MEZHEPLERE GÖRE tebliğ ve cihad

DARUL HARP, DARUL İSLAM NERESİDİR?
Bu konu sonradan islam litaretürüne girmiş bir konudur.Görüşler şöyledir:

HANEFİ:
Düşman istilası ile birlikte  şirk ahkâmını uygulanması, 
Başka bir Dârü'l-Harb'e bitişik olması, 
Emniyet içinde olan bir müslüman veya zımmî kalmamış olması

ŞAFİİ:
Şafii ulemasından İbn-u Hacer-il Heytemi şöyle diyor:

“Bir kere bir darın Daru'l islam olduğuna hükmedildikten sonra, artık o dar mutlak olarak darul küfür olmaz” 

Şafii ulemasından El-Buceyremi şöylediyor:
“Darul küfür'den murad; küffarın sulh ve cizye olmaksızın ve daha önce darul islam olmadan istilaları altında bulunan ülkedir. Bunun dışında kalan yerler ise darul islamdır." 

MALİKİ:
Malikiler  Müslümanların islam dininin şeairlerini ikame edip edemediklerini temel kıstas kabul etmişlerdir. Maliki mezhebine göre gerek siyasi ve gerekse hukuki olarak islamın hakimiyeti dışında kalan beldeler darul harbtirler. 

Maliki ulemasından Ed-Dusuki şöyle diyor:
“Darul islam, içerisinde islami şeairler ikame edildikçe darul harbe dönüşmez”

HANBELİ:
Hanbeli Allame ibnu Muflih şöyle diyor: 
“Ahkamul müsliminin galip olduğu her dar, darul islamdır. Yine ahkamul küffarın galip olduğu her dar da, darul küfürdür. Bu iki darın dışında dar yoktur.


MÜSLÜMANLARIN SAVAŞ AÇMASININ SEBEBİ NEDİR?
Hanefîler ile birlikte Hanbelî ve Mâlikî mezheplerine mensup hukukçu­ların oluşturduğu çoğunluğa göre İslâm’­da savaşın sebebi, inanmayanların Müslümanlara savaş açmaları,düşmanlık ve tecavüzkâr olmalarıdır. 

Deliller:
1. “Müş­rikler sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlar­sa siz de onlarla topyekûn savaşın.”;“Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah (c.c.)’ın oluncaya kadar onlar­la savaşın. Vazgeçerlerse artık zulmeden­lerden başkasına hiçbir düşmanlık yok­tur.” Mealindeki âyet­lerin ilkinde İbnü’l-Hümâm’a göre müşriklere karşı girişilen savaş onların Müslümanlara savaş açmaları sebebine da­yandırılmış, ikincisinde ise savaş, gayr-i Müslimlerin güç ve hâkimiyetlerini zayıf­latarak Müslümanları dinleri hususun­da fitneye düşürmelerine engel olmak maksadıyla emredilmiştir.Esasen savaşı ilk emreden, “Si­ze savaş açanlarla Allah (c.c.) yolunda siz de savaşın, ancak aşırı gitmeyin, çünkü Allah (c.c.) aşırı gidenleri sevmez.” Mealindeki âyet de savaş sebebi­nin yine savaş olduğunu göstermektedir.

2. Hz. Peygamber (s.a.v.) savaş sırasında bir ka­dının öldürülmüş olduğunu görünce, “Bu kadın savaşmıyordu!” diyerek hoşnutsuz­luğunu ifade etmiş, öncü birliklerin ba­şında bulunan Halid b. Velid’e haber göndererek kadın ve çocukların öldürülmemesini emretmiştir.
 Bu olay, yalnız kâfirlerin kötülüklerini ve Müslümanlar üzerindeki her türlü olum­suz tesirlerini önlemek için savaşılaca­ğını gösterir. Eğer sava­şın sebebi küfür olsaydı kâfir kadınların da öldürülmesi gerekirdi. Kadın fiilen savaşmadığı için öldürülmesinin haram olduğu anlaşılmaktadır. Bunun gibi, din­den dönen kadının öldürülmemesiyle ilgili hüküm de kadının muharip sayılmamasıyla izah edilmiştir.Aynı sebebe bağlı olarak savaşta çocuk, yaş­lı, kör ve hastalarla din adamları ve çift­çiler gibi savaşamayan veya fiilen mu­harip olmayanların da öldürülmeyeceği hükme bağlanmıştır. 

3. Kalple ilgili bir durum olan inanmamanın zararı başka­sına dokunmadığı için cezasının da dün­yada değil âhirette verilmesi gerekir. An­cak inanmayan kimse müminlere savaş açtığı takdirde küfrünün zararı masum insanlara dokunmuş olacağından ken­disine karşılık vermek vacip olur.

