MEZHEPLERE GÖRE hukuk ceza


HUKUKİ PRENSİPLER

CEZAİ EHLİYET VE SORUMLULUK
Ehliyet, kisinin sorumluluk sahibi olma, hak ve borçlara ehil olma, hak ve borç dogurucu islemleri kendi basına yapabilme yetkisi olarak tarif edebiliriz..Ehliyet aynı zamanda sorumluluk sahibi olmayı da gerektirir.
Fiil ehliyeti, bir kisinin, kendi iradesi ile haklar dogurabilme, borç (yüküm) altına girebilme ve haksız fillerinden sorumlu tutulabilme ehliyetidir.


Fiil ehliyetinin varlıgı için, kisinin temyiz kudretinin var olması gerekir bu da İslam hukukunda yedi yaş olarak belirlenmistir.allahdostuseyyid.Bundan baska rüştüne ermesi yani reşit olması gerekir. “rüsd” ile ifade edilen akli ve fikri bir olgunluktur. Burada kastedilen kisinin mallarını koruma ve idare etmede gerektigi gibi davranmasıdır. Rüst aslında bir akli ve ruhi olgunluktur. Bulugdan(ergenlik) farklıdır.





Şiada: Üst sınır kızlarda 9, erkeklerde  15

 Baliğ olmamış bir çocuk, şer'an kendi malında tasarruf hakkına sahip değildir. Baliğ olmak ise şu üç belirtiden biriyle anlaşılır:
1) Sert etek tüyünün bitmesi, yani karnın altında ve avret mahalli üstünde kalın kılın çıkması.
2) Meni gelmesi.
3) Hicrî Kameri yıla göre erkek çocuğunun on beş yaşını, kız çocuğunun ise dokuz yaşını tamamlamış olması.allahdostuseyyid.Humeyni İlmihali, kısıtlı hükümleri ,md:2252

Suratta, göğüste, dudak üstünde ve koltuk altında sert tüy-lerin bitmesi, sesin kalınlaşması ve benzeri şeyler baliğ olmanın alâmeti değildirler. Ancak, insan bunlar vasıtasıyla baliğ olduğunu kesin olarak bilirse, o başka.Humeyni İlmihali, kısıtlı hükümleri ,md:2253








CEZASI KESİNLEŞEN KİŞİ AKIL SAĞLIĞINI KAYIP EDERSE :
Şafii:
Kul hakkını ilgilendiren bir suçu isleyen kisinin daha sonra akıl hastalıgı gibi bir sebepten dolayı ehliyetini kaybetmis olmasından dolayı ondan cezanın kaldırılmayacagı kabul edilmektedir.Kulları
ilgilendiren konularda kasten isledigi suçu ikrar eden kisinin akıl hastalıgına yakalanması cezasının düsürülmesine etki etmez (Safii, 1973: VI, 5; Nevevi, ts: XVIII,353) seklindedir.

Hanefilere göre  suç failine had cezası hükmü verildikten sonra failde ehliyetini kaybettirecek bir durum arız olursa verilen ceza süphe ile düser. Bunun gibi hakkında kısas hükmü verilen katil sayet hükümden sonra akli melekelerini kaybedecek olursa bu kimseye kısas cezası uygulanmaz ( bn Abidin, 1987: 343).
Hanefiler de suç teşkil eden fiili isleyen kisinin sadece fiili islediği sırada ceza ehliyetine sahip olmasının cezai müeyyidenin uygulanması için yeterli olmadığını aynı zamanda cezanın uygulanacağı anda da suçluluğu kesinleşmiş olan kisinin ceza ehliyetini varlığının esas olduğunu kabul etmektedirler.

Hanbeli ekolüne mensup hukukçular ise aksi görüse sahiptirler. Onlara göre ceza ehliyetinin sartlarını barındıran kisi yani akıl ve balig olan kisinin adam öldürdügü ikrar etmek suretiyle veya delil yoluyla sabit olmasından sonra akıl hastası olması onun için öngörülen cezanın infazına engel teskil etmez. Başka hanbeli hukukçulara göre ise;kisi cezai ehliyete sahipken isledigi ve haddi gerektiren suçlarda
ikrarından dönmesi geçerli kabul edildiginden dolayı akıl hastası olan kisiye bu haldeyken hadd cezası uygulanmaz ( bn Kudame, ts: VII, 665).

ÇOCUĞUN ŞAHİDLİĞİ KABUL EDİLİR Mİ:
Hanefi hukukçulardan İmam Muhammed çocugun buluğa erdigi sabit olmadıkça sahitliginin kabul edilmeyecegi görüsündedir (Cessas, 1993: I, 678).

İmam Malik çocuğun yine kendisi gibi bir çocuga karsı sahadetinin müessir fiillerde bir takım sartlara baglı olarak kabul edilecegi görüsündedir. İmam Malik’e göre bu sartlar; sahadeti idrak edebilmesi için çocugun mümeyyiz olması ve olayın meydana geldigi anda sahadete ehil bir baska kisinin bulunmamasıdır. Bu sekildeki sahadetin geçerliligini izah etmede söyle bir açıklama getirmislerdir, çocuklar oyun oynarlarken,büyükler genellikle aralarında bulunmazlar. Çocuklar arasında sahadeti gerektiren müessir bir fiilin vukuunda baska sahit olmadıgında zarurete binaen çocugun çocuğa sahadeti kabul edilmistir (Ceburi, 1988: 157).

Ahmed b. Hanbel ise, Hz. Ali’nin benzeri bir uygulamasını esas alarak çocugun çocuga sahitliginde “birbirlerinden ayrılmadan ve evlerine gitmeden önce olması”şartını getirmektedir ( bn Kayyim, ts: 167). Çocuk hukuka aykırı fiillerinde cezai açıdan sorumlu olmadıgı halde bu tür sahitlikler çocugun mali açıdan sorumlulugunu tespitte bir delil veya karine olarak degerlendirilebilir.

Kadı Süreyh çocukların birbirlerinden ayrılmama sartıyla beraber sahitliklerinin ittifak ettikleri konuda geçerli, ihtilaf ettikleri konuda geçersiz olacagı görüsündedir.

Ömer b. Abdulaziz’in de çocukların birbirlerine karsı isledikleri müessir fiillerde çocugun çocuk hakkındaki sahitligini geçerli kabul ettigine dair rivayetler bulunmaktadır ( bn Kayyim, ts: 168).
Zahiriler ise nasslarda zikredilmedigi ve Hz.Ali’den yapılan rivayetin sahih olmadıgı gerekçesiyle çocugun çocuga sahitligini kabul etmemislerdir ( bn Hazm, 1988: X, 217).


ZİNA VE RECM

RECMİ SAVUNANLARIN DELİLLERİ:
Ubâde bin Sâmid'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.»(Muslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64)

Rasulullah (sav)'ın Maiz b. Malik el-Eslemî ve Gamid’li kadın ve asif ( ücretle çalışan) genç ve iki Yahudi’ye recmi uyguladığı tevatüren tesbit edilmiştir. On­an sonra da raşid halifeler recmi uygulamışlar ve evli zanilerin cezasının recm olduğunu ilan etmişlerdir. Daha sonra da bütün fakihler her zaman ve yerde recmin Allah (cc)'ın kesin bir kanunu olduğu gibi Rasulullah (sav)'ın da uyulması farz olan sünneti olduğunu delilleriyle tesbit etmişlerdir. Bu hükme günümüze kadar hiçkimse muhalefet etmemiştir.Ancak İslâmdan sapan hariciler fırkası müstesna.

RECM ÖRNEKLERİ:

Maiz b. Malik el-Eslemî (r.a.), Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tevbe ve istiğfar et" buyurdu. Maiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Rasulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.

Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Rasulullah (s.a.v) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi"(Muslim, Hudud, 22; eş-Şevkânî, Neylul-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.).

Kadın olarak da Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Muslim, Hudud, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudud, II).

Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.a)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:

"Ey Halid! yavaş ol. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru)yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Muslim, Hudud, 23).

..Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:
Sizler Rasullullah (s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve; "Ya Râsulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet!"dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: "Ya Râsulullah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek üzere bana izin ver!" dedi.
Peygamber (S.A.V.)’de ona; "Sözünü söyle." buyurdu.
O da şöyle dedi: "Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve birde cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler!" dedi.

Rasulullah (s.a.v)’de: "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır." buyurdu.

Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: "Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu."

Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.
(Buhari : 15.c / 7107s., Muslim : 5.c / 1697.N, Tirmizi : 3.c / 1457.N)


Abdullah b. Ömer (r.a)'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber'e, zina etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi, yahudilere, Tevratta ki zina hükmünü sormuştur. Yahudiler; "yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır" demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm ayetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken Islâm'a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber'e yahudinin Tevrat'ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm ayeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır (Müslim, Hudûd, 26).

Bera b. Azıb (r.a)'ten nakledilen, yukarıdaki iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz. Peygamber'e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi. Allah elçisi yahudilere evlilerin zinasının Tevrat'taki hükmünü sordu. Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine "Sana, Tevrat'ı Musa ya indiren Allah aşkına soruyorum. Zina edenin Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu yahudi bilgini; Tevrat'ta recim var. Fakat zina eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk. Bu iki sınıfa eşit ceza için recmi terkettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim. Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi" (Müslim, Hudûd, 28).

İbn Şihab şöyle dedi: Bana Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe haber verdi ki kendisi Abdullah ibn Abbas’tan şöyle derken işitmiştir:

Ömer İbnu’l Hattab Rasulullah'ın minberi üzerine çıkmış halde iken şöyle dedi:
Hiç şüphe yokki Allah, Muhammed’i hak peygamber olarak gönderdi. Ona indirilen bu kitabın içinde “recm ayeti de vardı” Biz bu ayeti okuduk ezberledik, ve onu anlayıp belledik, ve Rasulullah recm etti, bizde ondan sonra recm ettik. Böyle olduğu halde insanlara zaman uzayıpta onlardan birinin: "Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz" demesi ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı, terk suretiyle dalalete düşmelerinden korkarım. Hiç şüphesiz ki Allah’ın kitabında evli erkek ve kadınlardan olupta zina eden ve zinasında beyyine bulunan yahut da gebelik ve itiraf bulunmasıyla zinası sabit görünen kimse üzerine recm bir haktır.(E. Davud : 5.c / 4418.N, Buhari : 14.c / 6684.s, Tirmizi : 3.c / 1455.N, Muslim : 5.c / 1691.N)

..Ömer b. El-Hattab (r.a.)’dan rivayet edilmiştir, dedi ki: Râsulullah (s.a.v) recm etti; Ebu Bekr recm etti; bende recm ettim. Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan çekinmemiş olsam onu muhakkak mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı kavimlerin gelip onu Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edeceklerinden cidden korkuyorum.(Tirmizi : 3.c / 1456.N)

Ubedet ubnu Samid (R.A.) şöyle dedi. Râsulullah (s.a.v)şöyle buyurdu:
Benden alınız benden alınız.Muhakkak ki Allah zina yapan kadınlar için bir yol tayin etmiştir. Evlenmemiş olan evlenmiş olanla zina ederse bunların her birine yüz değnek ve bir sene sürgün cezası vardır. Evli veya dul olan. Evli veya dul olanla zina ederse bunların her birine de yüz değnek ve recm cezası vardır.(Muslim : 5.c / 1690.N, Ahmed : Musned)




Recm ayetleri:
Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ edecek olurlarsa onları mutlaka recmedin.(Ahzab suerinde önceden olduğu iddası vardır.)

Hz. Aişe anlatıyor: “Recim ayeti ve büyüklerin on defa süt emmeleri konusunda ayet inmişti. Bu ayet, karyolamın altında bir sahifede yazılıydı. Resulullah (a.s.m) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir hayvan(keçi) gelip onu yedi”(İbn Mace, Nikah, 36).





RECM İLE İLGİLİ DİĞER HADİSLER:

"Mahremi ile zina edeni öldürünüz" (İbn. Mace, Sünen, hadis no: 2564; Hakim, Müstedrek, c. 4, Hadis no: 8054) Hakim bu hadisin senedinin sahih olduğunu bildirmiştir.

"Mahremi ile zina eden kişi cennete giremez" (Taberani, Mucemül Kebir, c. 12, s.57, Hadis no: 11031)


Sünni ve şii mezheplerin ortak görüşü:
Zina eden bekâr bir kimseye yüz kırbaç , zina eden evli birisinin cezası ise taşlanarak öldürülmektir.




RECME KARŞI ÇIKANLARIN GÖRÜŞLERİ:

Kuranda recm ayeti yoktur.Tevrat'ta olan recm ayetleri ise nesh edilmiştir.Peygamber döneminde uygulanana örneklerde fetva Tevrata'a göre verilmiştir.Daha sonra gelen ayetlerle 100 sopa cezası kesinleşmiştir.

Recme karşı çıkanlar da kendi arasında ikiye ayrılır:
a) Nisa :15 kadın eşcinselliğini , nisa:16 erkek eşcinselliğini anlatıyor diyenler
b) Nisa:15:16 daki cezalandırmanın zina yapan kadın ve erkeklerin tümü için geçerli olduğunu ve 100 sopa ayeti gelmeden önce uygulandığı savunan görüş.Bu görüşe göre 100 sopa ayetiyle önceden uygulanan bu cezalar nesh olmuştur.


Deliller:

Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun..... - NUR 2

 Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).NİSA:15

İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza (eza - eziyet) verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.NİSA:16


Zina eden recm edilecekse, nasıl evlenecek?
Zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik olan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenebilir. Bunlar müminlere haram kılınmıştır.” (Nur 24/2-3)

Recmin yarısı ve iki katı nasıl olur?
“Ey peygamberin hanımları! İçinizden kim açık bir fahişelik yaparsa onun için o azab (el-azab) ikiye katlanır.” (Ahzab 33/30) “


"… ellerinizin altındaki mümin cariyeler… Evlendikleri zaman fahişelik yaparlarsa hür kadınlara verilen o azabın (el-azab) yarısı gerekir…” (Nisa 4/25)



ZORLA YAPILAN CİNSEL SALDIRININ ( TECAVÜZ )CEZASI :

Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.
-Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını söyle. allahdostuseyyid.Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
 - Andolsun iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (bu hallerinden ) vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.
- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanır öldürülürler. Ahzab 58:61
Not: 58:61 ayetleri bir bütün olarak ele alındığında eziyet halinde bile ölüm söz konusu ise fiili saldırıda ölümün olduğu yorumunu yapanlar vardır.

