİMSELER

a) Ana, Baba, Eş ve Çocuklar. Bir kimse zekâtını kendi usul ve fürûuna veremez.
b) Müslüman Olmayanlar. Fakihlerin ittifakı ile zekât, esasen ibadet içerikli bir mükellefiyet olması sebebiyle, gayri müslimlere, Allah'a, peygamberlerine, âhiret gününe inanmayan kişilere ve dinden dönenlere, yani mürtedlere verilmez.
c) Zenginler. Hanefîler'e göre tabii ihtiyaçlarından fazla "artıcı" özellikte olsun olmasın nisab miktarı mala sahip olan kimselere, onların küçük çocuklarına zekât verilemez.
d) Hz. Peygamber'in Yakınları.



ZEKATIN VERİLİŞ YÖNTEMİ

Hanefîler'e göre zekâtın, alanın onuru zedelenmemesi ve gösteriş şaibesinden uzak olması için gizlice verilmesi daha iyidir.

Şâfiî ve Hanbelîler'e göre ise insanları bu ibadeti yapmaya teşvik etmek için zekâtın açıkça verilmesi daha uygun olur.

Bütün fakihlere göre zekât dışındaki gönüllü ödemeleri gizlice vermek efdaldir. Yüce Allah şöyle buyurur:
"Sadakaları açıkça verirseniz iyi olur. Eğer onları yoksullara gizlice verirseniz sizin için daha iyidir. Böyle yaptığınız için Allah sizin günahlarınızı bağışlar. Allah yapmakta olduklarınızı noksansız bilir" (el-Bakara 2/271).




ZEKAT ÖDEMEYENLERE YAPILACAK MUAMELE:

İmam eş-Şâfiî de önceleri, cimrilik ederek zekât vermeyen yükümlüden zekâtın zorla alınacağı, ayrıca malının yarısına el konacağı görüşünde iken sonradan malına el konma yerine tazir edileceği görüşüne ulaşmıştır.[eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 140]

Zekâtı ödemeyen kimseden zekâtın zorla alınmasından başka, maddi ceza olarak malının yarısının da alınacağı hükmünün; İslam'ın ilk dönemlerine ait olduğu, bu hükmün daha sonraları nesh edildiği bazı alimlerce ifade edilmiştir.[İbrahim b. Ali b. Yunus eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 141; Celalüddin es-Süyutî, Şerhü Süneni'n-Nesâî, V, 16; en-Nevevî, el-Mecmû', V, 332.] Bu görüş sahipleri şu delilleri ileri sürmektedirler: Hz. Peygamber, "Malda zekâttan başka hak yoktur"[İbnu, Mâce, es-Sünen, Zekat, 3.], buyurmuştur. Ayrıca zekât bir ibadettir. O yüzden diğer ibadetlerde olduğu gibi, zekâttan kaçınmak da malın yarısının alınmasını gerekli kılmaz. Zekât ödemeyenin malının yarısının alınması, ibadetler konusunda mali cezaların uygulandığı ilk dönemlere aittir.[eş-Şîrâzî, ; Celalüddin es-Süyutî, Şerhü Süneni'n-Nesâî, V, 16; en-Nevevî, el-Mecmû', V, 332.]

Hz. Ebûbekir o yıl için tahakkuk etmiş zekatını ödemek istemeyenler için , "Allah'a yemin ederim ki bunlar, Resulullah'a verdikleri bir dişi oğlağı bile benden esirgerlerse, bundan dolayı onlarla mutlaka savaşırım",.[el-Buhârî, es-Sahîh, Zekât.1; Müslim, es-Sahîh, İman, 32; en-Nesâî, es-Sünen, Zekât, 3.] demiş ve "ridde" savaşalarını yapmıştır.






FITIR SADAKASININ HÜKMÜ
Fıtır sadakasına "baş zekatı"da denmektedir. Bu şekilde denmesinin sebebi onun şahsa bağlı, şahıs başına konmuş malî bir mükellefiyet olmasındandır. Fıtır sadakası baş için , yani şahsın Ramazan Bayramı'nın birinci gününe kavuşması sebebiyle verilir.

Fıtır sadakası vermek Hanefîlere göre vacib,Bâzı fakîhler de sünnet olduğunu kabul etmişlerdir.

Diğer mezheplere göre ise farzdır.Şia'da da farzdır.
İmâm Buhârî de,kitabında "Fıtr sadakasının farzlığı babı" şeklinde bahsetmesiyle, fıtr sadakasının farz olduğu kanaatini açıklamış oluyor.Buhari,fıtır sadakası:giriş

Delil:
İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) fıtr zekâtını müslümânlardan köle, hürr, erkek, kadın, küçük, büyük üzerine hur­madan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ' olarak farz kıldı. Ve bu zekâtın insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini emreyledi. Buhari,fıtır sadakası:1




FITIR SADAKASI MİKTARI
Hanefî mezhebine göre fıtır sadakası buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm olmak üzere dört çeşit gıda maddesinden verilir. Buğdaydan -ki buna buğday unu ve kavut da dahildir-yarım sâ', diğerlerinden 1 sâ' fitre verilir.
Şafiî mezhebine göre fitre her çeşit hububattan, hurma ve kuru üzümden 1 sâ' olarak verilir. Ancak fitre ülkede veya mükellefin bulunduğu bölgede en çok tüketilen gıda maddelerinden biriyle ödenmelidir.


Fitre Şu Dört Cins Yiyecek Maddesinden Aşağıdaki Miktarlarda Verilir:

Cinsi:                           Miktarı:
1- Buğday                     1460 Gram
2- Arpa                          2920 Gram
3- Kuru üzüm               2920 Gram
4- Hurma                      2920 Gram


FITIR SADAKASININ ZAMANI
Hanefi’de Ramazan-ı şerifte verilir.Ramazandan önce ve bayramdan sonra da vermek caiz ise de, bayram namazından önce verilmiş olması daha çok sevaptır. 
Şafii’de Ramazan-ı şerifte verilir.Ramazandan önce ödenmez,
Maliki’de ve Hanbeli’de ise bayramdan en fazla bir iki gün önce ödenir daha önce  verilemez.
Not: Tüm mezhepler bayram geldiğinde fitrenin verilmiş olmasını tavsiye eder.


FITRAYI KİMLER VERİR?
Hanefi’de nisaba ulaşanın fıtra vermesi vacip, 
Diğer üç mezhepte, bir günlük yiyeceği olanın fıtra vermesi farzdır.

Hanefi’de hanımın fıtrasını kocası vermez,
Diğer üç mezhepte vermesi lazımdır.



FITRA VE KÖLE

Cumhurun görüşü:Tüm kölelerin zekatı verilir ve sahibi tarafından ödenir.
Delil:
İbn Şihâb ez-Zuhrî: Ticâret için hazırlanmış olan kölelerden, yılın sonunda, hem ticâret kıymetlerindeki zekât verilir, hem de bedenlerin zekâtı olan fıtr zekâtı verilir.Buhari:fitre zekatı:8

Ebu Hanife: Efendiye, ticâret kö­lelerinden dolayı fıtr zekâtı lâzım gelmez. Zîrâ bir malda iki zekât lâzım gel­mez.Ticaret kasdıyla tutulan kölenin kendisi de fıtır ödemez.Fakat hizmet için tutulan kölenin fıtrını sahibi öder.Ve bu hizmetçinin müslümân veyâhud kâfir olmasında bir fark görmemişlerdir...


Zahirîler:Aşağıdaki  hadîsin zahirîne bakarak hizmetçinin kendi kazancından kendisinin vermesi vâcibdir; efendisi hizmetçi­sine fıtr sadakasını kazanabilmek için izin verir. Nasıl namaz kılmak İçin izin vermek vâcib ise, bu da vâcibdir, demişlerdir.
Delil: İbn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) fıtr sada­kasını yâhud ramazân sadakasını, erkek, kadın; hürr, memlûk ( köle) üze­rine hurmadan bir sâ' arpadan da bir sâ' farz kılmıştır. Buhari:fitre zekatı:8








SAĞLIKLI OLMAYANA HAC FARZ MIDIR?
Ebû Hanîfe ve Mâlik, sağlıklı olmayı hac yükümlüsü olmanın şartı olarak gördüklerinden bunlara göre sağlıklı olmayan kimseler hac yapmakla mükellef değildir; dolayısıyla yerlerine vekil göndermeleri de gerekmez.

Hanefî imamlardan Ebû Yûsuf ve Muhammed ile Şâfiî ve Hanbelî hukukçularına göre ise, haccedecek mali imkanı olan kişilerden , fiilen haccetmeye engel teşkil eden bir hastalık veya sakatlığı bulunanlar, yerlerine vekil göndermeli veya bunu vasiyet etmelidirler. Fiilen hac etmeye engel hastalık ve sakatlıklar arasında, genel olarak, körlük, kötürümlük ve hac yolculuğuna dayanamayacak derecede hastalık veya yaşlılık durumları gösterilmiştir.