4. “Fit­ne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah (c.c.)’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazge­çerlerse artık zulmedenlerden başkası­na hiçbir düşmanlık yoktur.”Mealindeki âyet, savaşın meşru kılınmasındaki maksadın kulların Allah (c.c.) tarafından imtihan edilmeleri değil düş­manın şerrini Müslümanlardan defet­meleri olduğunu göstermektedir. Buna göre savaş, ilâhî teklife muhatap
ve onu yüklenmeye uy­gun bulunan insanın yok olmasına veya bünyesinin tahrip edilmesine yol açtığın­dan İslâm hukukunda ‘li-aynihî hasen’ değil ‘li-gayrihî hasen’ kabul edilmiş, düşmanın üstünlük ve mukavemetini kırmak, bu suretle şerrini defetmek için meşru kılınmıştır.


Şâfiî mezhebi ise onların kâfir ol­malarını başlı başına bir savaş sebebi saymışlar, Zahirîlerle bazı Hanbelî ve Mâlikî hukukçuları da bu görüşü benimsemişlerdir. Buna göre İslâm hukukçularının çoğunluğu, sava­şın meşruiyet sebebinin düşmanın tecavüzü olduğunu, Müslümanlara karşı savaşmayanlarla savaşmanın ve sadece Müslümanlığı benimsemediği için bir insanı öldürmenin caiz olmadığını belirt­miştir.

Deliller:
Şâfiî âlimleri ve onları destekleyen bazı fakihlere göre Müslümanlardan veya antlaşmalı kimselerden başkası kalmayıncaya kadar mümkün oldukça savaşın sürdürülmesi gereklidir. Bu hukukçula­rın dayandığı başlıca deliller şunlardır:

“Haram aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin, bütün geçit yerlerini tutun!”Tevbe sûresi, 9/5.

Mealin­deki âyet Müslüman olmayanlarla sa­vaşmayı, herhangi bir tecavüze karşılık verme şartına bağlamaksızın mutlak şe­kilde emretmekte ve harp sebebinin onların kâfir olduğunu göstermektedir. Bu görü­şü benimsemiş olanlar, Müslümanlara kendileriyle savaşanlarla savaşmalarını emreden Bakara sûresi, 2/190. ayetin harbi mutlak olarak emreden âyetlerle nesh edildiğini ileri sürerler. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “İnsanlarla, ‘Allah (c.c.)’tan başka ilâh yoktur’ demelerine kadar savaşmakla emir olundum.”Buhârî, İman, 18; Ebû Davud, Cihad, 104.
Mealindeki hadisi de gayr-i Müslimlerle savaş sebebinin on­ların küfrü olduğunu göstermektedir. Çünkü burada ancak onların Müslüman olmaları ile savaştan vazgeçileceği belirtilmiştir. Küfür (kâfir olmak) büyük bir suç ve aynı zamanda ‘münker’in en kötüsüdür. Bu sebeple onun devam etmesine izin ver­mek caiz değildir. Zira ‘mefsedet’in yani fitne ve fesat unsurlarının or­tadan kaldırılması vaciptir. Allah (c.c.)’ı inkâr ise mefsedetin en büyüğüdür.


Şîa’dan Ca’feriyye mezhebine göre İslâm’ı tebliğ için düşman ülkesine yö­nelik olarak yapılan cihad, ancak ma­sum imamın veya onun özellikle bu ko­nuda yetkili kıldığı naibinin iznine bağlı­dır. Gaybet zamanında bu anlamda ci­had söz konusu değildir. Düşmanın İslâm ülkesine saldırması halinde ise herhan­gi bir izne bağlı olmaksızın karşı konu­lur.



 DÜŞMAN DİYARINA KURAN İLE SEFER YAPILIR MI?
Ebû Hanife’ye göre asker, vaziyetten ve Mushaf’ın bir hakarete uğramayacağından emin olursa, Mushaf götürmesi câizdir. Rasûlullah'm Mushaf'la seferden nehyetmesi umûmî ve her hâli şâmil değildir. Buradaki nehiy, seriyye hâlindeki çete birliklerine âiddir. Çünkü onların durumu emîn değildir. Mushaf götürürlerse hakaaret görmesi ihtimâli vardır. Fakat büyük ordu teşekküllerinde bulunan askerler için durum emîn ve müsâid oldu-i ğundan Mushaf götürmekte be's yoktur, caizdir.
Delil: Peygamber ile sahâbîleri Kur'ân'ı biliyor –yâhud Öğretiyor- oldukları hâlde düşman arazîsine sefer yapmışlardır.Buhari,cihad:128 


Mâlikîler, nehyin umûmî olduğuna ve mutlak sûrette Mushaf götürmekte kerâhet bulunduğunu söylemektedirler.Delil:Abdullah ibn Umer(R)'den Rasûlullah(S)'ın, Kur'ân (metni) ile düşman arazîsine sefer edilmesini nehyettiğini tahdîs etmiştir.Buhari,cihad:128



ŞEHİTLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Hanefîler : Şehidler yıkanmaksızın, kanlı elbiseleriyle defnedilir, elbiseleri onların kefeni yerine geçer. Üzerindeki silâh ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir.
Delil:

Ebû Malik el-Ğıfari'den rivayet ettiği "Peygamber (s.a) Uhut şehidleri üzerine onar onar yetmiş defa namaz kılmıştır"
Cabir'den demiştir ki:
Bir savaş esnasında müslümanlardan) birinin göğsüne veya bogazına bir ok atıldı (aldığı yarayla) hemen öldü. Bunun üzerine elbisesiyle beraber, olduğu gibi (yıkanmadan) gömüldü. Biz de Rasûlullal (s.a) ile beraberdik.[Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/533. ]



Diğer üç mezhebe göre :Şehidlerin yıkanmasına gerek olmadığı gibi üzerlerine cenaze namazı kılınmasına da gerek görülmemesi, yine şehidin elde etmiş olduğu yüksek pâye ile ilgilidir.