Sünni deliller:
Resulullah (sav)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: "Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı Hz. Peygamber (sav)'in yanına götürdüler. Resulullah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kimse kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu. Resulullah (sav) kadına: "Git. Allah günahlarını affetti" dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Resulullah şunu söyledi: "Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tövbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi." (Tirmizi şu ziyadede bulunmuştur: Vail (ra) Hz. Peygamber (sav)in kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi.")
Ravi: Vail İbnu Hucr İbni Rebia ,allahdostuseyyid
Kaynak: Tirmizi, Hudud 22, (1452); Ebu Davud, Hudud 7, (4379)


Hz. Ömer (ra)'e, zina yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (ra) uğradı. (Hazırlığı görünce): "Bunun hali nedir?" diye sordu. Kendisine: "Falanca kabileden deli bir kadındır, zina yapmıştır. Hz. Ömer (ra), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali (ra): "Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp: "Ey müzminlerin emiri! Bilirsin ki, Resulullah (sav): "Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler): Buluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu biçare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki akli noksanlığı sırasında tecavüz etmiştir" dedi.
Ravi: İbnu Abbas
Kaynak: Ebu Davud, Hudud 16, (4399, 4400, 4401, 4402)



Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının cariyesine temasta bulundu. Hadise, Kufe emiri Nu'man İbnu Beşir (ra)'e götürüldü. "Ben, dedi, hakkınızda, Resulullah (sav)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, cariyeyi sana helal ederse, yüz deynek yiyeceksin, helal etmezse recmedileceksin." Sonra (tahkik etti) karısının cariyeyi adama helal ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu.
Ravi: Habib İbnu Salim
Kaynak: Tirmizi, Hudud 21, (1451); Ebu Davud, Hudud 28, (4458, 4469); Nesai, Nikah 70, (6, 124); İbnu Mace,



Dayım Ebu Bürde İbnu Niyar -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum. "Resulullah (sav), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum" diye cevap verdi.
Ravi: Bera İbnu'l-Azib
Kaynak: Tirmizi, Ahkam 25, (1362); Ebu Davud, Hudud 27, (4466, 4457); Nesai, Nikah 58, (6,109-110); İbnu Mac


Bir adam, Resulullah (sav)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resulullah (sav), Hz. Ali (ra)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (sav)'e haber verdi. Resulullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti. (Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Resulullah (sav): "Şahid, gaibin görmediğini görür" buyurdu".)
Ravi: Enes
Kaynak: Müslim, Tevbe 59, (2771)



CEZALAR:
Ehli sunnete göre tecavüz eden bekara "Bekar"ın zina cezası uygulanır :
"Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun" (Nur, 2)

“Bundan sonra, tövbe eden ve kendini düzeltenler başka. Allah‘ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Nur 5)

Ehli sunnete göre tecavüz eden evliye "Evli"nin zina cezası :
"Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helal olur. Zina eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terkedeni öldürmek" (Buhârî, Diyât, 6; Muslim, Kasâme, 25, 26; Ebu Dâvud Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15, Diyât, 10; Nesâî, Tahrîm, 5, Kasâme, 6; İbn Mâce, Hudûd, Dârimî, Hudûd 2, Siyer, II).


Hanefi muctehidlere göre celde cezasına sürgün ilâve edilmez. Çünkü âyette celde zina cezasının tümünü ifade eder. Ancak sürgün bir had cezası değil, İslâm Devlet başkanının görüşûne bırakılan ta'zir cezası kabilindendir. O sürgünde bir yarar görürse uygular. Nitekim, zina edenin tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.

Şâfiî ve Hanbelî muctehidlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri seferîlik mesafesinden uzakta olmalıdır. Dayandıkları delil, yukarıda zikredilen sürgün bildiren hadistir. Ancak kadın kocası veya mahrem bir hısmı ile birlikte sürgüne gönderilir. Çünkü Hz. Peygamber; "Kadın, yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz" buyurmuştur. (Buharî, Taksîr, 4, Mescidü Mekke, 6, Sayd, 26, Savm, 67; Ebû Dâvud, Menâsik, 3; Muslim, Hacc, 413-434; Tirmizî, Radâ', 15)

Mâliki muctehidlere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zina etmemesi için sürgün edilmez.



Notlar:
Ayrıca; tecavuz etmede, iki tarafın razı olduğu zinaya verilen recm cezasının haricinde, saldırı cezası da verilebilir. Çünkü tecavuz, karşı tarafın rızası olmadan , hatta direnme veya tehdit vs reğmen olabilmesi mumkundur. Bunun sonucunda kadı, zinanın haricinde, mağdurda meydana gelen yaralanmaların da cezasını verebilecektir.

“Eğer ceza vermek isterseniz size ne yapıldıysa onun dengiyle ceza verin. Katlanacak olursanız kuşkusuz bu, katlananlar için daha iyidir.” (Nahl 126)

Burada bu kişinin yaptığı suçun dengi ceza, Allah’ın haram kıldığı bir fiil olduğu için o yola gidilemez. Dolayısıyla onun yerine geçecek bir ceza yani bir tazminata hükmetmek gerekir. Bu da o kızın dengi bir kızın mehri kadar bir mehir ödetilmesidir.

Tecavüz gerçekleşmemiş bile olsa, bu tür tacizler için de 'tazir' cezası gündeme gelir.
Tazir cezası, suçlunun durumuna ve suçun niteliğine göre Kadı'nın uygun görüp vereceği "ağır söz", "hapis", "dayak", "ölüm" gibi cezalardır.



Şia'nın delilleri: 

Bir erkek başka bir erkeğe tecavüz edecek olursa cezası kafasının kılıçla kesilmesi, ardından el ve bacaklarının ateşte yakılmasıdır. tahrir el vesile-İmam Humeyni
İmam Bakır (a.s), kendisine, “Zorla bir kadına tecavüz eden kimsenin cezası nedir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Eşi olsun veya olmasın öldürülmelidir.el-Kafi, 7/189/1

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Birisi zorla bir kadına tecavüz ederse cezası bir kılıç darbesidir. O kılıç darbesiyle ölsün veya ölmesin fark etmez.”el-Kafi, 7/189/4

Bakir bir erkeğin zina yapması durumunda yüz kırbaç vurulur, saçları traş edilir (kazınır) ve bir yıl bulunduğu şehrinden sürgün edilir. allahdostuseyyid.Bakir erkek hakkında ihtilaf bulunmaktadır. bazı ulemalar evlenmiş, ancak henüz eşiyle cinsel ilişkiye girmeyenler, bazıları da ister evlilik yapmış olsun ister yapmamış olsun muhsen olmayanlar bakirdir demişlerdir.

Bakire bir kızın zina yapması durumunda saçlarının kazınması ve şehrinden sürgün edilmesi cezası uygulanmaz.

Not: Şia'nın zina ile ilgili görüşleri aşağıda detaylı anlatılmıştır.





CİNSEL SUÇLAR 1
HANEFİ
MALİKİ
ŞAFİİ
HANBELİ
/ SELEFİ
CAFERİ


Bir kadın yaşı küçükle veya deliyle ilişkiye girse
Tazir
Tazir
Zina cezası uygulanır
Zina cezası uygulanır

Bir erkek yaşı çok küçük bir kızla veya deliyle ilişkiye girerse
(allahdostuseyyid)
Tazir ve kızın idrarını tutup tutamamasına göre üçte bir veya tam diyet (bedel) gerekir
Zina cezası uygulanır
Zina cezası uygulanır
1. Zina cezası uygulanır
2. 9 yaştan küçükse tazir büyükse zina cezası uygulanır

Kaynak:(Serahsî, IX,58-59;Kâsânî, VII, 34.İslam Ceza Hukukunda Ta’zir Suçları veCezaları,Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1996, ss.45-46.İslam hukukunda zina suçu dışındaki cinsel suçların hukuki sonuçları tezi,ankara üniv. yay.50,51,52)





MEZHEPLER ARASINDAKİ FARKLAR
CİNSEL SUÇLAR 2
HANEFİ
MALİKİ
ŞAFİİ
HANBELİ
/ SELEFİ
CAFERİ
Cisel ilişki olmadan (vajina ve anüs dışında) oynaşma öpüşme vb. cezası
(allahdostuseyyid)
Tazir
Tazir ,Ayrıca cinsellik amaçlı bakışma 20 sopa , öpüşme 50 sopa
Zina ile sonuçlanmayan her girişim en fazla 75 sopa ile tazir edilir.Aralarında ince de olsa örtü varsa 60 sopa , tek başlarına bir evde yalnız bulunursa 30 sopa , sokakta konuşursa 20 sopa,erkeğin dışarıda kadına kaş göz etmesi 10 sopa
Tazir


 Kaynak:İslam hukukunda zina suçu dışındaki cinsel suçların hukuki sonuçları tezi,ankara üniv. yay.50,51,52)








ŞİA MEZHEBİNE GÖRE ZİNA VE HADLERİ İLE İLGİLİ KURALLAR:

Zina: Erkeğin cinsel organını (sünnet yeri miktarı kadarı- Eğer bir erkek erkeklik aletinin sünnet miktarından daha az miktarını dahil ederse bu eylem haram olmasına rağmen zina sayılmaz. ) kendisine haram olan ve aralarında nikah ve nikah şüphesi olmayan bir kadının cinsel organına ister vajina yoluyla ve isterse anal yoluna dahil etmesine zina denir…

Zina Haddinin Uygulanması İçin Gerekli Şartlar
1. Zina eden kişi ister erkek olsun, ister kadın, ergenlik çağına girmelidir. Eğer buluğa ermemiş olursa şer’i hakimin belirleyeceği sayıda kırbaç (ta’zir) ve tedip cezasına çarptırılır.
2. Akıl sahibi olmalıdır. Eğer deli olursa ulemalar arasındaki meşhur görüşe göre ona had vurulmaz. Ona çocuklara uygulandığı gibi ta’zir ve tedip cezası verilir.
3. Kendi isteği ve iradesiyle yapmalıdır. allahdostuseyyid.Dolayısıyla eğer erkek, kadını zinaya zorlarsa kadına had uygulanmaz ve meşhurun görüşüne göre erkeğe de had uygulanmaz.(Yani eğer tersi olur ve kadın erkeği bu işe zorlarsa bu durumda meşhur ulemanın görüşüne göre kadına had uygulanır, ama erkeğe ikrah olunduğundan had uygulanmaz. )
4. İlişkiye girdiği kadın kendisine haram olmalı ve helali olmamalıdır.
5. Şüpheyle ilişkiye girmemelidir. Yani ilişkiye girdiği kişinin haram olduğunu bilmelidir. Dolayısıyla eğer kendi eşi olduğunu sanarak ilişkiye girerse ona had uygulanmaz.
6. Erkeklik aletini kadının vajina yahut anal yoluna dahil etmelidir. Eğer bunların dışında bir yere dahil ederse had uygulanmaz. Aynı şekilde sünnet yeri miktarı kadar dahil olmalıdır. Bu miktardan az olursa yine had uygulanmaz.


Zina Haddinin Kısımları:
Birinci kısım: Zina edenin kılıçla öldürülmesi. Bu kategoriye üç sınıf girmektedir:

1- Kişinin kendi nesebinden olan mahremiyle zina etmesi. Örneğin: anne, kız kardeş, teyze, hala, erkek kardeşinin kızı, kız kardeşinin kızı gibi. Bazı ulemalar sebebi mahremleri de bu kategoriye sokmuşlardır.( Nesebi mahrem, yani soydan gelen mahremlik. Anne, baba, kız kardeş… gibi. Sebebi mahremlik ise evlilik yoluyla oluşan mahremiyet. Örneğin kayınpeder ve kaynananın damat ve geline mahrem olması gibi. )

Böyle zinanın haddi kılıçla boynun vurulmasıdır. Bazı ulemalar zina eden şahsın evli ve muhsen( evli ve cinsel ilişki yapma imkanına sahip) olması durumunda önce yüz kırbaç vurulması sonra taşlanarak, bazıları da kırbaç sonrası boyunlarının vurulmasını söylemişlerdir. Eğer zinaya kadında razı olursa erkeğe uygulanan haddin aynısı ona da uygulanır.
2- Kafir birisinin Müslüman kadınla zina yapması durumunda kafirin kılıçla boynu vurulur.
3- Erkek eğer kadını zorlayarak zina ederse boynu vurulur.

İkinci Kısım: Recmedilmesi, yani taşlanması. Bu kısımda kadın ve erkeğin muhsen olması gerekir. Muhsen: ergenlik çağına girmiş, akıl sahibi (deli değil) bir erkeğin önceden ilişkiye girdiği eşiyle, gece ve gündüz ilişkiye girme imkanına sahip olan kişiye muhsen denir. Dolayısıyla erkek eğer seferde olursa, yahut seferde değil ancak hapiste olursa ve eşiyle cinsel ilişkiye girme imkanına sahip değilse muhsen hesap edilmez.
Kadının muhsen olması ise şöyledir: Kadın ergenlik çağına girmeli ve akıl sahibi olmalıdır. Kendisine ulaşabileceği bir kocası olmalıdır. Kadının muhsen sayılması için muta nikahı yapmış olması yeterli değildir.
Hadislerde de nakledildiği gibi had uygulanacak kişi önce gusül almalı, kefen giymeli, hanut ve kafur üzerine serpilmeli, öldükten sonra namazı kılınmalı ve defnedilmelidir.

Üçüncü kısım: Eğer muhsen olan yaşlı bir kadınla ve yaşlı bir erkek zina ederlerse önce kendilerine yüz kırbaç vurulur daha sonra taşlanırlar.allahdostuseyyid. Yaşlı olduklarından ve şehvetlerinin az olmasından dolayı günahları daha çok sayılmaktadır.

Dördüncü kısım: Bakir bir erkeğin zina yapması durumunda yüz kırbaç vurulur, saçları traş edilir (kazınır) ve bir yıl bulunduğu şehrinden sürgün edilir. Bakir erkek hakkında ihtilaf bulunmaktadır. bazı ulemalar evlenmiş, ancak henüz eşiyle cinsel ilişkiye girmeyenler, bazıları da ister evlilik yapmış olsun ister yapmamış olsun muhsen olmayanlar bakirdir demişlerdir.

Bakire bir kızın zina yapması durumunda saçlarının kazınması ve şehrinden sürgün edilmesi cezası uygulanmaz.

Beşinci kısım: Had ve ta’zirin birlikte uygulanması. Eğer birisi Ramazan ayı, Cuma günü, Arife günü gibi mübarek bir zamanda veya Mekke ve Medine’nin haremi gibi şerif bir mekanda zina ederse haddin yanı sıra ta’zir ve tedipte uygulanır.

Altıncı kısım: Kırbaç cezasına dayanamayacak kadar hasta olan zina etmiş kadın ve erkeğin cezası, had miktarı kadar ince çubukların bir araya getirilerek bir anda vurulmasıdır.

Not:    Erkek beline, kadın göğsüne kadar toprağa gömülür daha sonra ölene kadar taşlanır.


Zina Haddinin Hükmü ve Uygulaması:
1. Zina eden erkeğe çıplak olduğu bir halde, kadına ise elbiseli kırbaç vurulur. Baş, yüz ve cinsel organı dışında her yerine haddi kadar kırbaçla vurulur. Erkeğe ayakta, kadına oturarak vurulur. Bazıları çok sert vurulması gerektiğini söylerken, bazıları ne çok sert ve ne çok yumuşak vurulmaması gerektiğini söylemişlerdir. Aşırı soğuk havalarda ve aşırı sıcak havalarda had uygulanmamaktadır. Kışları gün ortası ve yazları hava mutedil olduğunda had uygulanır.