KADIN MAHREMİ VEYA KOCASI OLMADAN HACCA GİDEBİLİR Mİ?
 Kadın kocası olmadan hacca gidebilir mi?
HANEFİ
MALİKİ
ŞAFİİ
HANBELİ
Hayır
Evet
Evet
Hayır
HANEFİ
İmam Ebu Hanife'ye göre kadının ya­nında mahremi veya kocası bulunmadığı takdirde üç konaklık bir mesafedeki sefere çıkması haramdır demiştir. Çünkü şu hadise da­yanarak söylemiştir:
"Hiçbir erkek, yanında mahremi bulunmayan kadınla tenhada başbaşa kalmasın. Hiçbir kadın yanında mahremi bulunmadan sefe­re çıkmasın." 
Buhari-Müslim îbn Abbas(ra) 'dan rivayet etmiştir.
ŞAFİİ
İmam Şafii bu hadisin haccla ilgili olmadığını söylemiştir. Belki diğer seferlerle olduğunu söylemiştir ve kadının yanında mahremi veya kocası bulunmadığı takdirde iki tane güvenilir kadın olduktan sonra (kendisiyle beraber üç kişi) onlarla beraber hacca gider diye ictihadda bulunmuş ve ikinci halife Hz Ömer zamanında Hz Aişe validemizin mahfel içinde yanın­da mahremi bulunmadığı halde başka kadınlarla hacc ettiğini de de­lil olarak göstermiştir.
İmam Malik'te içtihadı aynen böyledir. 
Şia: Evet
Delil:
İmâm Cafer Sâdık’a (a.s) soruldu; “Bir kadın yanında mahremi olmadan hacca gidebilir mi?” İmâm (a.s) buyurdular; “Nefsini, ırzını koruyabilecek ise (her yönden emniyette olacaksa), evet gidebilir.Furû-u Kâfî: c: 4 sh: 282, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 2 sh: 268


Hanefî mezhebine göre, haccedebilmek için seferîlik hükümlerinin uygulanacağı bir mesafeyi katetmek durumunda olan kadınlar tek başlarına hac yolculuğuna çıkamazlar."yanlarında eşlerinin veya bir mahremlerinin bulunması" şarttır.Tek başına yapamaz.Çünkü yaya olarak üç günlük(üç konaklık) (100 km) mesafeyi kadın tek başına gidemez.

DELİL:
«Allah (cc)'a ve ahiret gününe inanan bir kadına, yanında kocası ve mahremi olmak­sızın üc günden fazla yolculuk yapması haramdır» hadisi ve Ibn-i Abbas (ra)'tan rivayet edilen, «Resulullah (sav) bir gün hutbede, «Kadın, mah­remi olmaksızın yolculuk yapmasın» buyurdu. Bir sahabî ayağa kalkarak, «Ya Resulullah (sav) orduya katılmak için hazırlanıyorum. Hanımım İse hacc yapmak İstiyor,» deyince, «Sen, hanımınla hacc yap» buyurdu»
"Hiçbir erkek, yanında mahremi bulunmayan kadınla tenhada başbaşa kalmasın. Hiçbir kadın yanında mahremi bulunmadan sefe­re çıkmasın."(Buhari-Müslim îbn Abbas(ra) 'dan rivayet etmiştir.)

Şâfiî mezhebinde ise katedilecek mesafeden ziyade yol emniyeti ve kadınların güvenliği esas alındığından koca veya başka bir mahremin bulunması şart koşulmamış, bunun yerine kadınların bunu sağlayacak şekilde ağırlıklı görüşe göre üç kadının yer aldığı- bir grup oluşturmaları yeterli görülmüştür. Bununla birlikte iki kadının hatta kendini güvenlik içinde hissediyorsa bir kadının -sadece- farz olan hac görevini yerine getirmek için tek başına yola çıkması câiz görülmüştür.
Bir kadın, haccda birkaç kadınla birlikte olursa -namus emniyeti sağlanmıştır- yanında mahremi ve kocasının bu­lunması haccın vücup şartlarından değildir.

DELİL:
Imâm-i Şâfî ve Mâlik ise mahremin bulunmasını şart olarak görmezler. Onlar da delil olârak şu âyet-i kerime`yi gösterirler: "Beytullah`ı haccetmek, ona yol bulabilenler için, insanlar üzerinde Allah`ın bir hakkıdır." (3/97) Bu âyet; mahremi olan ya da olmayan diye ayrılmıştır (umumidir). Binaenaleyh, maddi imkânı ve en az iki güvenilir kadın arkadaşı bulunan kadın da farz olan haccına gitmelidir derler.


İkinci halife Hz Ömer zamanında Hz Aişe validemizin mahfel içinde yanın­da mahremi bulunmadığı halde başka kadınlarla hacc ettiğini de de­lil olarak göstermişlerdir.


Mâlikî mezhebine göre ise, kocası veya bir mahremi bulunmayan yahut ücretle bile olsa kendisiyle birlikte hacca gelmeyen bir kadın, güvenli bir kafile ile birlikte, bu kafilede başka kadınların bulunup bulunmaması dikkate alınmaksızın hac yolculuğuna çıkabilir.




HACCIN FARZLARI KAÇTIR?
1- "İhrama girme"
2- "Arafat vakfesi"
3- "Ziyaret tavafı
4- "Say yapmak"
5- "Saçları traş etmek"


Hanefîler: İlk üç maddedir.
Mâlikî ve Hanbeli: İlk dört maddedir.
Şâfiîler: Beş madde de farzdır.Bu rükünler yerine getirilirken ilk üçünde sıraya riayet etmenin de farz (rükün veya şart) olduğunu söylemişlerdir. Rükünlerin tamamı, usulüne göre yapılmadıkça, ceza ve kefâret ödemekle hac sahih olmaz. Eksik kalan rüknün tamamlanması veya haccın kazâsı gerekir.




İHRAMA GİRMEK İÇİN ŞART NEDİR?

1- Niyet
2-Telbiye

Hanefîler: İlk iki maddedir.
Mâlikî ve Hanbeli, Şâfiîler:Niyyet yeterlidir



İHRAMA GİRME ZAMANI
Hac ayları girmeden hac menâsikinden hiçbiri yapılamaz. Ancak ;
Hanefî ve Mâlikîler'e göre, mekruh olmakla birlikte henüz hac ayları başlamadan ihrama girmek câizdir.
Şafilere göre bu durumda hac geçersiz olur.Yapılan hac umre yerine geçer.



İHRAMA GİRMEDEN ÖNCE KOKU SÜRÜNMEK:

Mâlikîler kokuyu, hissedilip rengi kalıcı olmayan yasemin, reyhan, gül, menekşe ve benzeri gibi kokular ile kokusu hissedilip rengi kalıcı olan misk, zaferân, kâfur, amber ve benzeri gibi olanlar şeklinde ikiye ayırmaktadırlar. İlkinin koklanması ve kullanılması mekruh olup fidye gerektirmezken ikincisinin kullanılması veya dokunulması kokusu hissedilsin ya da hissedilmesin, eseri kalsın ya da kalmasın mekruh olup fidye gerektirir.

Hanefî ve Hanbelîlere göre, elbiseye koku sürmek hiçbir surette caiz değildir.Cezası bir fitre miktarı sadaka vermektir.

DELİL:
Resulullah’a soruldu: “Koku süründükten sonra cübbe giyerek ihrama giren bir adamın durumu hakkında ne buyurursun?” O da şöyle cevap verdi:

“Bedenine sürdüğün kokuyu üç kez yıka. Üzerindeki cübbeyi çıkar. Sonra da hac ibadetinde yaptığını umrede de yap.” (Buhârî, Hac, 17, Umre, 10; Müslim, Hac, 6)

Şâfiî mezhebinde ihrama girerken,ihrama koku sürme caizdir.Girdikten sonra sürülmez.
DELİL:

Aişe validemizden şöyle nakledilmiştir:
“Ben Allah’ın Elçisi’ne ihrama girerken bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim.” (Buhârî, Hac, 7, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37; Tirmizî, Hac, 77; Dârimî, Menâsik, 10)

“Allah’ın Elçisi telbiye getirirken saçlarının arasında misk parıltısını görüyor gibiyim.” (Müslim, “Hac”, 39)

“Allah’ın Elçisi, ihrama gireceği zaman bulabildiği en güzel kokuyu kullanırdı. Sonra kokunun parıltısını başında ve sakalında görürdüm.” (Buharî, Hac, 144)
NOT: Aişe'den nakledilen olayın Veda haccında olması ,diğerlerinin delilllerinin daha önce (İbn Hazm ve başkalarının beyânına göre Hicret'in sekizinci yılın­da Huneyn gazasından dönülüp ganîmet mallan taksim edildiği zaman) olması Şafilerin delilini kuvvetli hale getiriyor.





İHRAMA GİRDİKTEN SONRA HACCI FESHEDİP UMREYE DÖNÜŞTÜRMEK

Hanefi, Şafii ve Maliki mezheplerine göre umreyi mi haccı mı yoksa umre ve haccı birlikte mi yapacağına karar verip niyet ederek ihrama girdikten sonra artık bu niyeti iptal etmek veya değiştirmek caiz değildir. Niyet edilen haccı veya umreyi niyet edildiği şekliyle tamamlamak vaciptir.

Hanbelî mezhebine göre, ifrad veya kıran haccına niyet eden kimse, tavaf ve sa’y yaptıktan sonra, hac niyetini feshedip haccını umreye çevirerek tıraş olup ihramdan çıkabilir. Daha sonra hac niyeti ile ihrama girerek tavaf, vakfe ve sa’y yapar, böylece temettü haccı yapmış olur.

Delil:
Hanefi, Maliki ve Şafii mezhepleri “Hac ve umreyi Allah için tamamlayın”(Bakara, 196) anlamındaki ayeti delil getirerek haccın feshedilip umreye dönüştürülmesini caiz görmemişler ve Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'ın bu konudaki uygulamasının ashaba özgü olduğunu söylemişlerdir.








HAREM BÖLGESİNE İHRAMSIZ GİRİLİR Mİ?
Hanefi ve Malikilere göre, ister hac ve umre, ister ticaret ve ziyaret gibi başka maksatlarla olsun, doğrudan Mekke'ye veya Harem bölgesine girecek olan afakîlerin mîkat sınırını geçmeden ihrama girmeleri vaciptir. Çünkü ihram bu kutsal beldeye tazim için vacip kılınmıştır. Bu konuda hac ve umre için gelenlerle, başka maksatlar için gelenler arasında fark yoktur. Bu durumda olan afakîler, usülüne göre hac veya umre yaptıktan sonra ihramdan çıkarlar.

Şafiî Mezhebinde ise, hac veya umre kasdı olmadığında; afakîlerin Harem bölgesine veya Mekke'ye ihramsız girip çıkmaları caizdir.