Kâfirler tarafından öldürülmeyen fakat cihat sırasında vefat edenler hakkında şehit sözü kullanılmıştır.Ancak bunlar yıkanır ve namazları kılınır.

Delil:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şehitleri yıkamayınız. Çünkü her yara ve her kan damlası kıyamet günü etrafa misk kokusu yayar. " Rasûlullah (s.a.s.), Uhud şehitlerini kanlarıyla defnetmeyi emretti. Onları yıkamadılar ve namaz kılmadılar.
İmam Şâfiî şöyle demiştir: "Şehitleri yıkamamanın ve namazlarını kılmamanın nedeni, yaraları ile Allah'a kavuşmaları içindir." Kanlarının kokusu, misk kokusu olunca Allah'ın onlara olan bu ikramı, onları bu namazdan müstağni kılmıştır. Bu durum, yaralar içinde savaşan ve düşmanın geri dönmesinden korkan, bir an önce ailelerine kavuşmayı, ailelerinin de onlara kavuşmasını arzulayan Müslümanlara kolaylık sağlamıştır. Şehitlerin namazlarını kılmamaktaki hikmet şudur: Namaz ölülere kılınır. Şehitler ise diridir. Veya namaz bir şefaattır. Şehitlerin de buna ihtiyacı yoktur.





ESİR ALINAN KADININ KOCASI DA YANINDA ESİR ALINMIŞSA ONUNLA EVLENİLİR Mİ?
İslam âlimleri, bu ayetin hükmüne dayanarak ittifakla şu hükmü ortaya koymuşlardır: “Kâfir eşlerden biri esir alınıp İslam yurduna getirilmesiyle aralarındaki evlilik bağı kendiliğinden düşer.” (Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Her iki eşin birlikte esir alınıp İslam yurduna getirilmesi durumunda ise, farklı görüşler vardır.

İmam Şafii’ , İmâm Mâlik ve Ebû Sevr'e göre bu durumda da onların evlilik bağı sona erer. Onların sahibi istibra süresinden sonra kadınla evlenebilir.

Bir kadın harpte esir edildiği zaman eski kocasıyla olan nikah bağı kesilir. Bu mevzuda ka­dının yalnız başına esir edilmesiyle kocasıyla birlikte esir edilmiş olması arasında bir fark yoktur. Bu mevzuda Hattâbî şunları söylüyor: "Aşağıdaki hadis-i şerif, esir edilen müşrik veya kâfir bir karı-kocadan birinin esir edilmesi hâlinde nikâhları bâtıl olur anlamı taşımaktadır. Bu mevzuda birinin esir edilmesiyle ikisinin birden esir edilmeleri arasında bir fark yoktur. bu görüştedirler. 

Deliller: 
Müslümanlar, Hayber'de aldıkları esir kadınlarla birleşmek isteyince Hazret-i Peygamber, birinin şöyle bağırmasını emretmişti: "Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa rahminde çocuk bulunan esir kadınla yatma­sın."Dârimî, talak 36.

Rasûl-i Ekrem'in cariyeleri dağıttıktan sonra hâmile olanlarla çocuklarını dünyaya getirinceye kadar, hayızlı olanlarla da temizleninceye kadar cinsî münasebette bulunmayı yasakladığını ifâde eden hadis-i şeriftir. Ebu Davut, 2157 rakamlı hadis.


Sözü geçen ulemâya göre Rasul-i Ekrem'in sâdece cariyelerin hayızlı veya gebe olup olmadıklarına dikkat edilmesini emredip evli olup olmadıkları üze­rinde durmaması esir edilen eşlerin aralarında nikâh bağı kalmadığına de­lâlet eder.


İmam Ebu Hanife’ye göre ise, karı-kocanın birlikte esir alınıp İslam yurduna getirilmeleri durumunda bunların evlilikleri devam eder. (bk. Razi, İbn Aşur, ilgili ayetin tafsiri)

İmâm Ebû Hanîfe'ye göre ise, eşler ikisi birlikte esir edilecek olurlar­sa, eski nikahları bakîdir ve geçerlidir; fakat kadın tek başına esir edil­mişse eski kocasından boş düşmüştür. İmâm'a göre mevzumuzu teşkil eden Ebu Davud hadisinin sonunda gelen "İddetleri dolunca onlar size helaldir" cümlesi, müşriklerin nikahlarının sahih olduğuna delâlet eder. Çünkü eğer kadının eski nikâhı sahih olmasaydı iddet beklemesinin bir manası kalmazdı” demiştir.

FETH EDİLEN TOPRAKLARIN DAĞITIMI NASIL YAPILIR?