2. Her kim had uygulanacak bir şey yaparsa ve kendisini kurtarmak için Mekke-i Mükerreme’nin haremine sığınırsa, haremin hürmetine haremden çıkana kadar ona had uygulanmaz. Ancak yiyecek ve içecek içeri sokulmaz ve böylece dışarı çıkmaya zorlanır.allahdostuseyyid.Çıktığında ona had uygulanır. Bazı ulemalar bu hükmün Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) haremi ve Masum İmamların (a.s) haremleri içinde geçerli olduğunu söylemişlerdir.

3. Eğer şahıs defalarca zina yapmışsa, ancak şer’i hakimin yanında zinası bir kere sabit olursa bir zina haddi uygulanması ulemalar arasında meşhur olan görüştür.
Bazıları ise eğer zina ettiği kadın bir kadınsa bir kere ve eğer birkaç kadınla zina etmişse zina ettiği kadın miktarı kadar had uygulanır demişlerdir. (Bu görüş Ebu Basir’den nakledilen rivayet esasına göredir.)

4. Hamile kadına doğum yapıp, nifas halinden çıkarak çocuğuna süt verme süresince had uygulanmaz. Ancak eğer çocuğa bakıp süt verecek birisi yoksa böyledir. Ve eğer birisi çocuğun bakımını üstlenirse doğum yaptıktan sonra taşlanır ve (cezası kırbaçlık ise) nifastan temizlendikten sonra kırbaç haddi uygulanır.

5. Her ne vakit, bir kızla bir erkeği bir yorganın içinde bulurlarsa ve bir iş yaptıkları sabit olmazsa, veya ayağıyla oynaştığı sabit olur, ancak cinsel birleşme sabit olmazsa; ona yüzden az olmak üzere kırbaç cezası verilir.

6. Namahrem erkek ve kadınların öpüşmesi haramdır. Her kim kendisine haram olan birisiyle öpüşürse ta'zir cezası uygulanır.

7. Her kime iki kere had uygulanırsa (örneğin muhsen olmadığı için iki kere yüz kırbaç cezasına çarptırılmış ve had uygulanmışsa) üçüncü kez yeniden bu günahı işlerse öldürülür. Bazıları ise üç kere had uygulandıktan sonra eğer dördüncü kez aynı suçu işlerse öldürülür demişlerdir.

8. Zina eden kişi şer’i hakimin karşısında suçu sabit olmadan önce tövbe ederse, had uygulanmaz. Ama eğer sabit olduktan sonra tövbe ederse, meşhurun görüşüne göre o kişiye had uygulanır. Bazıları da şer’i hakimin istediği hükmü verebileceğini söylemişlerdir.
Eğer zina eden şahıs, kendisi gelip zina ettiğini itiraf eder ve daha sonra tövbe ederse şer’i hakim ister ona had uygular isterse bağışlar. Yani şer’i hakim bu durumda ihtiyar sahibidir.

9. Eğer bir kadın kocası olmadan hamile kalırsa, kendisi zina ettiğini dört kez itiraf etmeyene kadar o kadına had uygulanmaz. (meşhurun görüşü)

10. Eğer bir erkek, kendi evinde karısıyla başka bir erkeğin zina yaptıklarını görürse onların her ikisini de öldürebilir.( Bu hükmün şartları bulunmaktadır. Herkes kafasına göre bu işi yapamaz. Ayrıca bu hüküm sadece karı koca için geçerlidir. Kız kardeşi, abla, bacı, teyze, hala, anne… gibi zinalarda geçerli değildir. )


Zinanın Sabit Olma Yolları ve Şartları:
Zina iki yolla sabit olur:
1. Kişinin kendisinin ikrar ve itiraf etmesi. Meşhur ve güçlü görüşe göre zina eden kişi ister kadın olsun ister erkek dört kere zina ettiğini ikrar ve itiraf etmelidir. Ve denilmiştir ki eğer dört kereden az ikrar ederse ona ta’zir uygulanır, had uygulanmaz. Eğer zorla ikrar alınırsa bunun bir değeri yoktur.

2. Tanıklar yoluyla sabit olur. Taşlanarak öldürülme cezası yalnızca dört adil şahidin tanıklığı ile sabit olur. Tanıkların tanıklığı şu şekilde olmalıdır: Zinayı kendi gözleriyle milin sürmedana girdiği gibi görmeleri gerekmektedir. Veya üç adil erkek ve iki adil kadın tanıklık etmelidir. Bir çok ulema eğer iki adil erkek ve dört adil kadın tanıklık ederlerse zina eden taşlanmaz ona yüz kırbaç vurulur. Bazıları ise yüz kırbaç cezasının bile uygulanmayacağını dört adil erkek dışındaki tanıklıkların geçerli olmayacağını bundan dolayı tanıklık eden kişilere zina suçunu isnat ettikleri suçundan had uygulanır.

Eğer tanıklardan bazıları önce gelip tanıklık ederlerse öteki tanıklar orada hazır olmazsa bu durumda tanıklıkta bulunanlara zina suçu isnat ettiklerinden dolayı had uygulanır.allahdostuseyyid. Böyle durumda öteki tanıklar beklenmez ve zina sabit olmaz.

Tüm tanıkların şahitlikleri bir eylem üzerine ve bir birlerinin sözlerini tasdik edici şeklinde olmalıdır. Dolayısıyla eğer bazıları Salı günü zina ettiğini, bazıları ise Perşembe günü zina ettiğini söylerlerse; veya bazıları falan evde, bazıları ise başka bir evde zina ettiklerini söylerlerse zina sabit olmaz ve şahitlere zina suçu isnat ettikleri için had uygulanır. Abna24 alıntısıdır.

Şer’i hakimin zina edenlere karşı elinde sağlam deliller varsa tanıklara ve ikrara gerek kalmadan hüküm verme hakkına sahiptir.



KOCA KARISINI ZİNA ANINDA BASARSA ÖLDÜREBİLİR Mİ?

Kısas ve kefaret gerektirmeyen öldürmeler de şunlardır: Haklı olarak öldürme (kısas, irtidat ve recm edilerek öldürülmesi), mazeretli öldürme (Kocanın zina halinde bulduğu hanımını ve karısıyla birlikte olan erkeği öldürmesi mazerettir. Çünkü o, o anda şuur ve iradesini kaybetmiştir.) (bk. İslam Fıkhı, Vehbe Zuhayli, c. 10, s. 331)

Mubah olan öldürme: Kısas uygulanacak kişiyi öldürmek meşru savunma ölçüleri içinde canını korumak ve savunmak için öldürme de bu türdendir.
Hanefîler şunu da mubah öldürme çeşitlerinden saymıştır. Bir adam evine girdiğinde karısı veya mahremi olan bir kadınla bir erkeği zina ederken bulup adamı öldürse, bu onun için helâldir ve onun hakkında kısas gerekmez. (ed-Dürrü'l-Muhtâr, III, 197, V, 397.) Bu aynı zamanda Hanbelî, Şafiî ve Malikilerin de görüşüdür. (el-Muğnî, VIII, 332; el-Mühezzeb, II, 225; eş-Şerhu'l Kebîr, IV, 357.) Kadın da kendi isteği ile zina etmiş ise, Hanefî ve Hanbelilere göre koca, her ikisini de öldürebilir. Eğer yabancı erkek kadını zinaya zorlamışsa ve bağırmak, vurmak gibi bir yolla kurtulma imkânı da bulunmuyorsa, kadının adamı öldürme hakkı vardır. Adamın kanı hederdir, o yüzden bir ceza gerekmez. Bir adamı kendisine helâl olmayan bir kadına tecavüze çalışırken yakalayan kişi, bağırmak, vurmak gibi silahtan daha hafif bir şeyle vazgeçiremeyeceğini bildiği takdirde öldürebilir. Ama bu gibi bir yolla vazgeçecek olsa artık onu öldürmek helâl değildir. (bk. İslam Fıkhı, Vehbe Zuhayli, c. 8, s. 16)Kaynaklarda geçen bu bilgilere göre, eşini zina ederken gören kimsenin, onu ve eşiyle zina eden kişiyi öldürmesinden sorumlu olmayacağı anlaşılıyor. Ancak, orada yer alan “Bir adam evine girdiğinde karısı veya mahremi olan bir kadınla bir erkeği zina ederken bulup adamı öldürse, bu onun için helâldir ve onun hakkında kısas gerekmez” ifadesi, bu öldürme işinin ona vacip, veya mendup/sünnet/ çok güzel bir iş olacağını değil, sadece bunun caiz olduğunu, öldüren adamın kısasa tabi tutulmayacağını göstermektedir.

Ayrıca, bu kimsenin yabancı bir erkeği karısı ile birlikte baş başa, yatakta veya çıplak olarak görmesi yetmez, bizzat onları cinsî ilişki halinde iken görmesi gerekir.




PARA KARŞILIĞI CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMAK
Bir kimse belli bir ücret karşılığında bir kadınla cinsel ilişkiye girerse bu yasak ilişkilerinden dolayı iki tarafa da had cezası verilemez. Çünkü verilen ücret bir nevi mehir yerine geçmekte ve nikâh akdine benzemektedir. Bu yönüyle olayda bir şüphe meydana geldiğinden had cezası düşer. Fakat yapılan iş haram olduğundan dolayı ta’zir cezasıyla cezalandırılırlar. Bu durum Ebu Hanife ye göredir. İmameyne göre bu durum haddi gerektirir.

İmam Malike göre ücret zina haddini düşürmez. Çünkü bu ücret mahallinde mubahlık ifade etmediğinden dolayı batıldır. Ve yapılan iş zinadır ve had cezasını gerektirir.İmam Şafii ve İmam Ahmed de aynı görüştedirler.


ZİNAYA ARACILIK ETMEK (PEZEVENK , KAVAT):

Şia:
Bir erkekle bir kadının zina etmeleri için veya iki erkeğin livat yapmaları için aracılık eden erkek ve kadınlara pezevenk veya kavat denir. Meşhur ulemaya göre pezevenklik yapan kişiye zina suçunun dörtte üçü, yani yetmiş beş kırbaç cezası had olarak uygulanır.
Bazı ulemalara göre ise pezevenklik yapan şahsın saçları kazınır ve şehir içinde veya kabile içinde gezdirilerek rezil edilir ve sonra şehirden sürgün edilir. Bu konuda başka görüşlerde bulunmaktadır.
Eğer kavatlık eden aracı kadın ise sadece yetmiş beş kırbaç cezasına çarptırılır.
Kavatlık iki adil kişinin şahitliği ile yahut kendisinin iki defa ikrarı ile sabit olur. eğer bir kere ikrar ederse ta’zir uygulanır.





ZİNAYA ZORLANAN ERKEKTEN HAD CEZASI DÜŞER Mİ?
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre erkeğin zinaya zorlanması ondan zina haddini düşürmez. Ancak Sultan tarafından zorlanması müs­tesna. Bu hususta erkek için zorlanma olamaz. Zira zortama ölüm veya bir azanın telef edilmesi şeklinde olur. Böyle bir halde ise erkeğin zina yap­ma gücü kalmaz. Zorlama ile zina yapabiliyorsa zorlanmadığı anlaşılır. Çünkü gerçekten zorlansa ve korksa idi temas gücünü yitirirdi. Öyleyse zorla yaptırılan zinada erkekten had düşmez.

Diğerleri : Düşer


ZIMMI ZİNA EDERSE CEZASI NEDİR?
Hanefilere göre onun cezası yalnız yüz sopadır. Şafiilere göre ise onun cezası recmdir.

Hanefilerin delilleri:
1- İbni Ömer (ra)'in rivayet ettiği. «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan değildir.» hadisidir. Hanefiiere göre bu hadis müşriklerin recm edilemeye­ceğine delalet eder. Çünkü müşrikler «muhsan» sayılmamaktadır.

2- Müslümanlar hakkında Allah (cc)'ın nimeti çoktur. Öyleyse müslümanların cezası da müşriklerden daha ağır olmalıdır. Bu yüzden müslümanların cezası, aralarında yaşayan zimmîlerin cezasından daha ağırdır. Zira Allahu teala müminlerin anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında, «Ey peygamber zevceleri, içinizden kim açık bir terbiyesizlik ederse onun azabı iki kat arttırılır.» (Ahzab: 30) buyurmuştur. Âyetteki «ki kat arttırılır» ifadesi yalnız onlara mahsustur. Çünkü Allah (cc) en sûyük nimeti onlara vermiştir, onları Resulullah (sav)'a zevce kılmıştır. Bu âyetten anlaşılıyor ki. kullar üzerinde Allah (cc)'ın nimetleri büyüdük­le isyanlarına karşılık cezaları da ağırlaşmaktadır.

3- Zina iftirasında iftira edilen şahsın müslüman olması gerektiği icma ile sabittir. Şayet iftira edilen müslüman değilse müfteriye tazir uy­gulanmaz. Öyleyse recm tususunda da zımmînin cezası, müslüman olmadığı için. daha hafif bir ;eza olan sopadır.

Hanbelî ve Şafiilerin delilleri:

1- «Müşrik ve kafirler cizyeyi kabul ettikleri zaman müslümanların sütün haklarına sahip olurlar, işledikleri suçlara karşılık da müslümanlara uygulanan cezaların aynısı uygulanır.» hadisinin umumi manasına göre evli bir müslüman zina ettiğinde nasıl recmediliyorsa, evli bir zımmi de zina ettiğinde aynı şekilde recmedilir.

2- Buhari ve Müslim'in İbni Ömer (ra)'den rivayet ettikleri. «Yahudiler içlerinden evli oldukları halde zina eden bir kadınla bir erkeği Resulullah (sav)'a getirdiler. Resulullah (sav) onlara, «Kitabınız olan Tevratta bunların hükmü nedir?» diye sordu. «Biz onların yüzlerini siyaha boyar, halk içinde rüsvay ederiz.» dediler. Resulullah (sav), «Siz yalan söylediniz. Tevrat'ta evli olan zaniler için recm hükmü mevcuttur. Şayet doğruysanız Tevrat'ı getirip okuyun.» dedi. Onlar da Tevrat'ı bilen bir ki­şiyi getirterek okuttular. Okuyan kimse Tevrat'ın bir yerini eliyle kapata­rak okumadı. Sahabilerden birisi, «Orayı niçin kapattın, kaldır bakalım orada ne var?» deyince elini kaldırdı ve Resulullah (sav)'a dönerek, «Ya Muhammed, bizim kitabımızda recm hükmü var ama biz onu uy­gulamıyoruz.» dedi. Resulullah (sav) zanilerin recmedilmesini emretti. Za­niler de recmedildi. Kendileri de recme bizzat katıldı.» hadisidir.

Not: Zina için sopanın yanında 1 yıl sürgün cezası da uygulanmıştır.Köleye yarısı (6 ay )

..Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:
Sizler Rasullullah (s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve; "Ya Râsulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet!"dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: "Ya Râsulullah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek üzere bana izin ver!" dedi.
Peygamber (S.A.V.)’de ona; "Sözünü söyle." buyurdu.
O da şöyle dedi: "Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve birde cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler!" dedi.
Rasulullah (s.a.v)’de: "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır." buyurdu.
Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: "Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu."
Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.
(Buhari : 15.c / 7107s., Muslim : 5.c / 1697.N, Tirmizi : 3.c / 1457.N)




LİVATA ( HOMOSEKSÜELLİK ) CEZASI

Mâlik, Şâfii,Hanbeli, İshâk ; Evli de olsa bekar da olsa taşlanarak öldürülmelidir.