ARAFAT'TA VAKFENİN VAKTİ NE ZAMANDIR.?
Üç mezhep: Zeval vaktinden yani güneşin tepe meridyeni üzerine geliş vaktinden bayramın ilk günü "fecr-i sâdık" denilen tan yerinin ağarmaya başladığı zamana kadar geçen süredir.

Hanbelîler'e göre vaktin ilk anı, arefe günü fecr-i sâdık ile başlar. Hanbeliler vakti daha erken başlatmaktadır.



ARAFAT'TA NE KADAR DURMALI?

Hanefîler'e göre arefe günü gündüz Arafat'ta bulunanların, mazeretsiz olarak güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılmamaları vâciptir. Mazeretsiz olarak ayrılan kimse, henüz güneş batmadan bu bölgeye tekrar dönerse, bir şey gerekmez; aksi halde ceza (dem) gerekir.Fakat gündüz Arafat'ta bulunmayıp güneş battıktan sonra gelenlere bir ceza gerekmez.

Hanbeli ve Şâfiîler'e göre, güneş batmadan ayrılanlara da ceza gerekmez.

Mâlikî mezhebinde ise, gecenin bir cüzünde Arafat'ta bulunmak vakfenin sıhhat şartıdır. Güneş batmadan Arafat'tan ayrılıp bir daha dönmeyen kişinin haccı bâtıl olur.Gündüzün çok az da olsa bir kısmında Arafat'ta bulunmak Mâlikîler'e göre vâciptir. Süresi içinde kısa da olsa bir müddet Arafat'ta bulunamayanlar hacca yetişememiş olurlar. Daha sonraki senelerde yeniden haccetmeleri gerekir.


ZİYARET TAVAFI NE ZAMAN BAŞALAR?
Hanefî ve Mâlikîler'e göre ziyaret tavafının vakti bayramın ilk günü fecr-i sâdıktan itibaren başlar.
Şâfiî ve Hanbelîler'e göre ise ziyaret tavafının vakti, arefe günü gece yarısından itibaren başlar.
Delil:
Hz.Aişe’den rivayet edilmiştir: “Peygamber aleyhisselatu vesselam Kurban bayramının ilk gecesinde eşi Ümmü Seleme‘yi (önceden) gönderdi. O da fecr-i sadıktan önce şeytanı taşladı, sonra da gidip ziyaret tavafını yaptı.”Ebu Davud, Menasik, 66, II, 481.


ZİYARET TAVAFININ SON SÜRESİ NE ZAMAN BİTER?
Ebû Hanîfe'ye göre Ziyaret tavafı ilk vaktinden sonra her zaman yapılabilirse de( ancak vacip terk edildiği için dem gerekir)   bu tavafın kurban kesme günlerinde, yani bayramın üçüncü günü güneş batıncaya kadar yapılması gerekir;
Mâlikîler'e göre ise zilhiccenin sonuna kadar yapılması vâciptir. Mazeretsiz olarak daha sonraya bırakılırsa ceza (dem) gerekir.
Şâfiî ve Hanbelîler ile Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise, ziyaret tavafının bayramın ilk üç gününde yapılması vâcip değil, sünnettir. Mazeretsiz olarak daha sonra yapılması mekruh ise de ceza gerekmez.



MİNA'DA GECELEMELİ MİDİR?
Hanefî mezhebinde, şeytan taşlanan günlerde Mina'da gecelemek sünnettir.
Diğer üç mezhepte ise, mazereti olmayanların bu gecelerden her birinin yarıdan çoğunda Mina'da bulunmaları vâciptir. Aksi halde ceza gerekir.



HACDA TELBİYEYE NE ZAMAN SON VERİLİR?
Hanefî ve Şafiî Mezheple­rine göre Akabe cemresine ilk taş atılınca, telbiyeye son verilir; bu anda telbiyelere cevap verilmiş olur.

Maliki Mezhebine göre, arefe gününün zevalinden itibaren telbiyeye son verilir. Çünkü o gün, Arafat'ta vakfe yapmakla en bü­yük rükün yerine gelmiş, dolayısıyla telbiyeye cevap verilmiş olur.




ŞEYTAN TAŞLAMANIN GÜN İÇİNDEKİ VAKTİ NE ZAMANDIR?
Taşlamanın gün içindeki başlama vakti tartışmalıdır:

Hanefi Mezhebine göre, taşlama, mutlaka fecirden sonra yapılır.
Şafiî Mezhebine göre, şeytan taşlamanın vakti, bayram ge­cesinin yarısından başlar, teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder.
Maliki Mezhebine göre, teşrik günlerindeki taşlamaların vakti, her gün zevalden güneş batana kadarki zamandır. Taşla­mayı zevalden önce yapmak sahih değildir; iade edilmezse dem ge­rekir; her gün öğle namazından önce taşlama yapmak menduptur.
Hanbelî Mezhebine göre, taşlama, Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra gece yarısından başlar; bununla birlikte, teşrik günlerindeki taşlamaları zevalden önce yapmak sahih değildir.
Zeydiye Mezhebinin Hâdeviye koluna göre, gücü yeten, fec­rin doğuşundan sonra taşlar, mazereti bulunanlar gece yarısından itibaren taşlayabilir.
Sevrî ve Nehaî'ye göre, gücü yetenler, güneş doğduktan sonra taşlama yaparlar.



ŞEYTAN TAŞLAMAYANIN CEZASI?
Teşrik günlerinde remyu'l-cimar işlemini yapmayanlara, daha sonra bunu yapmaları gerekmez:

Malik'e göre, taşlamanın bütününü veya bazısını, ya da bi­rini terkedene dem gerekir.
Ebu Hanife'ye göre, bütünü veya sadece akabe cemresindeki taşlama terkedilirse dem; bir veya daha fazla cemre terkedilirse, her biri için bir fitre gerekir.
Eş-Şafiî'ye göre, biri için bir, ikisi için iki müd buğday tasadduk etmek, üçü için dem kesmek gerekir.
Sevrî de eş-Şafiî'nin görüşündedir; ancak Sevrî'ye göre, dördüncüde dem (Küçük baş hayvan) gerekir.
Zahirî Mezhebine göre, cemrelerin terke di mesinden dolayı hiçbir ceza gerekmez.




VAKTİNDE ATILAMAYAN TAŞLARIN KAZASI
Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik'e göre, vaktinde atılamayan taşlar, taşlama süresi içinde kazâ edilse de cezası düşmez. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise taş atma süresi içinde kazâ edildiği takdirde ( bayramın son günü ,en son vakittir)cezası düşer.

Şâfiî ve Hanbelîler'e göre ise vaktinde atılamayan taşlar bayramın dördüncü günü güneş batmadan önce atıldığı takdirde, kazâ değil, eda sayılır. Gecikmeden dolayı ceza da gerekmez.



ŞEYTAN TAŞLANDIKTAN SONRA TIRAŞ, KURBAN NEREDE , NE ZAMAN VE SIRASI NASIL OLMALIDIR?
Hanefî Mezhebine göre, ihramdan çıkabilmek için, bay­ram günlerinde ve Harem bölgesinde tıraş olmak vaciptir. Bu gün­lerde tıraş olmadıkça ihramdan çıkılmaz; Harem bölgesi dışında tıraş olunursa kurban kesmek gerekir.

Ebu Yusuf’a göre, tıraş için belli bir zaman ve yer yoktur; eş-Şeybani'ye göre belli yer vardır, fakat zaman yoktur; Züfer'e göre belli zaman vardır, yer yoktur; Ebu Hanife'ye göre, hem belli zaman ve hem de yer vardır. Tıraş bayram günlerinden sonra ve Harem dışında yapılınca, Ebu Hanife'ye göre dem gerekir; Ebu Yusuf’a göre dem gerekmez; eş-Şeybani'ye göre Harem, Züfer'e göre bayram günleri dışında tıraş olunduğu için dem gerekir.
İmam Malike göre, akabe cemresini taşlamazdan önce tıraş olana fidye gerekir; Fakat akabe cemresini taş­ladıktan sonra, kurbandan önce tıraş olana, Malik'e göre hiçbir ceza gerekmez

Eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Davud ez-Zahirî ve Ebu Sevr'e göre, hiçbir ceza gerekmez. ; Ebu Hanife'ye göre, taşlamadan veya kurbandan önce tıraş olana dem, -kıran haccı yapıyorsa iki dem- gerekir; Zü­fer'e göre, kıran haccı yapana üç dem gerekir. Taşlama yapmadan önce kurban kesene hiçbir ceza gerekmez;

Delil:
Abdullah b.Abbas (r.a) tan rivayet edilmiştir:
Sahabeden biri Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'a;
-”Şeytan taşlamadan ziyaret tavafını yaptım, (olur mu?)” diye sordu. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam,
“Zararı yok, (olur)” cevabını verdi. Bir başka sahabi,
-”Kurban kesmeden tıraş oldum, (olur mu)” diye sordu. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam,
-”Zararı yok, (olur)” buyurdu. Bir başka sahabi,
-”Şeytan taşlamadan kurban kestim (olur mu) diye sordu. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam,
-”Zararı yok (olur) buyurdu” (Buhârî, Eyman ve’n-Nüzur, 15, VII, 226.)




SAÇIN NE KADARI TRAŞ EDİLMELİDİR?
Hanefîler'e göre saçların tıraş edilmesi veya kısaltılmasında vâcip olan miktar, başın en az dörtte birindeki saçlardır. Başın sadece dörtte birinde veya daha az kısmında saç varsa, hepsinin tıraş edilmesi veya kısaltılması gerekir. Ne kadar kısmında olursa olsun, saçların tamamının tıraş edilmesi veya kısaltılması ise sünnettir.

Şâfiîler'de, vâcibin ifası için üç tel saçın tıraş edilmesi veya kısaltılması yeterlidir.
Mâlikî ve Hanbelîler'e göre ise saçların tamamının tıraş edilmesi veya kısaltılması vâciptir.