Not: Şafi'nin aşağıdaki görüşüde içeren iki farklı zamanda iki farklı görüşü vardır.


Hasan el Basrî, İbrahim Nehaî, Atâ b. ebî Rebah ve diğerleri ise şöyle demektedirler: Homoseksüellik yapanın cezası zina yapanın cezası gibidir. Sevrî ,İmamı Azamın talebesi Muhammed ,Yusuf ve Küfeliler de aynı görüştedirler.

Ebû Hanife: "Bunlar azarlanır, levmedilir fakat hadd uygulanmaz." demiştir.Yani tazir cezası söz konusudur (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Şerhi, c. 6 sh. 253); (Ayrıca bkz, el-hidaye)

Ayrıca;
Yakılma, evinin başına yıkılması ,kılıçla kafasının kesilmesi , hiç bir şey yapılmaması şeklinde farklı görüşler de vardır.

Şia :Aşağıda ayrıca konu başlığı olarak belirtilmiştir.

LİVATA ( HOMOSEKSÜEL) DE ŞAHİT SAYISI

Mâlikî, Şafiî ve Hanbelîler dediler ki: Livatanın ispatı için ge­rekli beyyine, zinanın ispatı için gereken beyyine gibidir. Bu suç ancak dört âdil şahitle ispatlanabilir. Şahitler arasında kadın bulunmamalıdır. Ayrıca ya­panın penisinin, yapılanın anusuna milin sürmedanlığa girişi gibi girdiğini görmüş olmalıdırlar.

Hanefîler dediler ki: Livata için gereken beyyine, zinâ beyyinesinden apayrıdır. Çünkü bunun zararı, zinâmnkinden daha hafif; cinayeti de zınânınkinden daha azdır. Zîra oğlancılık sonucunda nesepler karışmaz, ırz­lar pây-ı mâl olmaz. Bu suçun beyyinesi, sadece iki şahitle sabit olur.


ŞİA (Şİİ ,CAFERİ ,EHLİ BEYT , İSNA AŞERİYYE , İMAMİYYE) MEZHEBİNE GÖRE LİVATA (HOMOSEKSÜEL İLİŞKİLER) SUÇU VE HÜKÜMLERİ:


Livata zina da olduğu gibi dört kişinin tanıklığı ile veya kişinin kendisinin dört kere livata yaptığını ikrar etmesiyle sabit olur. Meşhurun görüşüne göre şer’i hakim zina da olduğu gibi burada da kendi ilmine göre livata yapan kişiye had uygulayabilir.(allahdostuseyyid) Eğer kişi livata yaptığını dört kereden az ikrar ederse şer’i hakim ona ta’zir (had miktarından az olmak şartıyla belirlenen kırbaç cezası) uygular.

Öldürülme yöntemi olarak İmam ihtiyar sahibidir: ister livata yapan kişilerin kılıçla öldürülmesini, ister ateşle yakılmasını ve isterse el ve ayaklarının bağlanarak bir dağdan aşağı atılmasını, yahut bir duvarın üstüne yıkmalarının emrini verebilir. Eğer ateşle yakılma emri verilmemişse, öldükten sonra yakma emri vermeleri de caizdir.
Bir erkek veya bir erkek çocuğunun bacaklarının arasına erkeklik aletini anal yoluna dahil etmeden yerleştirerek oynatırsa meşhurun görüşüne göre baliğ olana yüz kırbaç vurulur. İki veya üçüncü kırbaç cezasından sonra öldürülür. (zinada olduğu gibi her kimin bu şekilde oynaştığı sabit olursa iki kere had uygulandıktan sonra üçüncü kez de yapması halinde öldürülür, bazıları da dördüncü kez yapması halinde öldürülür demişlerdir.)


Her ne zaman iki erkeği çıplak olarak bir örtünün altında görürlerse ve aralarında bir yakınlaşma olmadığı anlaşılırsa her ikisine de ta’zir ve tedip uygularlar. (Şer’i hakimin vereceği miktar: otuz kırbaçla doksan dokuz kırbaç arasıdır) eğer bu kişiler aynı şekilde yapar ve iki kere ta’zir ve tedip cezasına çarptırılırlarsa üçüncü kez yüz kırbaç cezası alırlar. (yani artık had uygulanır)

Bazıları, aralarında bir yakınlaşma olup olmadığı şartını koşmamış ve her ikisine de yüz kırbaç vurulması gerektiğini söylemişlerdir. (Allame Meclisi’ye göre bu görüş delil açısından daha güçlüdür)

Erkek Çocuğunu Şehvetle Öpmenin Hükmü
 Her ne zaman bir erkek, bir erkek çocuğunu şehvetle öperse, şer’i hakim doksan dokuz kırbaca kadar maslahat gördüğü ta’zir cezasıyla onu cezalandırır. (allahdostuseyyid)Muteber hadislerde şöyle nakledilmiştir: “Her kim bir erkek çocuğunu şehvetle öperse gök ve yeryüzü melekleri ona lanet eder ve bu risalenin kaldıramayacağı kadar melekler de.” Ayrıca başka bir hadiste Allah’ın o kişinin ağzına bir ateş urganıyla vurduğunu, gök, yeryüzü, rahmet ve gazap meleklerinin ona lanet ettiği ve cehennemin onun için hazırlandığı rivayet edilmiştir. Ancak tövbe ederse tövbesi kabul edilir.

Başka bir hadiste ise şöyle gelmiştir: Eğer istek üzerine bir erkek çocuğunu şehvetle öperse, Allah ateşten bir yular ile onun ağzına dizgin vurur.
  

Lezbiyen ilşkiler ( Müsahake  ):  
Yani iki kadının vajinalarını birbirlerine sürtmesidir. Bu amel haramdır. Kur’an-ı Kerim’de Ashab-ı Res diye bahsedilen kavim, bu eylemlerinden dolayı azaba uğramıştır. Meşhurun fetvasına göre her ikisine de yüz kırbaç vurulur. İster Müslüman olsunlar, isterse kafir, ister kocaları olsun isterse olmasın.
Bazıları, eğer muhsene olurlarsa (yani ulaşabilecekleri bir kocaları varsa) onu recmederler ve eğer muhsene olmazsa o zaman yüz kırbaç vururlar demiştir. (Allame Meclisi’ne göre bu görüş daha güçlüdür.)
Eğer iki kere bu eylemi yapıp her seferinde de kendilerine had uygulanırsa üçüncü kez yapmaları halinde öldürülürler. Bazıları dördüncü kez yapmaları halinde öldürüleceğini söylemişlerdir.
Lezbiyenlik yaptığı sabit olmadan önce eğer tövbe ederse had uygulanmaz, ama eğer lezbiyenlik yaptığı ikrar yoluyla sabit olduktan sonra tövbe ederse imam ihtiyar sahibidir; ister had uygular isterse bağışlar. Konu zina ve livatada da aynıdır.  
Eğer iki kadını bir örtü altında çıplak bulurlarsa, bazıları had miktarından az miktarda ta’zir uygulanmasını ve iki kere aynı eylemi yaparlarsa ve her seferinde ta’zir olurlarsa üçüncüsünde yüz kırbaç vurulmasını ve dördüncü kez de öldürülmesini söylemişlerdir. Bazıları da her zaman ta’zir edileceklerini ve had ve öldürülme cezası uygulanmayacağını söylemişlerdir.
İki kız veya kadının bir örtü altında yatmaları caiz değildir, haramdır. Hatta eğer çıplak bile olmasalar bir örtü altında yatmamaları gerekir.
Sahih hadiste İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuşlardır: Bir gün Hz. Emire’l Müminin Ali (a.s) oturmuştu. Bir anda birileri gelerek Hz. Emiri istiyoruz dediler. İmam Hasan (a.s) ne işiniz var? Diye sordu. Dediler ki bir meselemiz var. İmam Buyurdular ki: ne işiniz var?
Dediler ki: “Kadının birisi kocasıyla cinsel ilişkiye girmiş ve daha sonra bedeni henüz sıcakken gidip bakire bir kızla lezbiyenlik yapmış. Vajinasındaki kocasının spermleri o esnada bakire kızın vajinasına geçmiş ve bununla bakire kız gebe kalmış. Bu durumda ne yapılması gerekir?” İmam Hasan (a.s) şöyle buyurdu: “Konu sıkıntılı bir konudur ve babamın cevaplaması gerekir (O sırada İmam Ali’nin (a.s) halife olduğu anlaşılıyor) ancak ben cevap vereceğim, eğer doğruysa Allah ve babamdan taraftır ve eğer farzımuhal hata olursa kendimden olur. inşallah hata olmaz: “O kadından bakire kızın mihrini almak gerekir. Zira çocuk olursa bekareti bertaraf olmadan çocuk dışarı çıkmaz.Evli olduğu halde bu işi yaptığı için kadın recmedilir. Çocuğun o kadından dünyaya gelmesi için de beklerler. Çocuk olduğunda çocuğu sperm sahibi olan babasına verirler. Lezbiyenliğe razı olduğu için de bakire kıza had uygulanır.”Daha sonra Hz. Emiri’l Mümininin Ali’nin (a.s) yanına gittiler ve olayı İmam Hasan’a anlattıkları gibi anlattılar. İmam Ali (a.s) benim yanıma da gelseydiniz bende oğlumun size verdiği cevabın aynısını verirdim dedi.” Ulemalardan bir grup bu rivayeti kabul etmiş, bazıları ise bazı hükümlerine bazı itirazlar yöneltmiştir.
Lezbiyenliğin Sabit Olma Yolları:
Lezbiyenlik dört adil erkeğin zina da söylendiği gibi şahadetiyle sabit olur. Erkek ve kadınların birlikte şahitliği yeterli olmadığı gibi, kadınların da toplu tanıklığı geçersizdir.
Ayrıca kadının kendisinin dört kere lezbiyenlik yaptığını ikrar etmesiyle lezbiyenlik sabit olur.(allahdostuseyyid)Eğer baliğ bir kadın, henüz buluğa ermemiş bir kızla lezbiyenlik yaparsa baliğ olan kadına had uygulanır, ancak baliğ olmayana ta’zir uygulanır. Eğer her ikisi de ergenlik çağına girmeden bu işi yaparlarsa her ikisine de ta’zir uygulanır. 



Not: 1991 yılında gözden geçirilen İran İslam Ceza Yasası eşcinselliği dört kategoride değerlendiriyor:

1. Erkek Eşcinselliği (Anal İlişki): Eğer eşcinsel eylem anal ilişki ile gerçekleşiyorsa yetişkinlere ceza idam olarak veriliyor. Eğer yetişkin değillerse 74 kırbaç ile cezalandırılıyorlar.

2. Tafhiz (yani birbirine sürtünerek eşcinsellik ilişkide bulunmak) 100 kırbaç ile cezalandırılıyor. Eğer aynı şahıs bu eylemi dört kez gerçekleştirirse idam ediliyor. Eğer iki erkek aynı örtü altında çıplak yatarlarsa cezaları 99 kırbaç olarak eğer birbirlerini şehvet ile öperlerse 60 kırbaç ile cezalandırılıyor.

3. Lezbiyenizm: İki yetişkin arasında lezbiyen ilişki gerçekleşmesi halinde ceza 100 kırbaç olarak veriliyor. Eğer aynı şahıs bu eylemi dört kez gerçekleştirirse idam ediliyor.

4. Gayrimüslimler de Müslümanlar ile aynı cezai yaptırımlara tabidirler.


ZİNA YAPMAYA ZORLANAN ERKEĞİN CEZASI:
Hanbelîler, Ebû Sevr, Hasen, bazı Mâlikî fakîhler, Zâhiri İbn Hazm, Ebû Hanife (birinci görüşü) ve Zufer'e göre dayak tehdidi altında bunu yapan erkeğe had gerekir.
Bunların delili şöyledir:
Zina ancak vucudun uyanmasıyla yapılabilir, halbuki zorlama ve tehdid buna zıttır ve mânidir, vücudun uyanması bulunduğuna göre zorlama yok olmuştur ve had gerekir.(el-Muğnî, c. VII, s. 127; el-Kavâ'id, c. I, s. 297; Nihâyetu'l-muhtâc, c. VII, s. 405; İbn Teymiyye, Mecmû'atu-fetâvâhu, c. XV, s. 115 el-Mebsût, c. XXIV, s. 88)


Şâfiî mezhebindeki kuvvetli görüşe, Mâlikî mezhebine, Ebû Hanife'nin son görüşüne, imam Muhammed ve Ebû Yûsuf'a göre bu durumda zina eden erkeğe de had gerekmez.
Bu görüşün delili:
Zorlama ve tehdide maruz kalan kimse cinsi arzusunu tatmin etmek için değil, felâketten kurtulmak için bu çirkin fiili işlemiştir, hadler şüphe bulunduğu zaman düşer, zorlama da bir şüphedir ve haddi önler.


MASTURBASYONUN (İSTİMNA) CEZASI:

Şia: 
Eğer birisi kendi eliyle erkeklik aletiyle meni gelmesi için oynarsa (istimna ve mastürbasyon yaparsa) haram işlemiş olur ve şer’i hakim maslahat gördüğü kadar ona ta’zir ve tedip cezası uygular.
Rivayet edildiğine göre Hz. Emire’l Müminin Ali (a.s) istimna yapan böyle birinin avuç içlerine o kadar çok vurdu ki elleri kızıl rengine döndü. Daha sonra onu Müslüman beytülmalından evlendirdi.
Bir kişinin istimna yaptığı iki kişinin şahitliği ile veya kendisinin bir defa ikrarıyla sabit olur. (meşhurun görüşüne göre)


HAYVANLARA TECAVÜZÜN CEZASI :

Hanefîler dediler ki: Bu fuhşu işleyene had tatbik edilmez. Çünkü bu mevzuda ne Kitabullah´ta, ne de sünnet-i seniyyede herhangi bir hüküm mevcud değildir. Bu fuhşu irkikâb eden kimseye, Resûlullah (s.a.s.) in had tatbik ettiği sabit değildir. (allahdostuseyyid)Ancak hâkim, onu bu fiilden caydırmak için uygun bir tazir cezası verir.

Mâlikîler dediler ki: Hayvanlarla yapılan cinsel temasın haddi, tip­kı zina haddi gibidir. Suçlu bekârsa; yüz değnek vurulur. Evliyse recmedilir. Çünkü o, şer´an haram kılınan bir cinsel organla temasta bulunmuştur. O rean da´vagina ve anus gibi tabiî olarak şehvetle arzulanır. Öyleyse bu te­mas da zina gibi haddi gerektirir.

Şâfiîler: Bunların bu konuda üç görüşleri vardır: En kuvvetlisine göre bu fuhşu yapana, Mâlikîlerin de dedikleri gibi had vâcib olur. Bunun hükmü de zinânınki gibidir. İkinci görüşe göre suçlu bekâr da olsa evlenmiş de olsa öldürülür. Zîra rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s.a.s.)

"Hayvanla cinsel temasta bulunan kimseyi ve o hayvanı öldürün." diye emir vermiştir. Bu hadîsi İmam Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmizî, İbn Abbas (r.a.) dan rivayet etmiştir. Bu hadîsi İbn Mâce´de Sünen´inde rivayet etmiştir. İbn Mâce, İbrahim bin İsmail´in Dâvud bin Husayn´dan, o da İkrime´den, o da İbn Abbas´tan naklederek Resûlullah (s.a.s.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

"Mahremiyle cinsel temasta bulunanı öldürün. Bir hayvanla cinsel te­masta bulunanı öldürün. O hayvanı da öldürün.[Tirmizî, Hudûd, Bab: 13; 29]

Üçüncü görüşe göre, hayvanlarla cinsel temasta bulunan kimse ta´zîr olu­nur. Bu suçtan ötürü had yoktur. İmam kendi takdirine göre suçluyu ta´zîr eder. Bu görüş, Hanefî mezhebinin görüşüne uymaktadır. (allahdostuseyyid)

Hanbelîler dediler ki: Hayvanlarla cinsel temasta bulunana had tat­bik etmek vaciptir. Haddin niteliği hususunda Hanbelîlerden iki rivayet gel­miştir: Birincisine göre, hayvanlarla cinsel temasta bulunan kimse, oğlancı­lık yapmış gibidir. İkinci rivayete göre bu suçlu, ta´zîr edilir. Hanefîlerde ol­duğu gibi bunlarca da tercihe şayan olan görüş budur.


Şia: Eğer cinsel ilişkiye giren baliğ ve akıl sahibi ise, meşhurun görüşüne göre önce ona ta’zir uygulanır. Bazıları yirmi beş kırbaç cezasına çarptırılır demişlerdir. Bu görüş güçlüdür. Bazıları da yüz kırbaç vurulur demiştir.Eğer tecavüze uğrayan hayvanın sahibi başkası ise ona ücreti ödenmelidir.allahdostuseyyid.Eğer hayvan evcilse öldürülüp ,yakılır.Yük hayvanıysa başka memlekete gönderilir.bknz:Yeme içme konusu
Deli veya çocuk böyle bir iş yaparsa onlara tedip cezası uygulanır.
Bu eylem iki kişinin tanıklığı ile veya kişinin bir kere ikrarı ile sabit olur.


 ÖLMÜŞ KİŞİYE TECAVÜZ :

Şia:
Ölülerle cinsel ilişkiye girmek dirilerle cinsel ilişkiye girmekle aynı hükme sahiptir. Eğer birisi evli ve muhsen olduğu halde yabancı (namahrem) bir kadınla cinsel ilişkiye girerse recmedilir. Eğer muhsen ve evli değilse yüz kırbaç had uygulanır.allahdostuseyyid. Ayrıca imam maslahat bildiği miktarda bu kişiye ta’zir cezası uygular. Eğer cinsel ilişkiye girdiği ölü kadın kendi eşiyse, ona ta’zir cezası uygulanır, had uygulanmaz. Öldükten sonra kendi (anne, kız kardeş, kız…gibi) mahremiyle, ölü bir erkekle livat yapmak gibi suçlar, dört adil erkeğin şahitliği veya kişinin dört kere ikrar etmesiyle sabit olur. Hüküm dirilerdeki hükümle aynıdır.








NAMAZ KILMAMANIN CEZASI
Ebû Hanîfe'ye göre: Her namaz vaktinde dövülür, Öldürülmez.
Ahmed b. Hanbel ve bir grup hadîs taraftarı hukukçulara göre de namazı terkle kâfir olur, bu sebeple de öldürülür.
Şafiî'ye göre: Terk ile kâfir olmaz, öldürülmez, dayak da atılmaz, mürted de ol­maz. Tevbe etmesi istenir. Tevbe eder yapacağına söz verirse ceza terk edilir ve kılması emredilir. "Evimde kılacağım" derse kendisi­ne havale edilir. İnsanların huzurunda kılmaya zorlanamaz. Tev­be etmez, kılacağını da soylemezse o zaman Şafiî'nin bir görüşüne göre: Terk sebebiyle öldürülür. Bir görüşüne göre de 3 gün sonra öldürülür. Kılıçla öldürülmesi belirtilir.
Ebu'l-Abbas b. Süreyc'e göre ölünceye kadar odunla dövülür. Kılıçla öldürülmez. Sebebiy­se, sopa esnasında belki tevbe eder de namazı kılacağını söyler.

Şafiî mezhebi fakihleri farz namazları kaçıranların kazasın­dan kaçındıktan sonra Öldürülmesi gerekip gerekmiyeceği konu­sunda ihtilâf etmişlerdir.allahdostuseyyid. Bir kısmına göre: Farz olan namazı terk edenler öldürülür. Bir kısmına göre de kaçırdığı namazlar artık borç hanesine yazılır, öldürülmez, derler.

Namazı terk sebebiyle öldürülenlerin cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gö­mülür. Çünkü müslümandır. Malları da mirasçılarına kalır.



NAMAZ KILMAYANIN CEZASI
Hanefi’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır.
Hapse ilâveten kan çıkıncaya kadar dövüleceği de kaydedilmekte ve bunun mezhepteki temel görüş olduğu ifâde edilmektedir..[İbnu Abidîn, Reddu'l-Muhtâr, I, 352. Ayrıca bak: Ebû Zeyd Şiblî, el-Miftâh Şerhu Nûru'l-İzâh, (İkinci Baskı, Matbaatü Dâru'l-Kitâb, Mısır, 1387/1950) s. 72.]

Başta Ebû Hanife olmak üzere bu mezheb bilginleri namaz kılmayanın kâfir olmayacağı ve kılmamakta direnenin öldürülmeyeceği görüşündedirler. Ancak, onlara göre namaz kılmayan kendi hâline bırakılmayıp cezâlandırılır. Cezâlandırma yöntemi, namaz kılıncaya kadar hapsetmektir.{ et-Timurtâşî (ö.1004/1595) Şemsuddîn Muhammed b. Abdullah b. Ahmed, Tenvîru'l-Ebsâr (İbnu Abîdin'in Reddu-l Muhtâr adlı hâşiyesinin el-Haskefî (ö.1088/1677) ye âit ed-Dürrü-l Muhtâr adlı şerhinin metni) I, 352.}

Delil:
"Muhsan (başından nikâh geçmiş) zinakar, kasten adam öldüren ve (müslüman) topluluğu terk eden (ve mürted olan) kimseler hâriç; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resülü olduğuma şehâdet eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; Müslim, es- Sahîh, İman, 36.]

İbnu Dakîk el-`Îd, yukarıdaki hadisin hangi yönüyle bu konuda delil olduğunu şu şekilde açıklamaktadır:
"Namazı terk etmek, hadiste belirtilen sebeplerden (muhsanın zinâsı, haksız yere adam öldürme ve irtidat eylemlerinden) biri değildir. Hz. Peygamber, müslüman kanını mübah kılan sebepleri -genel anlam taşıyan olumsuz ifâdeden (nefyden) sonra istisnâ edatı kullanarak- bu üç şeyle sınırlamıştır. (Dolayısıyla bu üç sebep arasında bulunmayana namaz kılmama `suç'u sebebiyle kişinin öldürülmesi meşru değildir.)"[İbnu Dakîk el-`Îd, el-İhkâm Şerhu Umdeti'l-Ahkâm, s. 85.]Bu hadiste kanı hellaller arasında , namaz kılanlar sayılmamıştır derler..

Hanbeli, bir namazı özürsüz terk eden kafir olduğu için öldürülür.Çünkü Hanbeli ameli "imandan bir cüz" saymaktadır.Ahmed b. Hanbel namaz kılmayanın kafir olacağı ve bu yüzden öldürüleceği görüşündedir. Ona göre böyle bir kimse üç gün boyunca her namaz vakti namaz kılmaya çağrılır. Bu süre zarfında hapiste tutulur, ölümle korkutulur. Yine de kılmazsa mürted hükümlerine tabi tutularak öldürülür. Bir müslüman için yapılan yıkama, kefenleme, cenaze namazı kılma ve müslüman mezarlığına gömme işlemleri bu kimse için yapılmaz. Müslüman varisleri ile aralarında miras hükümleri uygulanmaz.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 299.]
en-Nehaî (ö.96/714), eş-Şa'bî (ö.109/727), Hasan el-Basrî (ö.110/728), Hammâd (ö.120/738), Zeyd b. Ali (ö.122/740), Eyyûb es-Sahtiyânî (ö.131/749) ve el-Evzâî de bu görüştedirler. [İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 299; es-Seyyâğî, er-Ravdu'n-Nadîr, I, 413.]

Delil:
"Allah teala, `Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, hapsedin; her gözetleme yerine oturup onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse siz de onların yollarını boşaltın'[et-Tevbe, 5. ] buyurmuştur. Bu ayette müşriklerin öldürülmesi mübah kılınmış, serbest bırakılmaları için, müslüman olmaları ve zekat vermeleri şart koşulmuştur. Şu halde bir kimse namazı kasten terk edince, serbest bırakılmasının şartlarını yerine getirmemiş olmakta, böylece öldürülmesinin gerekliliği hükmü devam etmektedir."[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 297. Ayrıca bak. eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 255.]

"Onlarla bizim aramızdaki ahit namazdır. Kim onu terk ederse kâfir olmuştur."[et-Tirmîzî, es-Sünen, İman, 9; en-Nesâî, es-Sünen, Salât, 8; İbnu Mâce, es-Sünen, İkâme, 77: Ahmed İbnu Hanbel , el-Müsned, V, 246] "Kişi ile şirk arasında namazı terk etmek vardır."[Müslim, es-Sahih, İman, 297.]

"Kim namazı kasten terk ederse Allah'ın koruması ondan uzak olur"[Ahmed İbnü Hanbel, el-Müsned, V, 238; VI, 46l]

"İnsanlardan ilk kaldırılacak şey emanet duygusu, onlarda en son kalacak şey de namazdır. Nice namaz kılanlar vardır ki onlarda hayır yoktur."[el-Beyhaki, Ahmet b. el-Hüseyin, Şu'abu-l-İman, IV, 275, (Hadis No: 5274) ]

Abdullah İbnu Süfyan şöyle demiştir: "Allah Resülü'nün ashabı, namazdan başka hiçbir amelin terkini küfür saymıyordu."[et-Tirmîzî, es-Sünen, İman, 9.]

Görüldüğü üzere bu rivayetler namazı terk etmenin kişiyi küfre sokacağını açıkça ifade etmektedir. Küfür ise öldürme sebebidir. Şu halde namaz kılmayan kâfir olur ve öldürülür.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 298; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, I, 414; İbnül- Kayyim el-Cevziyye, es-Salât ve Ahkâmu Târikihâ, (Muhammed Abdürrezzak Hamze'nin "Risâletüs-Salât"ı içinde) s. 125.]

Şafii ve Maliki’de bir namazı özürsüz terk eden büyük günah işlediği için öldürülür. Dolayısıyla namazı terk ettiği için öldürülen bir insan, İslamî hükümler gereğince yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gömülür ve varisleri ile arasında miras hükümleri uygulanır.

"Müslüman olanlardan farz namazı terk eden kimseye "niçin namaz kılmıyorsun?" diye sorulur. Eğer sebep olarak unutmaktan söz ederse, `Hatırladığın zaman kıl' deriz. Eğer hastalıktan söz ederse, `İster ayakta, ister oturarak, ister yan yatarak, ister imâ ile; gücün nasıl yeterse öyle kıl' deriz. Eğer, `Namaz kılmaya gücüm yetiyor, gerektiği gibi de kılabiliyorum (ama yine de kılmayacağım)' derse ona; `Namaz, senin yerine başkasının yapamaycağı bir görevdir. Ancak senin eyleminle yerine gelir. Bu sebeple, kılarsan ne âlâ, kılmazsan tevbe etmeni isteriz. Tevbe etmezsen seni öldürürüz' deriz."[eş-Şâfiî, el-Ümm, II, 225.]

Mâlik b. Enes de, "Kim Allah'a inanır, peygamberleri tasdik eder ve namaz kılmazsa öldürülür," ifadesiyle, eş-Şâfiî ile aynı görüşe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.[el-Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi'li Ahkâm'il-Kur'ân, VIII, 48.]

Ahmed b. Hanbel, namaz kılmamakta direnen kimseyi öldürmeden önce üç gün hapsetmeyi vâcip görürken, eş-Şâfiî bunun iyi bir şey olduğunu, ama şart olmadığını söylemektedir.[eş-Şâfiî, el-Ümm, II, 226.]

"... Çünkü namaz zekâttan daha önemlidir. (Zekât vermeyen öldürüldüğüne göre namaz kılmayan öncelikle öldürülür.) Bu konudaki delil ise Hz. Ebûbekir (r.a.)'ın: `Eğer Resülüllah'a verdikleri bir dişi oğlağı dahî bana vermeyecek olurlarsa onlarla savaşırım. Allah'ın bir araya getirdiği şeyleri birbirinden ayırmayın', demiş olmasıdır. Allah daha iyi bilir ya, görüşüme göre Ebûbekir bu ifâdesi ile `Namazı kılın, zekâtı verin'[el-Bakara, 43, 83, 110; en-Nisâ, 73; 103; el- Arâf, 29.] anlamındaki ayete gönderme yapmaktadır. Böylece Ebûbekir onlarla `namaz ve zekat' için savaşacağını haber vermiştir.Resülullah'ın ashâbı da zekât vermeyenlerle savaştılar. -Çünkü zekât Allah'ın farz kıldığı yükümlülüklerden biridir. Zekâta tâbi mal sahipleri, zekâtlarını vermeyip, Halife de bunu onlardan rızaları ile, yahut zorla da olsa (savaşmaksızın) alamayınca; -istemeseler de her hangi bir had kendilerine uygulandığı gibi, zekât ta onlardan (savaşarak ta olsa) alınır- onlarla savaşmayı helâl gördüler. Savaş ise öldürme sebebidir."[eş-Şafiî, el-Ümm, I, 225.]

"Her ne kadar namaz kılmayan kimse elimizde bulunsa ve bize karşı koyacak durumda olmasa da namaz kılmadığı taktirde onu öldürürüz. Zîra namaz, buluntu eşya, haraç ve mal gibi maddî bir şey değildir ki onu elinden alalım. Durum böyle olunca kişi, irtidat etmesi ve imana dönmemesi hâlinde nasıl öldürülüyorsa, maddî bir şey olmayan namaz yükümlülüğünü yerine getirmeyince de öylece öldürülür.[eş-Şafiî, el-Ümm, I, 226.]

Delil:
"Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, hapsedin. Her gözetleme yerine oturup onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekâtı verirlerse siz de onların yollarını boşaltın."[et-Tevbe, 5.]

İbnu Ömer (r.a.)'den :
"Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın Resülü olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmam bana emredildi."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; 28; Salât, 28; Müslim, es-Sahîh, İman, 32-36; Ebû Dâvud, Cihad, 95.]