VEDA TAVAFININ HÜKMÜ
Hanefî mezhebinde vedâ tavafının Mekke'den ayrılırken yapılması daha faziletli ise de önceden yapmak da câizdir.Veda tavafını yaptıktan sonra hemen Mekke’den ayrılmak sünnet ise de ayrılmayıp bazı işlerle meşgul olsa yeniden veda tavafı yapması gerekmez.
Hanbelîler'e göre, vedâ tavafı Mekke'den ayrılırken yapılır. Aksi halde iadesi gerekir.
Şafii mezhebine göre, veda tavafının, bütün işler bitirildikten sonra tam yola koyulmak üzere iken yapılması ve yapıldıktan hemen sonra dönüş yolculuğuna başlanması vaciptir.Aksi halde iadesi gerekir.
Mâlikîler'e göre ise vedâ tavafı vâcip değil sünnettir.

HANGİ TÜR HAC DAHA FAZİLETLİDİR?
Bunların fazilet bakımından sıralanışı ;

Hanefîler'e göre kırân, temettu‘, ifrad;
Mâlikîler'e göre ifrad, kırân, temettu‘;
Şâfiîler'e göre aynı yıl arkasından umre yapmak şartıyla ifrad, temettu‘, kırân;
Hanbelîler'e göre ise temettu‘, ifrad, kırân şeklindedir.

Bu görüş ayrılığının sebebi, Hz. Peygamber’in yaptığı haccın eda biçimine ilişkin rivayetlerin farklı olmasıdır.




MEKKELİLER TEMETTÜ HACCI YAPABİLİR Mİ?
Üç mezhebe göre, Mekkeliler, temettü haccı yapabilir, fakat hedy ve oruç gerekmez.
Malik'e göre, Mekkelilerin temettü haccı yapması mekruh­tur.





KADINLAR ÖZEL HALLERİNDE KABEDE HACCIN TAVAFINI YAPABİLİR Mİ?
Cumhura göre taharet tavafın sahih olmasının şartıdır. Bu durumda adetli iken tavaf cumhura göre sahih değildir.

Hanefîlere göre ise tavafın vâciplerindendir. Bu durumda yapılan tavafın iadesi vaciptir. İade edilmediği takdirde de bedene gerekmektedir.

Bu hususta Hz. Âişe (ra)'den rivayet edilen hadis-i şerifin anlattığı son derece açıktır. Normal durumlarda adetli bir hanım, âdeti sona erinceye kadar Kabe'yi tavaf edemeyecektir. Bu durumda farz tavaf için refakatçisi yanında kalacak, temizlenip tavafını yaptıktan sonra beraberce döneceklerdir.

Hz. Safiyye (ra) ile ilgili olarak anlatılan şu olay da bu hususta nasıl hareket edileceğini göstermektedir: Buhârî'nin Âişe validemizden naklettiğine göre, o, Resûlullah'a şöyle söylemiş: "Ya Resûlallah! Safiye bint Huyey hayız oldu." Bunun üzerine Resûlullah, "Demek o bizi alıkoyacak? Sizinle tavaf yapmadı mı?" diye sormuş; "Evet, bayramın birinci günü yaptı" demişler. Bunun üzerine "O zaman yola çıksın" buyurmuşlar.

Bu rivayetten şu anlaşılmaktadır: Şayet farz tavafı yapmamış olsaydı, Resûlullah eşinin âdetinin bitmesini bekleyecek, âdeti bitip tavaf yaptıktan sonra hareket edecekti.

Geçmişte asırlar boyu uygulama hep böyle olmuştur. Selef böyle hareket etmiş, ilim adamları da böyle söylemişlerdir. Âlimler hac emîrine hayızlı kadınlar temizlenip tavaf yapıncaya kadar kalmasını emretmişlerdir.

İbni teymiyye: Hayızlı kadın, hac menâsikinden güç yetirebildiğini yapar, yapmakta aciz kaldığı kısımlar ise sakıt olur. Dolayısıyla kadın temiz halde yapma imkânı bulamadığı zaman adetli halde ziyaret tavafını yapar. Tıpkı ihrama girerken gusül yaptığı gibi bu halde iken tavaf yapacağı zaman da gusül yapması uygun olur. Hatta bu konumda gusül yapması, ihrama girerken yaptığı gusülden daha önceliklidir. Tavafa gideceğinde akıntı olmaması için gerekli tedbiri alır ve gider tavafını yapar. Bu hususu ele alan nasların ve benzer temel kuralların gösterdiği budur. Bunda temel kurallara bir aykırılık yoktur.

'Hayızlı kadın, tavafın dışında hac menâsikinin tamamını yapar.' hadisi gibi naslar, tavaf için taharetin farz olduğunu göstermektedir. Tıpkı Hz. Peygamber (sas)'in 'Birinizin abdesti bozulduğu zaman, abdest alana kadar namaz kılmasın' hadisi ve benzerlerinde olduğu gibi bunlar, mutlak olarak far-ziyyeti gösterir. Malumdur ki, 'Gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı takva sahibi olun' âyetinde olduğu gibi bütün bunların farz oluşu, güç yetirebilme şartına bağlıdır. Allah Resulü (sas) şöyle buyurmuştur: 'Size bir şey emrettiğim zaman, onu gücünüz yettiği kadar yerine getirin.'

Diğer taraftan tavafta taharet nihayet şarttır. Malûmdur ki, namazda şart oluşu, tavafta şart oluşundan daha tekitlidir. Bununla beraber bu şart namazda zaruret durumunda veya yerine getirilmekten aciz kalındığında düşebil-mektedir. Sözgelimi özür kanaması olan kadın, devamlı idrar damlaması olanlar ve benzeri mazeretliler, Müslümanların ittifakıyla tavaf yapabilmekte ve namaz kılabilmektedirler. Halbuki hades, onlar hakkında da hadestir. Şu var ki, arada fark vardır. Bu fark, özürdür. Durum böyle olunca ve bu çerçevede namazın şartları acizlik halinde düştüğüne göre, aynı şekilde acizlik durumunda tavafın şartlarının düşmesi daha öncelikli ve daha uygundur(...).

Kadına bu durumda ceza kurbanı gerekmesi meselesine gelince, bizim teveccüh ettiğimiz görüş, ona ceza kurbanı gerekmemesi yolundaki görüştür. Çünkü Müslüman, vacibi herhangi bir kusuru olmaksızın terk ettiği zaman ona ceza kurbanı gerekmez. Hayızlı tavaf farzını terkte herhangi bir kusur göstermemiştir. Çünkü tavafa engel olan şey, yani hayız, kendi isteğiyle veya iradesiyle meydana gelmemiştir. Dolayısıyla ceza kurbanı gerekmez."

İbn Kayyim el-Cevziyye (ibni teymiyyenin öğrencisidir) : “Hac ibadetinin ifa edildiği ilk zamanlarda hacca gelen kafile, bireylerinin hepsi görevlerini bitirmedikçe memleketine dönmezdi. Mesela kafileden bir kadın hayız görür de tavafını yapamazsa kafile o kadının hayızdan temizlenmesini bekler, kadın temizlenir tavafını yapar ondan sonra memleketlerine dönerlerdi. Fakat günümüzde durum böyle değildir. Dünyanın bir köşesinden ibadet için hacca gelmiş bir kadın, tavaf günlerinde hayızlı olursa tavafını yapamaz. Fakat hayızdan temizleninceye kadar kafilesi onu beklemeyebilir, ülkesine döner. Kadın da onlardan ayrılamayacağına göre, tavaf yapmadan ülkesine dönme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. O zaman burada bir zaruret durumu vardır. Ve zaruretler haramları mubah kılar. Eğer kafile, kadının temizleneceği güne kadar Mekke’de kalacaksa kadın temizleninceye kadar haccın tüm gereklerini yerine getirir ama tavaf etmez. Temizlendiği zaman tavafını yerine getirir. Fakat kafile kadının temizleneceği zamana kadar Mekke’de kalmayacaksa o zaman kadın hayızlı olduğu halde ziyaret tavafını yerine getirir.” (İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lamu’l-Muvakkıîn, Beyrut, 1986, c. 3, s. 25-40)




SAFA MERVE TEPELERİ SAY YAPMANIN HÜKMÜ NEDİR?

Fakihler, Safa ile Merve arasında sa´y yapma hususunda üç kısma ayrılmışlardır.

1. Sa´y yapma. Haccın rükünlerindendir. Kim say yapmazsa, Haccı batıl (geçersiz)dir. Bu, Şafiî ve Maliki mezheblerinin görüşü olduğu gibi imam Ahmed bin Hanbel (ra)´in iki rivayetinden birisidir. Onlar da. Saha­belerden İbn-i Ömer (ra), Cabir (ra) ve Aişe (r.anha)´dan rivayet etmiş­lerdir.

2. Safa ile Merve arasında sa´y yapma, rükün değil. Haccın vaclblerindendir. Hacı. sa´y yapmayı terkederse, kurban (koyun veya keçi) ket»-mesi lazımdır. Bu görüş, imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevrl (ra)nindir.

3. Sa´y yapmak, vacib değil, sünnettir. Bir kimse sa´y yapmayı terke-derse hiçbir şey lazım gelmez. Haccı tamamdır. Bu görüş, sahabelerden Ibn-i Abbas (ra) ve Enes bin Malik (ra)indir. imam Ahmed bin Hanbel (ra)´den de böyle bir görüş rivayet edilmiştir.

Birinci görüşün (Şafiî ve Maliki´nin) delilleri:

A. Resulullah (sav)´ın; «Sa´y yapınız. Zira Allah (cc), muhakkak onu size farz kılmıştır.» hadisidir.

B. Resulullah (sav)´ın Veda Haccında Safa ile Merve arasında sa´y yaptığı sabittir. Hatta o. Safa tepesine yaklaşırken; «Şüphe yok ki «Safa» İle «Merve» Allah´ın şeairindendir...» âyetini okuyarak sa´y yapmaya baş­lamış ve «Siz sa´y yapmaya Allah (cc)´ın başladığı âyette önce Safa ke­limesi geçer ile başlayınız» buyurmuştur.