(Belirtmek gerekir ki, eş-Şâfiî, namazın terki meselesini de ele aldığı `el-Ümm' adlı eserinde konu ile ilgili olarak, ne yukarıdaki âyeti ne de hadîsi delil olarak kullanmıştır. O, bu konuda sadece Hz. Ebûbekir'in: "Allah'a yemin ederim ki, namaz ile zekâtı birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım" ifâdesine başvurmakla yetinmiştir. Fahruddîn er-Râzî bunları şafinin görüşüne delil olarak ileri sürmüştür.Bu durumda Fahruddîn er-Râzî'nin, "eş-Şafiî bu ayeti, namaz kılmayanın öldürüleceği konusunda delil olarak kullanmıştır"[ Fahruddîn er-Râzî, Mefâtih-ul Ğayb, IV], "Bu ayet eş-Şafiî'nin görüşüne delil olmaya müsaittir", şeklinde anlamak gerekmektedir.)

"Muhsan (başından nikâh geçmiş) zinakar, kasten adam öldüren ve (müslüman) topluluğu terk eden (ve mürted olan) kimseler hâriç; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resülü olduğuma şehâdet eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz."[el-Buhârî, es-Sahîh, İman, 17; Müslim, es- Sahîh, İman, 36.]

Bu hadis aslında, namaz kılmayanın öldürülmeyeceğinin değil, öldürüleceğinin delilidir. Çünkü hadis, müslümanın kanının üç şeyden biriyle helal olacağını söylüyor. (Yani namazı terk eden kafir olacağına göre, hadisin hükmünce, "dinini terk edenler" kategorisi içinde öldürülür.[İbnu Kudâme, el-Muğnî, II, 98.]

Zira namaz kılmadığı zaman öldürüleceğini bilen kimse namazı terk etmez. Özellikle üç kere, namazı terk etmemesi istendikten sonra... Bütün bunlardan sonra da namazı kılmayacak olursa namazdan ümidini kesmiş olur. Bu halde yaşamasında da bir fayda yoktur.allahdostuseyyid. Bu durumda ise itlâf edilmiş sayılmaz. Diyelim ki öldürülmesiyle namaz kılması ihtimali ortadan kalkmış oluyor. Ama aynı zamanda bin kişinin de namaz kılması sağlanmış oluyor. Muhtemel bir namazın ortadan kalkması karşısında bu neticenin alınması yukarıdaki prensibe aykırı değildir."[ .İbnu Kudâme, el muğni, II, 300.]

Not:Hanbeli hariç, diğer üç sünni mezhep namaz kılmayanın kafir olmayacağı hususunda aynı görüştedirler.

"Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Dilediği kimselerin, bunun dışında kalan günahlarını affeder"[en-Nisa, 116.], prensibini getirmektedir.

"Allah beş vakit namazı kullara farz kılmıştır. Kim bunları, haklarını hafife almadan tam olarak yerine getirirse, kendisini cennete sokacağına dair Allah'tan söz almış olur. Her kim de bu namazları yerine getirmezse, Allah'ın ona verilmiş bir sözü yoktur. Dilerse ona azap eder, dilerse affeder",buyurmuştur.[Ebû Davud, es-Sünen, Salât, 9; İbnu Mâce, es-Sünen, İkâmetü's-Salât, 194.]

"Kulların kıyamet günü ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Rabbimiz, meleklere şöyle buyuracaktır: `Kulumun namazlarına bakın, onları tam mı kılmış, eksik mi bırakmış?' Eğer namazları tam ise, tam olarak yazılır. Eğer eksiği varsa Allah tealâ şöyle buyuracak: `Bakın kulumun nafile namazı var mı?' Eğer nafile namazı varsa Allah: `Kulumun farz namazlarını, nafile namazlarıyla tamamlayın' buyuracak, sonra diğer farz ibadetleri de aynı işleme tâbi tutulacaktır." [Ebû Dâvûd, es-Sünen, Salât, 149]






ZIMMI STATÜSÜ KİMLERE VERİLİR (DİN HÜRRİYETİ)

ŞAFİİ, HANBELİ: Kitap ehli gayri müslimlere
HANEFİ: Arap müşrikler hariç herkese.

Zimmi statüsü çemberini olabildiğince geniş tutma çabasını sergilemiş olmasına rağmen son noktada Kureyş müşriklerini devre dışı bırakmış olması açısından Hanefi mezhebine ait görüşün de tartışılabilir olduğunu söylemek gerekir.

"Hz. Peygamber (s.a.v.) Arap olanlar hariç putperestler ile, onlardan cizye almak üzere barış anlaşması yaptı."[Abdurrezzak İbnu Hemmâm, el-Musannef, VI, 86.]

MALİKİ: Bir dini kabul edip etmeme hürriyetine hiçbir sınırlama getirmez



CİZYE KİMLERDEN ALINIR:

Şafiî :cizye alınabilecek, dolayısıyla dine zorlanamayacak kimselerin sadece kitap ehli zümresi olduğu görüşündedir. Ona göre bu zümre dışında olanlardan cizye kabul etmek caiz değildir.

Ahmed b. Hanbel de: eş-Şafiî gibi, cizyenin yalnız Yahudiler ve Hıristiyanlar ile Mecusilerden alınabileceği görüşündedir. Şu kadar var ki, Hanbelîler Mecusileri eş-Şafiî gibi "kitap ehli" zümresine sokmamakta, "kitap ehli olmaları muhtemel olanlar" zümresi içinde tutmaktadırlar. Ahmed b. Hanbel’in bu tutumu onun, Mecusilerin kitap ehli oldukları yönünde Hz. Ali’den gelen rivayetin sıhhati ve Hz. Peygamber’in Mecusilerden cizye kabul edişinin et-Tevbe, 29 ayetine dayandığı konularında tereddütlü olduğu, bu yüzden de bir "orta yol" tuttuğu izlenimini vermektedir.

Hanefî mezhebine göre: "kitap ehli” ( Yahudiler ve Hıristiyanlar) ile Mecusiler ve Arap olmayan putperestlere cizye konabilir. Cizye anlaşmasından önce kendileriyle savaşılır ve mağlûp edilirlerse erkekleri, kadınları ve çocukları ganimettir. Putperest Araplarla mürtetlere cizye konmaz. Mağlup edildiklerinde kadınları ve çocukları ganimettir. Müslüman olmayan erkekleri öldürülür. .el-Merğinânî, el-Bidâye (Müellifin, bu eserine yazdığı "el-Hidâye" adlı şerhi ile birlikte), II, 160.

Kısaca ifade etmek gerekirse Hanefi mezhebi âlimleri, cizye alınamayacak, yani dine zorlanabilecek olan zümreleri; Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre iyice daraltarak, Arap müşrikleri ile mürtetlere indirgemişlerdir.





CİZYE'NİN MİKTARI NE KADARDIR?

 Ebû Hanîfe cizye verecekleri üç guruba ayırmıştır.

1- Müşriklerin zenginleri: Bunlardan 840 dirhem gümüş cizye alınır.
2- Orta hâili müşrikler: Bunlardan 420 dirhem gümüş cizye alınır. 
3- Fakir müşrikler: Bunlardan da 12 dirhem gümüş alınır.
 Ebû Hanîfe bu miktarların en az ve en çoğunu göstermiştir. Yâni en çok 840 dirhem gümüş ve en az da 12 dirhem gümüş cizye alınır.

Bunun dışında içtihatta bulunmayı idareciler yasaklamıştır.

İmâm Mâlik'e göre: Cizyenin en az veya en çok miktarı takdir ve tesbit edilemez. Her iki tarafın idarecilerinin anlaşma­sıyla tesbit edilebilir.

Şafiî'ye göre: En az miktarı 1 Dinar (altın)dır. Bundan aşağı olamaz. En fazla miktarı idarecilerin içtihadına bağlıdır. 
Müşriklerin mâlî durumlarına göre hepsine eşit miktarda veya farklı olarak cizye takdir ederler. Müşriklerin idarecilerinin rızâsı alınmak suretiyle Müslüman idareciler cizyeyi kararlaştırırlarsa bu hüküm bütün cizye mükelleflerini ve sonraki asırlarda gele­cekleri de bağlar. Bundan sonra idareciler kararlaştırılan cizye­den az veya fazla bir şeyle müşrik mükellefleri sorumlu tutamaz­lar.








DİNDEN DÖNMENİN CEZASI

ŞAFİİ, HANBELİ, MALİKİ: Öldürülür

Delil:
Mürtedin kadın olsun erkek olsun öldürüleceği görüşünde olanların delilleri şunlardır:
"Kim dinini değiştirirse onu öldürün"[el-Buhârî, es-Sahîh, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, es-Sünen, Hudûd, 1; et-Tirmizî, es-Sünen, Hudûd, 20; İbnu Mâce, es-Sünen, Hudûd, 2.]

a. "Kim dinini değiştirirse onu öldürün" hadisi genel bir hüküm taşımaktadır. Burada kadın ve erkek ayırımı söz konusu değildir.
b. Hz. Peygamber, Ümmü Mervan; Hz. Ebubekir de Ümmü Firka adlı mürted kadınları öldürtmüşlerdir.[eş-Şafiî, el-Ümm, II, s. 227, 228, 231.]


HANEFİ: erkek öldürülür , kadın hapsedilir
ŞİA: erkek öldürülür , kadın hapsedilir

Delil:
Es-Serahsî konu ile ilgili olarak şöyle demektedir:
"Hz. Peygamber kadınların öldürülmesini yasaklamıştır. Bu konuda iki hadis vardır: Bunlardan biri Rabâh İbnu Rabî'a'nın rivayet ettiği şu hadistir:

`Hz. Peygamber, gazvelerinden birinde bir grup kimsenin bir şey etrafında toplandığını gördü. Niçin toplandıklarını sordu;
- Öldürülmüş bir kadına bakıyorlar, dediler.
Bunun üzerine Allah'ın Resülü birine:
- Halid'e git ve ona kadınların ve hizmetçilerin asla öldürülmemesini söyle, dedi'.Ebû Dâvûd, es-Sünen, [Cihâd, 121 ve İbn Mâce, es-Sünen, Cihâd, 30]

Diğer hadis ise İbnu Abbas'ın rivayet ettiği şu hadistir:
`Hz. Peygamber öldürülmüş bir kadın gördü ve;
-Bunu kim öldürdü, diye sordu. Bir adam;
-Ben öldürdüm ey Allah'ın Resülü! Onu bineğimin arkasına aldım, kılıcımı kapıp beni öldürmek istedi. Ben de onu öldürdüm, dedi. Bunun üzerine Resülüllah:
-Kadınları öldürmek de ne oluyor? Onu göm, bir daha da kadın öldürme, dedi.

Allah'ın Resülü Mekke Fethi günü öldürülmüş bir kadın görünce:
-Bu savaşmıyordu ki, dedi."[Buhari, es-Sahih, Cihad 148 ve Ebû Dâvud, es-Sünen, Cihad 121]

Öldürülen mürted kadınlar ise savaşmakta idiler. Bunlardan Ümmü Mervan savaşıyor ve başkalarını da savaşmaya teşvik ediyordu. Sözü dinlenen biri idi. Ümmü Firka ise otuz çocuk sahibi idi. Bunları müslümanlara karşı savaşa teşvik ediyordu. Dolayısıyla öldürülmesi, diğer savaşanların gücünü kırmaktaydı."[es-Serahsî, el-Mebsût, X, 109-110.]


MÜRTED KADININ CEZASI
Dinden dönme suçunun cezası ölümdür.

Fakat hanefilerde kadının durumunda farklılık vardır:
Hanefilere göre, irtidâd eden ( dinden dönen ) kadın öldürülmez, fakat yeniden, İslâm'a dönünceye veya ölünceye kadar hapsedilir.

Diğer mezheplerde kadında öldürülür.



RİDDET (DİNDEN DÖNME) AMELERİ YOK EDER Mİ?

İlgili ayet:İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) İşler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir» BAKARA 217

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)´e göre, mürted olan kimsenin ameli yok olur.

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)´nin delilleri:
«(Andolsun ki (habibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer ( Allah´a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hereketin boşa gider...» (Zümer: 65) ve «...kim ima­nı tanımayıp kafir olursa herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir. Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün insanın amelini yok edeceğini ifade eder.


İmam Şafii (ra)´ye göre İse amelin yok olması, riddetle değil, küfür üzere ölmekledir.

İmam Şafii (ra)´nin delili:
«...İçinizden kim dininden döner de o, kafir olarak ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte anılması, mürted amelinin ancak küfür üzere ölmesi ile yok olacağına işarettir.

Not:
Bu tezlerden hareketle hanefiler; hac yaptıktan sonra dinden dönen kişinin haccı iadesi gerekir der.Şafiler ise o kişi haccını iade etmez çünkü riddet üzere ölseydi amelleri boşa giderdi , o ölmemiştir .




FASIK KİŞİNİN NİKAH ŞAHİTLİĞİ KABUL OLUR MU?
İmam Şafii'ye göre fasık bir kişi nikah velisi olamaz. Çünkü fasık olduğundan velayet yaptığı kişiye nikahta zarar vermesi muhtemeldir.

İmam Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik {ra)'e göre ise, kendi malına velayet yaptığı için adil kişiler gibi evlenecek erkek veya kıza veli de ola­bilir. Çünkü onun namusuna karşı gayreti tamdır. Ehlinin namusunu korur.



HIRSIZLIK CEZASI
El kesmeyi gerektiren çalınan malın miktarı konusunda hu­kukçular ayrı ayrı görüştedirler.Şafiî gibi kimisi asgarîyi, İmâm A'zâm gibi kimisi de a'zamîyi tercih etmişlerdir.

Şafiî'ye göre: Piyasada geçerli olan dinarlardan çeyrek dinar veya daha çok kıymette bir mal ise eli ke­silir.  
Ebû Hanîfe'ye göre 10 dirhem veya 1 dinar kıymetinde olan malı çalmak el kesmeyi gerektirir. Bu kıymetten az olursa el kesil­mez.
Hanbelî: Çeyrek dinar ve üç dirhemden her biri, şer´î dayanaktır.
İbrahim Nehaî'ye göre 40 dirhem veya 4 dinar kıymetinde olan bir malı çalmak el kesmeyi gerektirir.
İbn Ebî Leylâ'ya göre, 5 dirhem miktarı,
Mâlike göre, 3 dirhem miktarı (kıymeti) olan malı çalmak el kesmeyi gerektirir.(çeyrek dinar)
Delil:
Merhum imam Mâlik demiş ki: Osman bin Affan (r.a.) değeri üç dirhem olarak takdir edilen bir turuncu çalan kimsenin elini kesti. Bu mevzuda duyduklarım arasında hoşuma en çok giden haber de budur. Hz. Osman (r.a.) m böyle yaptığını İmam Mâlik,(allahdostuseyyid) Abdullah bin Ebû Bekir´den o da babasından, babası da Urve binti Abdurrahman´dan rivayet etti ki: Efendimiz Osman (r.a.) zamanında bir hırsız turunç çalmıştı. Hz. Os­man, turunca değer takdir edilmesini emretmişti. Turunca, onikisi bir dinar değerinde olan üç dirhemlik değer takdir edilmişti, Hz. Osman (r.a.) da hır­sızın elini kesmişti.
Hasan ı Basri ve Dâvûd-ı Zahirîye göre, çalman ma­lın kıymeti ne olursa olsun, az çok önemli değildir, çalan kimsenin eli kesilir.Delilleri ise şu hadistir:Ebu Hureyre (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Allah, hırsızlık yapana lanet etsin! Bir yumurta çalar da eli kesilir, bir ip çalar da eli kesilir.”(Buhari, Müslim)

Hukukçular el kesmeyi gerektirici malların vasfı konusun­da da ihtilâf etmişlerdir:

Şafiî'ye göre: Hırsıza haram olan her malı çalmak, el kesmeyi gerektirir.

Ebû Hanîfe'ye göre: Aslı mubah olan av, odun, ot gibi mallan çalmak el kesmeyi gerektirmez.Şafiî'ye göre: Bu gibi mubah mallar temellük edildikten sonra ça­lındığında el kesilir.

Ebû Hanîfe'ye göre: Yaş yiyeceklerde el kesil­mez, Şafiî kesilir der.

Ebû Hanîfe'ye göre, kitap çalanın eli kesil­mez. Şafiî'ye göre kesilir.

Yine Ebû Hanife'ye göre mescidin kan­dillerini, Kâ'benin örtüsünü çalanın eli kesilmez.

Âkil olmayan küçük bir köleyi veya konuşmasını bilmeyen bir yabancıyı çalarsa Şafiî'ye göre, çalanın eli kesilir.Ebû Hanîfe'ye göre, kesilmez.

Şafiye göre kü­çük yaştaki  hür çocuğu çalanın eli kesilmez.Çünkü çocuk mal değildir. Mâlik'e göre, kesilir.Hanefiye göre de kesilmez.

Hukukçular "etrafı çevrili yer" anlamında ihtilâf etmişler­dir. Dâvûd-ı Zahirîye göre: Mal nerede olursa olsun alanın eli kesi­lir.
Büyük bir hukukçu gurubu da: Elin kesilebilmesi için malın, koruma altına alınmış olmasını aramışlardır.


İmam Malik’e göre; hırsızdan çalmaktan dolayı el kesilir.
Şafii’ye göre; hırsızdan çalmaktan dolayı el kesilmez.


Ebu Hanife ve Ebu Sevr’e göre; kendileriyle evlenilmesi haram olan hala, teyze, kardeş ve bunlardan başka kimselerin malını çalanın eli kesilmez.
Malik, Şafii, Ahmed ve İshak’a göre; bu kimsenin eli kesilir.


Maliki, Hanbeli,Şafii: Malı çalınan kimse, hüküm verildikten sonra çalınan malını hırsıza bağış­larsa hırsız yine cezalandırılır. Hîbe cezayı düşürmez.
Ebû Hanîfe'ye göre: Mal sahibi hüküm verildikten sonra malı bağışlayınca hırsızdan ceza düşer, eli kesilmez.


Hanefî, Şafiî ve Hanbelîler : Şarap veya domuz çalan kimse çaldığının kıymetini tazmin etmekle yükümlü olmaz. Çünkü bu mal değildir. Çalınan bu şey bir kâfirin de olsa, bir müslümanın da olsa hüküm aynıdır. Çünkü âlimler, bunların değer taşıyıp taşımadıkları hususunda ihti­lâf etmişlerdir. Kaldı ki hırsızın bu şarabı dökmek amacıyla çalmış olduğu te´vili de akla gelebilir. Şu halde münker ve pis bir şeyi ortadan kaldırma ne­deniyle mübahhk şüphesi de sabit olmaktadır. Ayrıca, çalınan bu şey, mal edinilir şeylerden de değildir.
Malikiler dediler ki: Şarap veya domuz çalındığında, sahibi eğer zimmî ise; hırsız çaldığı şeyin kıymetini ona öder veya eğer duruyorsa, malını olduğu gibi kendisine iade eder. Fakat çalınan şarap veya domuz bir müslü­manın malıysa; hırsız hiç bir cezaya çarptırılmaz.

Tüccarların Dükkân Ve Mağazaları ile Şirketlerden Mal Çalmak
Hanefîler ve Mâlikîler dediler ki: Tüccarların dükkânlarından, mağazalarından ve içki satan yerlerden mal çalan kimsenin elini kesmek ge­rekmez. Çünkü buraların sahipleri alış-veriş için halkın içeri girmesine izin vermişlerdir. Gündüzleyin buralardan hırsızlık yapan kimse, mahfaza eksik­liği nedeniyle kesme cezasına çarptırılmaz. Tüccar sabahleyin çarşıda dük­kânını açar; eşyalara bakıp satın almaları amacıyla insanları dükkânına gir­meye buyur eder. Dükkânına ne kadar çok insan girerse, o kadar çok sevinir. Çünkü onun bunda kazancı vardır. Ticareti artar. Dükkânına giren bu in­sanlardan biri mal çalarsa; çalana kesme cezasını uygulamak gerekmez. Çünkü insanlar oraya girmeye âdeten veya hakikaten izinlidirler. Böyle olunca da mah­faza eksik olur. Ancak dükkândan geceleyin çalan kimseye kesme cezasını uygulamak gerekir. Çünkü dükkân, malları (geceleyin) muhafaza etmek için bina edilmiştir.

Şâfiîler ve Hanbelîler dediler ki: Eve veya dükkâna veya hana alış-verış için girmek amacıyla kendisine izin verilen kimseye, (buralardan mal çalması durumunda) kesme cezası yoktur. Çünkü âdeten ve örfen buralara girme iznine sahîb olduğu için mahfaza bulunmaması şüphesi vardır. Doğ­rusu şu ki; işlerini görmeleri, ihtiyaç duydukları malları satın almaları, hiç bir sıkıntıya düşmeden ve ayrıca izin almaya gerek duymadan satın almaları için gündüzleyin bu gibi yerlere herkesin girmesine izin verilmiştir. Şu halde buralardaki eşyalar her ne kadar bina içinde olsalar ve sahiplerinin berabe­rinde bulunsalar da mahfazalı sayılmazlar. Çünkü halkın buralara girmesi için verilen izin,hırsızlık haddini bertaraf eden bir şüphedir.



Hırsızlık Yapan Topluluğun Hükmü:
Alimlerin icmasıyla; bir topluluk, bir hırsıza iştirak eder ve haksızlık sebebiyle aldıkları malın miktarı her bir fert için nisab miktarı kadar veya daha fazla olursa hepsinin eli tek tek kesilir.

Eğer çalınan malın tamamı nisab miktarı kadar olursa bu durumda;
Ebu Hanife ve Şafii’ye göre; hiç kimsenin eli kesilmez. Çünkü fertler nisab miktarı kadar çalmamışlardır.
Malik’e göre; çaldıkları malı tek tek taşıyabiliyorlar ve taşıma konusunda yardımlaşmıyorlarsa elleri kesilmez. Fakat tek tek taşımayacakları kadar çok ve ancak birbirlerine yardım ederek taşıyabiliyorlarsa o zaman hepsinin elleri tek tek kesilir.
Hanbelilere göre, bu kimselerin elleri her halukarda tek tek kesilir. Bunun sebebi ise; malı korumak içindir.



Hırsızın çaldığını geri vermesi:
Hanefilere göre, çalınan mal helâk olmuşsa, had cezası uygulandığı takdirde ayrıca malın tazmini gerekmez. Yani had'le tazmin bir kişide toplanmaz. Eğer, malın sahibi, mahkemeye başvurmazdan önce çalınan malın tazminini talep etmişse, hırsıza el kesme cezası uygulanamaz. Eğer had' din uygulanmasını hâkimden istemişse, artık hırsızın, helâk olan malı tazmini gerekmez. Çünkü yukarıdaki âyetçe yalnız had cezasından söz edilmiş, ayrıca tazminata yer verilmemiştir. Diğer yandan Nebî (s.a.s); "Hırsıza had cezası uygulandığı zaman, artık malı tazmin etmesi istenemez" (Zeylaî, Nasbu'r Râye, Mısır,1938, III, 375).
Mâlikilere göre, hırsız zenginse hem had, hem de telef olan malın tazmin cezası birlikte uygulanır. Yoksulsa yalnız had uygulanır.  
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, hırsız zengin olsun, yoksul bulunsun had ve tazmin cezası birlikte uygulanır. Çalınan mal misli ise, misliyle kıyemî ise kıymetiyle tazmin ettirilir. Çünkü had cezası Allah hakkı, tazmin cezası ise kul hakkı niteliğindedir. Diyet ve keffârette olduğu gibi, bunlardan birisi diğerine engel teşkil etmez (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır; ts., II, 408 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 270; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 284; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, VI, 95, 96).


Hırsızlık Konusunda Birbirine Yardım Eden İki Kişinin Hükmü:
Maliki ve Hanbelilere göre; bir kimse hırsızlık için bir delik açar, diğer bir kimse bu deliği açmasında ona yardım ederse, velev ki malı çalan bir kişi olsun, her ikisinin de eli kesilir.
Ebu Hanife’ye göre; böyle bir durumda ancak malı çalanın eli kesilir.

Cumhura göre; eğer bir kişi deliğe girerek malı çalar ve getirip deliğin ağzına koyar diğeri de oradan alırsa, alan kişinin de eli kesilir.
Ebu Hanife’ye göre; deliğin önünden alan kişinin eli kesilmez.

Hırsızlık Yaparken Öldürenin Hükmü:
İmam Malik’e göre; hırsızlık yaparken bir kimseyi öldüren, sadece öldürülür, eli kesilmez.
Şafii’ye göre; bu kimsenin önce eli kesilir, sonra öldürülür.


Eli ve ayağı sakat kişinin cezası:
Sol eli kesikse veya başparmağı ya da başparmağından başka iki parma­ğı -diğer bir rivayete göre ise üç parmağı- kesikse yahut sağ ayağı kesikse veya felçliyse veya yürümesini engelleyecek şekilde topalsa; ne sağ eli ne de sol ayağı kesilmez.


Kesim şekli ve dikkat edilecekler:
Hırsız oturtulup bağlanır. Sonra bileği açığa çıkacak şekilde eli bir iple çekilir. Bunun ardısıra eli keskin bir demirle kesilir. Sonra elinin kesilen yeri dağlanır. Daha az acı verecek ve daha sağlam bir alet varsa, kesim işi onunla yapılır. Çünkü ondan kastedilen amaç telef etmek değil onunla haddi tatbik etmektir. Bu nedenle Ölüm cezası dışındaki hadler; gebe kadına, ağır hasta­ya, hastalığı belirgin olana tatbik edilmez. Yine ölüm cezası dışındaki had­ler, aşırı derecede soğuk, aşırı derecede sıcak günlerde ve telefiyete (ölüme) neden olacak ortamlarda tatbik edilmez.

El kesim yeri neresi:
Dört mezhebe göre; el, bilekten kesilir.
Delilleri:
Ali (r.a) ve Ömer (r.a)’in hırsızın elini bilekten kestiklerine dair rivayetler vardır.
Amr b. Dinar dedi ki:
“Ömer b. Hattab hırsızın elini bilekten keserdi.” (Buhari, Müslim)
Huceyye b. Adiyy şöyle demiştir:
“Ali (r.a), hırsızlık yapanların elini bilekten kesmiş, sonra kızgın yağa batırmıştır.” (Beyhaki)
Haricilere göre; el omuzdan kesilir.


El kesim sırası:
Dört mezhebe göre önce sağ el ,ikinci hırsızlıktan sonra sol ayak bilekten kesilir.
Hanefi ve Hanbelilere göre; hırsızın ilk hırsızlık fiilinde elinin, ikinci hırsızlık fiilinde ise sol bacağının kesilmesinden sonra tekrar hırsızlık yapması halinde kalan el ve bacağı kesilmez, tevbe edinceye kadar hapsedilir.
Maliki ve Şafiilere göre; üçüncü sefer hırsızlık yapan kimsenin bu kez sol eli bilekten kesilir. Şayet dördüncü sefer yaparsa bu kez sağ bacağı kesilir.
Delil:
“Hırsızlık yapanın elini kesin, eğer tekrar yaparsa sol bacağını kesin!” (Dare Kutni)


Not: Hırsız yaptığına pişman olur, tövbe eder ve tövbesinde samimi olduğu anlaşılırsa eli kesilmez. Ancak bunun tespit edilebilmesi için hırsızın bir süre hapsedilmesi ve göz altında bulundurulması gerekir. (bk. İbn Âşûr, VI, 193; Ateş, H, 524)


Şia'ya göre hırsızlık cezası :Aşağıdaki maddelerde ayrıca incelenmiştir.Bknz.


HIRSIZLIK CEZASI VE ŞARTLARI

Çalınan Malla İlgili Şartlar:
1) Malın mütekavvim olması. İnsanların değer verdiği, tecâvüz yoluyla telef edildiğinde tazmîni gereken ve İslâm hukukuna göre alım-satımı meşrû olan şeye "mütekavvim mal" denir. Buna göre, bir kimse hür bir insanı çalsa, hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Çünkü hür insan bir mal değildir. Ancak tâzir cezâsı verilir. Şarap veya domuzu çalma hâlinde de hüküm böyledir. Çünkü şarap ve domuz, müslüman hakkında kıymetli mal sayılmaz (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 230).

2) Malın nisap miktarında olması. Hanefîlere göre, hırsızlık nisâbı bir dînâr (yaklaşık 4 gr. altın para) veya on dirhem (toplam 28 gr. gümüş para) yahut bu ikisine denk kıymetteki mal veya paradır. Hz. Peygamber devrinde 1 dinâr veya 10 dirhem para, iki tane kurbanlık koyun alabilecek kadar satın alma gücüne sahiptir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, IX,137; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 77; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220).

Delil şu hadislerdir: "On dirhemden az olan şeylerde el kesme yoktur" (Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, a.g.e., III, 359). "El kesme, ancak bir dinâr veya on dirhem parayı çalma hâlinde olur." (Zeylaî, a.g.e., III, 360, III, 358). "Hırsıza ancak kalkanın satış bedeli kadarını çalması halinde had uygulanır. Hz. Peygamber devrinde bu kıymet, on dirhem idi" (Zeylaî, a.g.e., III, 359).

Çoğunluk İslâm hukukçularına göre, hırsızlık nisâbı, altından dinarın dörtte biri, veya hâlis gümüşten üç dirhem yahut bunların kıymetidir. Dayandıkları delil şu hadislerdir:

"Dinarın dörtte biri ve daha fazlası kadar hırsızlıkta had cezâsı uygulanır" (Şevkânî, a.g.e., VII,124). "Kıymeti üç dirhem olan kalkanda hırsızlık had'di uygulanır ki bu da dinarın dörtte biri kadardır" (Zeylaî, a.g.e., III, 355; İbn Rüşd, a.g.e., II, 408; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 240).