Resulullah (sav), Hacc esnasında Sa´yın 3di şavt Safâ´dan Merve´ye 4 gidiş, Merve´den Safa´ya 3 gidiştir . Haccını tamamladıktan sonra saha­belere «Benden Haccın menâsikinj öğreniniz» buyurarak kendisine uyulmasını emretmiştir. O´nun bu emri, sa´y yapmanın farz olmasından dola­yıdır ve Haccın rükünlerinden olduğuna işarettir.

C. Müslim, Hz. Aişe (r.anha)´nin; «And olsun Safa ile Merve arasında sa´y yapmayan kimsenin haca tamam değildir.» buyruğunu rivayet etmiştir.
Aişe (r.anha), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s) Safa ve Merve arasında sa'y etmiştir. Müslümanlar da aynı şekilde sa'y ettiler. Böylece sa'y sünnet olmuştur." Ömrüme yemin olsun ki; Allah Teâlâ, Safa ile Merve arasında sa'y etmeyenin haccını kabul etmez" (Müslim, Hac, (43) 260).

Habibe binti Ebi Şecra'dan rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Kureyş'ten kadınlarla birlikte Ebû Hüseyin'in ailesinin evine girdik. Rasûlüllah (s.a.s), Safa ile Merve arasında sa'y ediyordu. Biz de ona bakıyorduk. Sa'y'ın şiddetinden elbisesi beline dolanmıştı ve hatta ben dizlerini gördüğümü bile söyleyebilirim. O, sa'y yaparken şöyle diyordu:
"Sa'y ediniz. Zira Allah onu sizin üzerinize yazmıştır (farz kılmıştır) ". Buna göre, Sa'y, hac ve umrede Beytullah'ı tavaf etmek gibi haccın rükünlerindendir (İbn Kudame, a.g.e., aynı yer, Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Terc. Tayyar Tekin, İstanbul 1987, II, 143).

D. Alimlere göre, Safa ile Merve arasında sa´y yapma şavtlarına yal­nız Harem-i Şerifin bir bölgesinde müsaade edilmiştir. Onlar da Beyti ta­vaf etme gibi, Hacc ve Umrenin rükünlerindendir.

İkinci görüşün (Ebu Hanife ve İmam Sevri´nrn) delilleri:
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevri (ra), sa´y yapmanın Haccın rükünlerinden değil, vaciblerinden olduğunu şu âyet ve hadisler­den aldıkları delillerle isbat etmişlerdir.

A. «Bunları (Safa ile Merve) güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur...» âyetinden, onları tavaf edenler için bir günahın olmadığı anla­şılır. Âyetin ifadesi, sa´y yapmanın rükün olduğuna değil, mubah olduğu­na işarettir. Resulullah (sav)´ın sa´y yapması, bizlere onu vacib kılmıştır. Şu halde sa´y yapma; müzdelife vakfesi, şeytan taşlama ve kudüm tavafı gibi, terki kurban kesme ile telâfi edilen hacc vaciblerindendir.

B. Şâ´bi´nin rivayet ettiği şu hadistir: «Ben (Urvet bin Müdris et-Tâî) Muzdelife´de Resulullah (sav)´ın huzuruna vararak; «Ya Resulullah (sav). Tayyi dağından geliyorum. Yol güzergahındaki tüm dağ ve tepelerde vakfe (durup, dua) ettim. Benim için başka bir hacc yapmak var mıdır » dedim O; «Her kim. bizimle şu namazı —Muzdelife´de akşam namazını yatsıya tehir ederek, her ikisini beraber kılma— eda eder. Muzdelife´de vakfeye durur ve arefe günü Arafat´ta gece veya gündüz vakfe yaparsa. Haccını tamamlar» buyurdu».

Bu hadisten delil çıkarma iki açıdan olabilir. Birisi, bu hadiste Safa ile Merve arasında sa´y yapma yoktur. Diğeri, sa´y yapmak Haccın farz ve rükünlerinden olsaydı, Resulullah (sav)´ın, hadiste adı geçen şahsa açıklaması gerekirdi. Zira Resulullah, o´nun Haccın rükünlerinden haber­dar olmadığını biliyordu.

Üçüncü göriişi´n (İbn-i Abbas (ra), Enes bin Malik (ra) ve İmam Ah-med bin Hanbel´ (ra)´in bir rivayeti) delilleri:

Sa´y yapma, haccın vacib ve rükünlerinden değil, sünnetlerindendlr. 0 görüş sahiplerinin delilleri şunlardır:

A. «...Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerden) bir hayır İşlerse (mükafatını görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.» âyeti, sa´y yapmanın haccın farz veya vaciblerinden değil, açıkça sünnetlerinden olduğunu gösterir. Bir kimse, bu âyetin zahirine göre sa´y yapmayı terkederse haccında bir noksanlık olmaz ve terkinden Mürü de ceza kurbanı terettüp (vacib değil) etmez.

B. «Hacc, arefe´dir» hadisi, arefe vakfesini yapan kimsenin haccının tamam olduğuna işarettir. Bu ise, hacc amellerinin tamamlandığını göste­rir. Bazı hususlarda bir kısım ameller terkedilse dahi, asıl farzlar işlendiği için hacc tamamlanmıştır bu görüş sahiplerine göre.



MÜZDELİFE'DE BEKLEMEK KONUSUNDA MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ:


Hacıların güneş battıktan sonra Arafat'tan ayrılıp arefe gününü bayram gününe bağlayan geceyi sabah namazı vaktine kadar Müzdelife'de geçirmeleri Hanefi ve Şafii mezheplerine göre sünnet, Malikilere göre mendup, Hanbelîlere göre müstehaptır; belirli bir süre kalarak vakfe yapmak ise bu mezheplere göre vaciptir. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'ın güneş doğmadan Müzdelife'den ayrılmasını esas alan Hanefilere göre vakfenin zamanı, kurban bayramı günü fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasındaki zaman dilimidir; Fecirden önce veya güneş doğduktan sonra yapılan vakfe geçerli değildir.Şafiiler ve Hanbelîler bir an bile olsa Müzdelife'de vakfe yapmakla vacibin yerine geleceğini, hiç durmadan oradan geçip gitmenin bile yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Bu mezheplere göre vakfenin vakti gece yarısından sonraki zaman dilimidir; bundan önce Müzdelife'ye gelenlerin bu vakte kadar beklemesi vaciptir. Kişi, gece yarısından sonra ister bir özür sebebiyle ister özürsüz olarak Müzdelife'den ayrılırsa bir şey gerekmez. Malikilere göregecenin herhangi bir anında kısa bir süre konaklamak, akşam ve yatsı namazlarını kılıp bir şeyler yiyip içecek kadar bir süre vakfe yapmak yeterlidir.
DELİLLER:
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam, Veda haccında Arafat vakfesinin ardından Müzdelife'ye gelip Kuzah tepesine yakın bir yere inerek yatsı vaktinde akşamla yatsı namazını birleştirerek kıldırdı. Bu arada eşi Sevde ile henüz çocuk yaşta olan Abdullah b. Abbas gibi hasta, güçsüz ve kalabalığın sıkıntısına dayanamayacak olanların Mina'ya gitmesine izin verdi ve güneş dogmadan şeytan taşlamamaları konusunda onları uyardı. Fecre kadar dinlendikten sonra erkence kalkıp sabah namazını kıldırdı. Daha sonra devesine binerek Kuzah tepesine geldi ve Cenab-ı Hakkın emri doğrultusunda kıbleye dönüp tekbir ve tehlil getirdi, dua etti; ortalık ağarıncaya kadar vakfesini sürdürdü, güneş dogmadan Mina'ya hareket etti.







TEMETTÜ HACCINDA KURBAN BULAMAYAN ORUCUNU NASIL TUTMALI?

Imam-ı Azam (ra)´a göre kişi bu orucu, hacc aylarında tutar. Yani umre­sini bitirdikten sonra hacc için ihrama girmeden önce orucunu tutar. Fa­ziletli olan. Zilhicce, ayının 7,8,9. günleri tutulmasıdır.Hanefiler, «hacta üç gün» ifadesinden mak­sat, hac aylarıdır der.

İmam Şafiî (ra)´ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc niyetiyle ihrama girdiği günden bay­rama kadar ki zamanda tutar.Şafiiler ise «hacta üç gün» ifadesinden murat, ihrama girdiği günlerdir, der­ler.

Delil:
Hz. Aişe (ra) ile İbn-İ Ömer (ra)´den rivayet edilen: «Resulullah (sav) Kurban bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı yapıpta kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan şahısların dışında hiç kimsenin, oruç tutmasına müsaade etmezdi» [Buhari. ]

Şafiiler yedi gün olarak tutulacak orucun vakti hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine kavuştuktan sonradır» derler

Hanbeliler İse, «Yedi günlük oruç, yolda da tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan sonra tutmak şart değildir» demektedirler.



HACDA KESİLEN KURBANIN ETİ YENİLİR Mİ?

Hanbelilerle, Hanefilere göre kurbanı kesen, Temettü haccı, Kran haccı ve nafile hacların kurbanlarından yiyebilir. Fakat hacda işlenilen ha­tadan dolayı kesilen kurbanın etinden kendisi yiyemez.

İmam Malik (ra)'e göre ise Temettü, Kran ve nafile hacların kurban­ları ile bir hatadan dolayı kesilen kurbanların etlerinden kurban sahibi yer. Ancak baş veya vücudundaki bir hastalıktan dolayı ihramlı kalması tıbben mahzurlu olan hacı ihramdan çıkarak ceza kurbanı keser ki işte bundan ve hac esnasında av yapmışsa buna karşılık keseceği ceza kur­banından ve bir de Mekke fakirlerine hac mevsimi kesmek üzere nezredilen kurbanın etinden yiyemez.

Şafiilere göre: Temettü haccının, Kıran hacanın, ceza kurbanının, av cezasının ve nezir kurbanının eti sahibi tarafından yenilemez. Kurban sa­hibi yalnız nafile olarak kestiği kurbanın etinden yiyebilir.





MEKKELİLER TEMETTÜ HACCI YAPABİLİR Mİ?

Ibn-i Abbas İra) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) göre Mekke halkın temeddü haccı yapamaz.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre, Mekkeliler kerahetsiz olarak Temeddü haccı yapabilir. Onların kur­ban kesmesi veya yerine oruç tutması lazım değildir.


HACDA İHRAMLIYKEN EVLİLİK


Şia:
Erkek hac amellerinden biri olan ihram hâlindeyken bir kadınla evlenirse nikâh akdi batıldır ve eğer o hâldeyken (ihramdayken) kadin almamn haram olduğunu biliyorduysa da artık o kadını nikâhlayamaz.

İhram hâlinde olan bir kadin, ihram hâlinde olmayan bir erkekle evlenirse (onun) nikâh akdi batıldır. Eğer kadin, ihram hâlindeyken evlenmenin haram olduğunu biliyorduysa onunla evlenmemesi gerekir.





HAC AYLARI HANGİ AYLARDIR?
İmam Malik (ra)´e göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce´nin tümüdür, İbn-i Mesud (ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler.

İmam Şafii , İmamı Azam ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ise Şevval. Zilka­de ayları ile Zilhicce ayından on gündür



KÖLE VEYA FAKİR ARAFAT VAKFESİNDEN ÖNCE AZAD EDİLİRSE HACCI AKBUL OLUR MU?

Şafiî Mezhebinin İmam Şafiî (ra)'den sonra en büyük imamı İmam-ı Nevevi'den bu hususta Şafii görüşüne aykırı bir görüş nakledilmiştir. Çünkü O: «Şafiî mezhebine göre, hacc niyetiyle ihrama giren köle, Arafat vakfesini yapmadan önce azat edilirse haccı, eda edilmiş bir hacc olur."

Bu da İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'İn görüşlerine muhaliftir.



YERİNE BAŞKASI HACCA GİDEBİLİR Mİ?
Herhangi bir sebeple kendisi bizzat hacca gidemeyen kimsenin, yerine bir başkasını göndermesine bedel denilir. Mâlikiler hariç, diğer mezhep mensuplarına göre hac niyabet (yani vekâlet) kabul eder.Üç mezhebin dayandığı delil, ibn-i Abbâs'tan rivayet edilen bir hadistir: Hz. Peygamber'e, babasının kendisine farz olan haccı yapamadan öldüğünü, onun yerine kendisinin haccedip edemeyeceğini sormuş, Allah'ın Elçisi de, "Evet (onun yerine haccedebilirsin)" demiştir.

Hanefilere, Şâfiilere ve Hanbelilere göre insan, hac için kendi yerine bir başkasını gönderebilir.
İmâm Mâlik'e göre hacca gidemeyen kimsenin, başka birini yerine göndermesi gerekmez.



UMRE FARZ MI SÜNNET Mİ?

Şafiî (ra) ve Hanbeli´lere göre, hacc yapan kimse için umre yapmak farzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan umre ise sünnettir. Bu görüş Ali bin Ebu Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i Abbas (ra)´tan rivayet edilmiştir.

DELİL: ( konuyla ilgili hadisler de vardır)

1. «Haca da umreyi de Allah için tam yapın...» âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin hacc gibi farz olduğuna işarettir.


Maliki ve Hanefilere göre ise. umre yapmak sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra) ve Cabir bin Abdullah (raftan rivayet edilmiştir.

DELİL: ( konuyla ilgili hadisler de vardır)
1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır... (Âl´i İmrân: 97}

«İnsanlar içinde haca ilan et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan gelerek arık develer üstünde (süvari) olarak sana gelsinler» (Hacc: 27) âyetleri, haccın farz olduğuna delalet ettiği haide umre ismi zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz olsaydı, adının geçmesi gerekirdi.

2. İslâmın esaslarını bildiren hadislerde umrenin anılmaması, farz ol­madığına işarettir. Umre hüküm bakımından da haccdan farklıdır.

Not: Şafiilerin delilleri olan âyet ve hadisler, umre yapmaya başlayan kimsenin daha sonraki durumuna işaret eder. Yani umre yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu yapmak farz değildir. Yalnız umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun gereklerin tam olarak yapması farzdır. Bu şekilde düşünüldüğünde çelişkiler ortadan kalkmaktadır.




İHRAMDA OLAN KİŞİ HACCI YAPAMADIĞI TAKDİRDE İHRAMDAN ÇIKMASI HANGİ DURUMLARDA MÜBAHTIR?
Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre, «ihsâr»ın sebebi, yalnız düşmandır. Çünkü, «...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkoyursanız o halde kolayınıza geten kurbanfı gönderin)...» BAKARA 196 âyeti, Resulullah (sav) ve arka­daşlarının Hudeybiye´de İhramlı oldukları halde, Mekke müşrikleri tara­fından alıkonulmaları hususunda nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve tarihi gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah Ibni Abbas (ra) da bu görüştedir.

DELİL:
Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise şüphesiz âyetteki, "...Emin oldu­ğunuz vakit...» tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın değil düşmanın insana mani olmasıdır. Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden olsaydı Allah (cc}´tn «Emin olduğunuz vakit» tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz vakit» ifade­sini buyurması gerekirdi.


Hanefilere göre ise hacc veya umre yapan kimsenin, Mekke´ye girme­sine engel olan düşman, hastalık, baskın, azığın eliden çıkması, bineğin kaybolması ve kadın mahreminin yolda ölmesi gibi sebeplere İhsar denir.

DELİL:
Bu görüşü teyid eden, İbn-i Mesud (ra)´un verdiği fetvadır: «Mekke yolunda bulunan bir hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i Mesud´a bunun hükmünün ne olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında kurban edeceği bir hayvan var mı » dedi. On´ar «Evet» de­yince, «Öyleyse kurbanlık hayvanını kesip ihramdan çıksın» dedi.»

Şia:
Engelleme, kişinin düşman veya devlet yetkilisi tarafından hac veya umre ibadetini yerine getirmesine mani olunmasıdır. İhsar ise kişinin hastalık sebebiyle bu ibadetleri yerine getirme imkânının ortadan kalkmasına denir.

Hac veya umre yapmak üzere ihrama giren kimsenin bu ibadetlerini tamamlaması gerekir. Tamamlamadığı takdirde ihramlılık hali devam eder. Mesela umre yapmak üzere ihrama giren bir kimse, devlet yetkilileri tarafından Mekke-i Mükerreme’ye gitmekten men edilir de oraya gidecek başka bir yol yoksa veya var da o yoldan gitmeye yetecek miktarda parası ve nafakası yoksa, engellendiği mekânda bir deve veya sığır ya da koyun keserek ihramdan çıkar. Çıkarken ihramdan çıkmaya niyet etmesi ve saçlarını kısaltması ihtiyaten uygun olur. Bu durumda kendisi için tüm ihram yasakları sona erer.

Umre ihramlısı olarak Mekke-i Mükerreme’ye giren bir kimsenin umre amellerini yapmasına düşmanın engel olması durumunda da aynı hüküm söz konusudur.

Hac ibadetini ifa etmek üzere ihrama giren bir kimse Mekke-i Mükerreme’ye gitmekten men edilir de oraya gidecek başka bir yol varsa ve o yoldan gitmeye yetecek miktarda parası ve nafakası da varsa, o yoldan hacca gitmesi gerekir. Hacca zamanında ulaşamaması durumunda umre yaparak ihramdan çıkar. Niyetlendiği hac farz ise, ertesi sene haccı kaza eder. Nafile ise, kaza etmesi mendub olur.

Hac veya umre ihramına girdikten sonra bu ibadetleri yapması engellenen kimse, karşılaştığı engelin ortadan kalkacağını ümid etse bile ihramdan çıkması caiz olur. Ama ihramda kalması daha faziletlidir. Engel ortadan kalkınca da niyetlendiği ibadetini tamamlar.

Hastalık sebebiyle ihsarlı duruma düşüp de Mekke-i Mükerreme’ye veya vakfe yapmak üzere Arafat ile Meş’ar-i Haram’a ulaşamayan kimse, bir kurbanlık hayvan veya parasını -eğer hac ihramında ise- Mina’ya -yok eğer umre ihramında ise-, Mekke-i Mükerreme’ye gönderir. Kurbanlık veya parası yerine ulaşınca saçlarını kısaltarak ihramdan çıkar. İhram yasakları sona erer. Ancak ertesi sene haccını kaza edinceye kadar eşinden şehevi bakımdan yararlanamaz. Tabii eğer bu haccı farz olan hac ise. Nafile hacda ise başkasını vekil tutarak Nisa tavafını ona yaptırır.

Hastalık sebebiyle ihsarlı duruma düşmüş olan kişi, ihsar hedyini Mekke-i Mükerreme’ye gönderdikten sonra iyileşir ve Mekke-i Mükerreme’ye ulaşma imkânını bulursa, haccı ifa etmesi gerekir. Bu kişi şayet temettu haccı yapmak üzere ihrama girmiş ve Arafat vakfesine ulaşmasına çok az bir zaman kalmış ise, niyetini ifrad haccına çevirerek Arafat’a gider. Haccını tamamladıktan sonra da ifrad umresi yapar. Ve böylece farz olan hac ibadetini ifa etmiş olur. Meş’ar-i Haram vakfesine ulaşamayacak bir zamanda Mekke-i Mükerreme’ye varmış ise, içinde bulunduğu temettu umresi ifrad umresine dönüşür. İfrad umresini yaparak ihramdan çıkar ve ertesi sene şartlar elverince haccını kaza eder.76

Dipnotlar:
76 Muhakkik el-Hillî, Şerâi’ül-İslâm, I. 280-281; Humeynî, Tahrîrü’l-vesîle, I. 411-413.





İHSARIN KEFFARETİ :
İhsâr, hac veya umre yapmak üzere ihrama girdikten sonra, herhangi bir sebeple tavaf ve vakfe yapma imkânının ortadan kalkması demektir. Hac ve umre yapması engellenen kişiye gelince eğer sadece umre veya ifrad haccı için ihrama girmişse bir adet, şayet kırân haccı için ihrama girmişse iki adet "ihsâr hedyi" keserek ihramdan çıkar. 
Hanefîler'e göre ihsâr hedyi de, diğer hedy kurbanları gibi, ancak Harem bölgesinde kesilir. Şâfiîler'e göre ise, ihsârlı kişinin bulunduğu yerde kesilir.







HACDA YAPILCAKLARDA SIRA GÖZETİLMELİ MİDİR?
Hacc menseklerinin -ki taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir?

Hayır:
İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel ya­pılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiş­lerdir. Dayanakları da aşağıdaki hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir.
Delil:
Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip:
- Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah:
- Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip:
- Bilemedim de taş atmadan evvel kurbân kestim, dedi.
- Taşı at, günâhı yok, buyurdu.
Peygamber'e (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, ta­vaf etmek gibi hacc işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış hiçbir şey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın.Buhari,ilim:24


Evet:
İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, İbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuşlardır. 

Kurban Bayramı günlerinde tıraş olmayan veya Harem bölgesi dışında tıraş olan kimsenin ceza olarak kurban kesmesi gerekir; çünkü Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kurban Bayramı günlerinde ve Harem sınırları içinde tıraş olmuştur. Dolayısıyla bunun geciktirilmesi sonucunda bir vacip geciktirilmiş olacağından ve vacibin terkiyle de kurban gerektiğinden, kurban kesilmesi gerekir.

Delil:
Hz. Enes’in (r.a.) rivayetine göre; “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mina’ya geldi, gidip şeytanı taşladı; sonra Mina’daki menziline gelip kurban kesti. Akabinde berbere, “Beni tıraş et.” diyerek, önce sağ yanına sonra soluna işaret etti. Daha sonra da bu kesilen mübarek saçlarını etrafındakilere taksim etti.”(Müslim, Hac, 86, Fezail, 75)




AYETTE BELİRTİLEN İKİ HAKEMİN GÖREVİ NEDİR:

Ey îmân edenler, siz ihrâmlı bulunurken av öldürmeyin; içinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki, Ka'be'ye ulaşıcı bir kurbanlık olmak üzere, bunu içinizden adalet sahibi iki adam hüküm (ve takdir) edecektir. ... (el-Mâide: 95-96)

Mâlik, Şafiî, Ahmed, Muhammed ibn Hasen ceza olan kurbân, doyurma ve oruçtan birisini tayîn etme yetkisine sahiptir.

İmâm Ebû Hanîfe İle Ebû Yûsuf: Bunların vazifesi kıymet takdir etmek­tir. Bu takdir edilen kıymet ile cinayet sahibi, öldürülen hayvanın benzeri bir kurbân bulursa keser, isterse it'âm eder, isterse sadaka yapar; bu hususta tercih hakkı kaatile âiddir, demişlerdir



İHRAMLI İKEN AV ETİ YENİLEBİLİR Mİ:

1. İhramlı bir kimsenin avladığı hayvanının etim yemesi haramdır. Bu konuda ulema ittifak et­miştir.

2. İhramlı olmayan bir kimsenin ihramlı bir kimse için avlamış oldu­ğu bir avı o ihramlının yemesi de ulemanın büyük çoğunluğuna göre ha­ramdır. Hanefî ulemasına göre ise bu avı o ihramlımn yemesinde bir sa­kınca yoktur.

Delil:
...Rasûlullah beklemeye koyuldu. Bu sırada ben(ihramsızken):
— Yâ Rasûlallah, ben bir yaban eşeği vurdum. Yanımda onun etinden artmış bir parça vardır, dedim.
Rasûlallah yanında bulunan cemâate hitaben:
— "Bu av etini yiyiniz!" buyurdu. Hâlbuki onlar ihrâmlı idiler.Buhari,Muhsar:13

3. Fakat ihramlının herhangi bir yardımı olmadan o avı ihramsiz bir kimse kendisi için avlamışsa o avı herhangi bir ihramlımn yemesinde sa­kınca yoktur. Bu konuda cumhuru ulemâ ile hanefî ulemâsının görüşü birdir.

Delil:
Kendiniz avlamadığınız veya sizin için avlanmadığı takdirde, ihramlı iken size kara avı(nın eti) helâldir.Tirmizî, hac 25; Nesâî, menâsik 81; Ahmed.b. Hanbel, III, 362.




HACDA KEFFARETLER:

Keffareti gerektiren haramlar ve keffaretleri:

Ayet:
Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah daima gâliptir, intikam sahibidir. (MAİDE/95)

Hanefi:
Hac esnasında ihram yasaklarına uymamak, vaciplerden birini terk etmek, ya da ertelemek veya Harem Bölgesinde yapılmaması gereken bazı fiilleri yapmak gibi kusur ve eksiklikler, bir takım cezaları gerektirir. Bu cezalar, haccın kaza edilmesi, deve veya sığır (bedene) kesilmesi; koyun veya keçi (dem) kesilmesi; sadaka, bedel ödeme ve oruç tutmaktır. Şimdi bu cezaları gerektiren kusur ve eksiklikleri, tutum ve davranışları kısaca belirtelim.



Haccın bozulmasına yol açan kusur :
Hac için ihrama girdikten sonra henüz Arafat Vakfesi yapmadan cinsel ilişkide bulunmak haccın bozulmasına yol açar. Bu duruma düşen kimsenin, bozulan bu haccını yarım bırakmayıp tamamlaması, bunun yerine, gelecek yıllarda bu haccını kaza etmesi ve işlediği bu fiilden dolayı da bir koyun veya keçi (dem) kurban etmesi gerekir.


Umre için ihrama girdikten sonra, umre tavafını yapmadan cinsel ilişkide bulunan kimsenin de aynı şekilde umresi bozulmuş olur. Bu kimsenin, bozulan bu umreyi bırakmayıp tamamlaması, daha sonra bunu kaza etmesi ve işlediği suçtan dolayı da yine bir koyun veya keçi (dem) kesmesi gerekir.




Deve veya sığır (bedene) kesmeyi gerektiren kusur :

Arafat Vakfesinden sonra, fakat henüz tıraş olup ihramdan çıkmadan (ilk tehallülden) önce cinsel ilişkide bulunan kimsenin, ceza olarak bir deve ya da sığır (bedene) kesmesi gerekir.
Ziyaret tavafını cünüp olarak yapan kimsenin, ceza olarak bir deve ya da sığır kesmesi gerekir. Cünüp olarak yapılan tavaf (hangi tavaf olursa olsun) abdestli olarak yeniden yapılırsa ceza düşer. Cünüp olarak yapılan tavafın abdestli olarak yeniden yapılması vaciptir.




Koyun veya keçi (dem) kesmeyi gerektiren kusurlar :
İhramlı iken Arafat Vakfesinden sonra tıraş olup henüz Ziyaret Tavafını yapmadan cinsel ilişkide bulunan, eşini şehvetle öpmek, okşamak gibi cinsel ilişkiye yol açan davranışlarda bulunan;

Saçın veya sakalın dörtte birini ya da başka bir uzvun tamamını tıraş eden;
Bir defada, aynı anda ve aynı yerde bütün tırnakları veya bir elin ya da bir ayağın tırnaklarının tamamını kesen;
Elbise olarak dikilmiş giysileri on iki saat boyunca veya daha fazla giyen;
Başı ve yüzü örten;
Ayakkabı giyen;
Bir defa da, aynı anda ve aynı yerde en az bir uzvun tamamına koku, yağ, jöle ve biryantin süren;
Kına yakan, saç ve sakal boyayan;
Mikat sınırını ihramsız geçen;
Sa’yi terk eden ya da hiçbir mazeret yokken sa’yi yürüyerek yapmayan;
Müzdelife vakfesini özürsüz olarak terk eden;
Şeytan’a hiç taş atmayan veya bir günde atılması gereken taşların yarıdan fazlasını süresi içinde atmayan;
Farz ve vacip tavaflarda setr-i avrete uymayan;
Ziyaret veya Umre tavafının son üç şavtını ya da sadece birini yapmayan;
Veda tavafı yapmayan;
Ziyaret ve Umre tavafını abdestsiz; Umre, Veda ve Kudüm tavaflarını cünüp halde yapan;
Arefe günü Arafat’tan güneş batmadan önce ayrılan; kimsenin ceza olarak bir koyun ya da bir keçi (dem) kesmesi gerekir.



Fıtır sadakası kadar sadaka vermeyi gerektiren kusurlar :
İhramlı bir kimsenin 12 saatten daha az bir süre herhangi bir giysi ve ayakkabı giymesi, başı örtmesi;
Saç ve sakalın dörtte birinden az kısmını tıraş etmesi;
Bir elin veya bir ayağın tırnaklarının bir kısmını ya da ayrı ayrı yer ve zamanlarda tamamını kesmesi;
İhramlı ya da ihramsız birini tıraş etmesi;
Kudüm veya Veda tavafının abdestsiz halde yapılması;
Veda tavafı ile Sa’yin son üç şavtının yapılmaması ya da eksik yapılması ve bu şavtların mazeret yokken yürüyerek yapılmaması;
Şeytan taşlamada, bir günde atılması gereken taşların yarıdan çoğu atıldıktan sonra geriye kalanların atılmaması, ya da eksik atılması;gibi eksikliklerden dolayı fıtır sadakası miktarı kadar sadaka vermek gerekir.allahdostuseyyid
İhramdan çıkma aşamasına gelmiş olan ihramlıların başkalarını tıraş etmelerinden dolayı herhangi bir şey gerekmez.




Bedel ödemeyi gerektiren kusurlar :
İhramlı halde Harem Bölgesinde karada yaşayan av hayvanlarını avlayan, yaralayan, onların tüylerini koparan, yumurtalarını kıran, avlayanlara yardımcı olan;

Kendiliğinden biten her türlü ağaç, bitki ve otların kesilmesi ya da koparılması, ihramlı olsun veya olmasın herkese haramdır. Bu sebeple Harem Bölgesinin ağaç ve bitkilerini kesip koparan, av hayvanına zarar veren kimse ceza olarak bedel öder. Bedel, kıymeti takdir edilerek tesbit edilir. Bunların bedeli takdir edilerek fakirlere verilir.

Av hayvanın dengi olan ve kurban edilebilen bir evcil hayvan (deve, sığır veya koyun) varsa onu kurban eder, yoksa (örneğin kuş vb. gibi bir hayvan avlamışsa) bunun değerini tazmin eder veya bu değer kadar yoksullara yemek yedirmek suretiyle kefaret öder veyahut buna bedel olmak üzere oruç tutar. Ebu Hanife av hayvanının mislî mal olmaması sebebiyle kıymetinin ödenmesi gerektiğini, bu parayla bir kurbanlık hayvan veya gıda maddesi alınarak fakirlere dağıtmak veya oruç tutmak cezaları arasında failin muhayyer olduğunu söylemiştir.



Özür sebebiyle ihram yasaklarına uymamak :
Hastalık, kaza geçirme ve benzeri elde olmayan sebeplerle ihram yasaklarına uyamayan kimse, ceza ödeme konusunda muhayyerdir. Bu durumda olan kişi:

- İstediği yer ve zamanda peş peşe veya aralıklı olarak üç gün oruç tutar.
- Veya altı yoksula fıtır sadakası miktarı sadaka verir.
- Yahut Harem Bölgesinde istediği zaman bir koyun ya da keçi (dem) keser.




Şia:
1 Cinsel ilişki -Bir deve
2 Güzel koku kullanmak -Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
3 Erkeklerin dikili elbise giymeleri -Bir koyun
4 Başı tıraş etmek (hac amellerinden önce) -Bir koyun
5 Başı örtmek (erkekler için) -Bir koyun
6 Gölgelik altına girmek (erkekler için) -Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
7 İki elin bütün tırnaklarını kesmek -Bir koyun
8 İki ayağın bütün tırnaklarını kesmek -Bir koyun
9 On parmaktan azının tırnaklarını kesmek -Her biri için bir Müd buğday, yahut pirinç veya benzeri gıda maddesi.
10 Harem"in büyük bir ağacını söküp çıkarmak -Bir sığır (farz ihtiyat gereği)
11 Harem"in küçük bir ağacını söküp çıkarmak -Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
12 Bir ağacın bir kısmını koparmak -Fiyatını ödemek
13 Üç defa veya daha çok doğru yere ant içmek -Bir koyun
14 Yalan yere ant içmek:
Bir defa:Bir koyun
İki defa:Bir sığır
Üç defa:Bir deve
15 Diş çekmek veya çektirmek-Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
16 Her iki koltuk altının kıllarını temizlemek -Bir koyun
17 Bir koltuk altının kıllarını temizlemek -Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
18 Başı kıllarını temizlemek -Bir koyun (farz ihtiyat gereği)
Avlanmak dışında unutkanlıkla ihramlıya haram olan amelleri yaparsa keffaret lazım gelmez. Ancak her durumda avlanmak için keffaret farzdır.

Bazıları:
Av hayvanını kasten öldüren kişiye ceza, taksirle öldürene ise kefaret gerektiğini iddia eder

Zahiri:
Taksirli fiilin failine kefaret gerekmeyeceğini söyler



ŞİA'DA( CAFERİ)  TEMETTÜ HACCININ YAPILIŞI:

TEMETTÜ UMRESİNİN AMELLERİ

1- İhram
2- Tavaf
3- Tavaf namazı
4- Sa'y
5- Taksir: Saç kesme veya kısaltma
(Bundan sonra ihramdan çıkılır.Umre bitmiş olur.Hac için beklenir.)

TEMETTÜ HACCININ AMELLERİ

1- İhram
2- Arafat'ta vakfe
3- Meş'ar-ül Haramda (Müzdelife) vakfe
4- Mina'da Son Cemre'yi taşlamak
5- Kurban kesmek
6- Saçı tıraş etmek, yahut kısaltmak
7- Hac tavafı
8- Tavaf namazı
9- Safay'la Merve arasında sa'y
10- Nisâ (kadınlar) tavafı
11- Nisâ tavafının namazı
12- Geceyi Mina'da geçirmek
13- Üç cemreyi taşlamak

Not: Eğer erkek, hac amellerinden biri olan kadınlar tavafinı yerine getirmezse muhrim (ihramli) olmak aracilığıyla ona haram olan karısı helâl olmaz. Aynı şekilde kadin da kadınlar tavafinı yerine getirmezse kocasi ona helâl olmaz. Ama sonradan kadınlar tavafinı yerine getirirlerse birbirlerine helâl olurlar.







FARKLI AİLELERDEN KİŞİLER BİR HAYVANA KURBAN İÇİN ORTAK OLABİLİR Mİ?
Üç mezhebe göre ; evet
Maliki ye göre hayır.: Maliki mezhebine göre; bir sığır, bir manda, bir deve bir aile halkından yedi ve daha çok kimse ile kurban olabilir. Fakat; Farklı aileler için yediden azda olsalar böyle ortak kurban kesmeleri caiz değildir.


KURBAN KESEN ORTAKLARDAN BİRİNİN AMACI SADECE ET OLSA KURBAN GEÇERLİ OLUR MU?

Hanefî mezhebinde ortaklaşa kesilen kurbana bütün ortakların ibadet niyeti ile katılmaları şarttır. Ortaklardan birinin sadece et elde etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını geçersiz kılar.
Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise böyle bir ortaklık, kurban ibadetine zarar vermez.



KURBAN HANGİ GÜNLERDE KESİLİR?
Hanefi : Kurban, kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir.

Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına kadardır.




ÖLÜ ADINA KURBAN KESİLİR Mİ?
Hanefîlere göre: bir kimse, kendi parasıyla alıp sevâbını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider.

Fakat bir kimse vefât eden kişinin, irtihâlinden önceki emri ile, onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229)

Şâfiîlere göre: izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.




KURBANIN HÜKMÜ NEDİR?
Kurban bayramında, Allâh’a yaklaşmak niyetiyle kurban kesmek, Hanefîler’e göre hür, mukim, Müslüman ve zengin olan kimselere vâciptir.

Kurban kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir.



MEKKEYE MAZERETİ NEDENİYLE GİDEMEYİP İHRAMDAN ÇIKMAK ZORUNDA KALAN KİŞİ KURBANINI NEREDE KESECEK?

Şafiî, Maliki ve Hanbeli´lere göre, insan nerede alıkonulmuşsa kurbanını orada keser. Kestiği yerin Mekke harlmi veya dışı olma­sı farketmez.

«...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alı konursanız, o halde ko­layınıza gelen kurbanfj gönderin)...» âyeti, ihramlı olduğu halde Beytul-lah´a gitmesi engellenen kimsenin, bulunduğu yerde veya Mekke´de kur­banını kestirdikten sonra İhramdan çıkmasına açıkça delalet eder.

Kesilecek kurbanın deve, sığır veya koyun olması lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi daha faziletlidir. Cumhurun görüşü de budur.

İmam-ı Azam (ra)´a göreyse hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimse, Mekke´ye gitmesine engel olunduğu takdirde kurbanını, bulunduğu yerde değil, ancak Mekke´ye göndererek kestirir. Çünkü Allah (cc), «...O kurbanlık hayvanlarda, sizin için kesilecekleri zamana kadar yani yün, süt ve güçlerinden birtakım yararlar vardır. Sonra bu kurbanlıkların boğazlanıp infak edilecekleri yer, yeryüzünün en eski ve zorbalardan korunmuş mabedi olan Beyt-i Atik( eski ev / kabe)'dir. (Hacc: 33} buyurmuştur.

ibn-i Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir: «Kesilecek kurban yalnız deve ve sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz».

Not: Bu meselede Şafii, Maliki ve Hanbeliler´in görüşü tercih edilir. Müş­rikler tarafından Hudeybiye´de umre yapması engellenen Resulullah (sav) kurbanını orada keserek ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke harimi de­ğildi. İşte Resulullah (sav)ın bu fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke hari­mi veya dışında kesileceğini gösterir.



KURBAN ETİNİN DAĞITILMASI

 Hanefi mezhebine göre, kurban etinden sadaka olarak dağıtılacak miktarın etin tamamının üçte birinden az olmaması müstehaptır. Bunun dışında kalan üçte ikinin ne kadarını konu komşuya hediye etmesi ve ne kadarını yemesi hakkında bir sınırlama yoktur.
Şafii mezhebine göre etin çoğunu sadaka olarak dağıtmak müstehaptır. Faziletin en alt derecesi ise kurban sahibinin etin üçte birini sadaka etmesi, üçte birini hediye etmesi ve üçte birini yemesidir.
Bu mezhebe göre, tayin edilen fazilet dereceleri konusunda Ahmed de aynı görüşe katılmıştır.
Maliki mezhebine göre; kişi kendi kurbanından yemeli, bir miktarını sadaka ve bir kısmını da hediye olarak dağıtmalıdır. Böyle yapması menduptur. Ancak kendi çoluk çocuğuna ayıracağı miktar ile dağıtacağı miktar üçte bir veya başka bir ölçü ile sınırlı değildir.