Burada, iki görüşün dayanağı olan hadisteki kalkanı Hanefîler on dirhem kıymetinde kabul ederken, diğerleri dörtte bir dinar veya üç dirhem olarak kabul etmişlerdir.

Çalınan malın kıymetinin, hırsızlık tarihinden cezânın uygulanacağı vakte kadar on dirhemden aşağıya düşmemesi gerekir. Ancak mal, bir ayıp isâbet etmesi veya telef olması yüzünden eksilmiş veya tamamen zâyi olmuşsa bu durum had cezâsına engel teşkil etmez (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ ale'l-Muvatta', VII, 158). Çoğunluğa göre ise, malın korunma yeri (hırz altı)nden çalındığı tarihe göre işlem yapılır. İslâm hukukçuları, toplu hırsızlıkta çalınan mal, her birine bölündüğünde nisâbı aşıyorsa hepsi için had cezâsı uygulanacağı konusunda görüş birliği içindedir. Nisâbın altına düşüyorsa Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, hiç birine had uygulanmaz. Çünkü herbiri nisap kadar mal çalmamış sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 78; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 225).

3) Çalınan şeyin koruma (hırz) altında olması. Hırz, sözlükte; bir şeyin korunduğu yer, demektir. Bir terim olarak; ev, dükkân ve çadır gibi, âdetler bakımından insanların mallarını korumak için yapılan yerleri ifâde eder. Hadiste: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Şevkânî, a.g.e., VII, 127; A. b. Hanbel, Müsned, III, 464) buyurulur.

Hırz ikiye ayrılır:
a) Kendi başına hırz sayılan yerler. Bunlar, malları korumak için hazırlanan yerler olup, izinsiz girmek yasaklanmıştır. Ev, dükkân, han, kasa, sandık gibi. Bunlarda bekçi bulunsun veya bulunmasın, kapı açık veya kapalı olsun hırz niteliği devam eder. Çünkü bina veya yer hırz amacıyla yapılmıştır.

b) Başkası sebebiyle hırz sayılan yerler. Bunlar mal saklamak için yapılmamış olan yerler olup, kendisine izinsiz olarak girilebilir ve giriş yasağı bulunmaz. Mescidler, yollar, resmî daireler gibi. Bunların hükmü, bekçisi bulunmadığı takdirde herkese açık olan kır, mera ve sahra hükmündedir. Bunlarda mala yakın yerde bekçi bulunursa, bekçi uykuda olsun uyanık bulunsun, hırz yeri sayılır.

Çünkü Nebî (s.a.s.) uykuda bulunan Safvân'ın paltosunu çalan hırsıza had cezâsı uygulamıştır (es-Serahsî, a.g.e., IX,150 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 240; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 73).

4.Mal, koruma yerinden tam olarak ayrılmadıkça had cezâsı gerekmez. Yankesicinin (tarrâr), başkasının cebinden el çabukluğu ile parasını çalması hâlinde, had cezâsının uygulanacağı konusunda görüş birliği vardır.

Mezardan kefen, altın diş vb. şeyler çalanın (nebbâş) hükmü ise ihtilâflıdır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, mezar hırsızına hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Çünkü mezarlıklar kendi başına mal saklanan ve hırz altında bulunan yerler değildir (es-Serahsî, IX, 159; el-Kasânî, a.g.e., VII, 69). Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, mezar hırsızına da had cezâsı uygulanır. Çünkü kefen de kendisine göre koruma altındadır. O da ölünün mülkü sayılır. Ölünün mirasçıları, nebbâşın kefeni geri vermesini ve cezâlandırılmasını isterler (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Mısır ts, s. 126, 127). Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizim ölülerimizi çalan dirilerimizi çalan kimse gibidir" (Zeylaî, a.g.e., III, 366).

Çarşı ve pazar yerlerinde umûmun güvenine terkedilen mallara gelince, Hanefîlere göre; bunlar geceleyin çalınırsa hırsızlık cezâsı uygulanır. Gündüz çalınırsa had uygulanmaz. Çünkü gündüz, buraya girme izni bulunduğu için hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, esnafın kendine ait bölme ve tezgâhında veya teneke, küp, çuval gibi kaplarda bulunan şeyler örf bakımından hırz altında sayılır ve bunları çalanlara had uygulanır. Ahmed b. Hanbel'e göre ise çarşı ve pazar yerinde bekçi varsa veya malın yanında gözetleyici bir kimse bulunursa hırsıza had cezâsı verilir (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 242; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 249-250). 4)

5.Çalınan malın biriktirmeye elverişli olması, çabuk bozulacak şeylerden olmaması. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre; kıymeti nisap miktarından çok olsa bile, çabuk bozulan şeylerde hırsızlık cezâsı uygulanmaz. Üzüm, incir, nar, elma, baklagiller, ekmek, yaş veya kuru et, meşrûbât, süt, yoğurt ve benzeri gıda maddeleri gibi. Bunlar uzun süre bekletmeye elverişli olmadığı için, hırz (koruma) altında olsun veya olmasınlar, bunları çalana had uygulanmaz. Delil şu hadistir: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 464). Bir yıldan fazla biriktirilebilen dayanıklı tüketim mallarında ise hırsızlık suçu oluşabilir. Ceviz, badem, kuru hurma; kuru meyve ve sirke gibi. Ebû Yûsuf'a göre, biriktirmeye elverişli olmasa bile, gerçekte meşrû olarak, yararlanılabilen herşey maldır ve bunu çalana hırsızlık cezâsı uygulanır. Meselâ günümüzde dayanıklı olmadığı halde meyveler önemli mallardan olmuştur.

Diğer üç mezhebe göre, mal olarak edinilebilen ve alım satımı meşrû olan her çeşit malda hırsızlık suçu söz konusu olur. Gıda maddesi, kumaş, hayvan, kıymetli taş veya maden, av ve şişe bunlar arasında sayılabilir. Çünkü; "Hırsızlık yapan erkek ve kadınım ellerini kesin" (5/Mâide, 38) âyeti genel anlam ifâde eder.


6) Çalınan malın, aslı itibariyle mubah olmaması. Bir şeyin aslı; kuş, odun, kamış, av hayvanı ve balık gibi mubah mallardan ise, Ebû Hanîfe'ye göre, bunlar dâru'l-İslâm'da bulunuyorsa el kesme cezâsı uygulanmaz. Diğer üç mezhebe göre aslı mubah olsun veya olmasın, bu malı çalana had uygulanır (Zühaylî, a.g.e" VI; 116, I 17).

7) Çalınan malda, hırsızın alma hakkının bulunmaması gerekir (el-Kâsânî, a.g:e, VII, 70-72; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 229. vd.; es-Serahsî, a.g.e., IX, 152, 178).

8) Hırsız için çalınan malda, bir mülk, mülk te'vili veya mülk şüphesinin bulunması. Bu prensip gereğince hırsız, âriyet verdiği, rehnettiği veya kiraya verdiği şeyi çalmakla el kesme cezâsı uygulanmaz. Yine hırsız, beytülmalden (hazine, devlet malı) bir şeyi çalsa, kendisinin de bu toplum malında hissesi bulunduğundan had cezâsı uygulanmaz. Nitekim Hz. Ömer, Beytülmalden bir şeyler çalana had cezâsı uygulamamıştır. Bir zekât memuru, Hz. Ömer'e mektup yazarak Devlet hazinesinden çalanın hükmünü sordu. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onun elini kesme, çünkü, hiçbir kimse yoktur ki, kendisi için beytülmâlde bir hak bulunmasın". Diğer yandan, Hz. Ali de Devlet malı çalana had cezâsı uygulamamıştır. Dayandığı prensip, Devlet malının bütün tebeaya ait ortak mal sayılmasıdır, eğer gayri müslim tebeadan (zımmî) birisi devlet malını çalsa had uygulanır. Çünkü O'nun beytülmalde hakkı yoktur. Yoksul bir kimse, yoksulların yararlandığı bir vakıftan çalsa, had uygulanmaz. Zengin çalarsa uygulanır. Çünkü onun bu vakıfta hakkı yoktur. Sonuç olarak şüphe bulunan yerde had cezâsı uygulanmaz. Nitekim Nebî (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şüphe bulununca, gücünüzün yettiği kadar hadleri düşürünüz" (Ebû Dâvud, Salât, 14; Tirmizî, Hudûd, 2).

9) Hırsızın, koruma altındaki yere girmek için izinli sayılmaması gerekir. Bir kimse, mahrem hısımlarından veya eşinden bir şeyler çalsa, hırsızlık haddi uygulanmaz. Çünkü hısımlarının bulunduğu yere, örfe göre izinsiz girebilir. Eşlerin birbirinin malını almada örf de cereyan edebilir. Bu yüzden hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Yine bir topluluğun hizmetçisi, bunların eşyasından, misafir ev sahibinden, işçi girmeye izinli olduğu iş yerinden bir şey çalsa, el kesme cezâsı uygulanmaz. Çünkü, bir yere giriş hakkının bulunması, bu yeri onun hakkında hırz ortamı olmaktan çıkarır (es-serahsî, a. g. e., IX, 151; el-Kasanî, a.g.e., VII, 70, 75; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 221). Şâfiîlerde daha kuvvetli görüşe göre usûl ve furû dışında, diğer hısımlardan ve eşlerden birinin diğerinden, hırz altındaki malını çalması hafinde hırsızlık had cezâsı uygulanır. Delil, hırsızlık cezâsını bildiren âyetin umûm anlamıdır.





BEYTUL MALDAN VE GANİMETLERDEN( GULÜL)  ÇALMA DURUMU

Beytül maldan çalmak, Hanefi, Şafii ve Hanbelîlere göre hırsızlık değildir. Çünkü hırsız bu mallara ortaktır. Veya ortaklık şüphesi vardır. Bundan dolayı hırsızlık haddi düşer.Bu suçu işlediğinden dolayı ta’zir olunur. İmam Malike göre beytülmaldan ve ganimetlerden çalana had cezası uygulanır. Sebebi ise; Kitapta hükmün açık olması ve malın hırz altında olmasıdır.

Hanefilere göre beytül maldan çalanların ellerinin kesilmemesinin delilleri aşağıdaki olaylardır: Valilerden birisi Hz. Ömer’e mektup yazıp beytülmalden mal çalan bir hırsızın durumunu sorduğunda Hz. Ömer şu cevabı vermişti: “Onun elini kesme. Çünkü beytülmalde hakkı olmayan kimse yoktur. Şa’bînin rivayetine göre bir adam beytülmalden mal çalmıştı ve durum Hz. Ali (r.a.)’ye arzedimişti. Hz. Ali ise: “Onun da orada hissesi vardır.”diyerek elini kesmemişti.



“Bir kişiyi ganimet malına hıyanet ederken yakaladığınız zaman eşyasını yakınız ve onu dövünüz.!”Ebu davud,cihad:135
Ebu Davud’un  rivayet ettiği bir ha­berde  savaşta , ordu içe­risindeVelid bin Hişam, Salim b. Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdülazîz gibi kişilerin de bulunduğunu, bu arada ordudan birinin ganimet malından çaldığını, Velîd’in o kişinin eşyasının yakılmasını emrettiğini ve adamı teşhir ederek ganimetten ona herhangi bir pay vermediğini kay­detmektedir.

Evzâî, İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel gibi hukukçular, ganimet malını ça­lan kişinin binek hayvanı ve silâhı dışın­daki bütün eşyasının, Evzâî’den gelen bir başka görüşte üzerindeki elbisesiyle atının eyer ve semeri dışında bütün eş­yasının yakılacağını, çaldığı malın ise ya­kılmayacağını söylemişlerdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanîfe, Mâlik, Leys b. Sa’d ve Şâfıî olmak üzere İslâm hu­kukçularının çoğunluğu bu durumda mal­ların yakılmayacağını belirtmiştir.
Deliller:
Hayber Savaşı sırasında ölen bir kişinin gulül’de bulunduğunu haber vermiş, ashab-ı kiram o kişinin eşyasını araştırarak bunların içinde Yahudi bon­cukları bulmuş, fakat Rasûl-i Ekrem onun eşyasını yaktırmamıştır.İbn Mâce, Cihâd, 34; Ebu Davud, Cihad, 143.
Not:Yakılacak malı yok ki zaten, ayrıca adam ölmüş; ölmüş adama ne cezası  verilecek.
Peygamber'in yol ağır­lığı olan eşyası üzerinde bekçilik yapan (siyah) bir adam vardı. Ona Kirkire denilirdi. Bu Kirkire (bir gün) öldü. Rasûlullah (S): "Bu adam cehennemdedir" buyurdu. Sahâbîler (acaba neden cehennemdedir di­ye) ona bakmağa gittiler. Ve onun terikesinde millet malından çal­mış olduğu bir abâ buldular.Buhari:cihad:189
Not:Buhari, Ebu davutdaki hadisi sahih kabul etmez bu hadisi sahih kabul eder.




Amr b. Şuayb’dan nakle­dilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)’in ganimet malına hıya­net eden kimsenin eşyasını yaktırdıkları ve onu dayakla cezalandırdıkları bildiril­miştir.Ebu Davud, Cihad, 135; Şevkâ­nî, VII, 342.

Not:Devlet malından çalma olarak kişinin tüm mal varlığına el konulması (yakılması) ve tazir çok daha mantıklı ve yürek ferahlatan bir açıklama gibi duruyor.
Not:Aşağıdaki hadis yöneticilerin devlet eliyle zenginleşmesinin sınırı açısından dikkat çekicidir.
“Kim bizim bir işimize tayin edilirse bir zevce edinsin; hizmetçisi yok­sa hizmetçi, evi yoksa ev alsın. Bunlar­dan fazlasını isteyen veya alan olursa o hıyanette bulunmuş veya hırsızlık yapmış olur.”Ebu Davud, İmâre,10.


ŞİA (Şİİ ,CAFERİ ,EHLİ BEYT , İSNA AŞERİYYE , İMAMİYYE) MEZHEBİNE GÖRE HIRSIZLIK SUÇU VE HÜKÜMLERİ:


Hırsızlığın had hükümleri :
Hırsızlıkta on iki tane şart bulunmaktadır:
1. Hırsızlık yapanın baliğ olması gerekmektedir. Eğer hırsızlık ergenlik çağına girmeyen birisi tarafından yapılırsa meşhur fakihlerin görüşüne göre böyle birisinin eli kesilmez. Uygulanan ceza tedip ve ta’zir olur. Bazı ulemalar rivayet edilen sahih bir hadise amel ederek şu görüşe kail olmuşlardır: Hırsızlık yapan çocuk birinci ve ikinci defa bağışlanır, ancak üçüncü defa yaptığında ta’zir edilir. Dördüncü defa yapıldığında parmaklarından kan gelmesi için parmak uçlarının etleri tıraş edilerek kazınır. Beşinci defasında dört parmağının ilk bendinden kesilir ve altıncı defasında baliğlerin parmaklarının kesildiği gibi parmakları kökünden kesilir.

2. Hırsızlık yapan kişinin akıl sahibi olması gerekmektedir. Dolayısıyla eğer deli birisi deli olduğu dönemde hırsızlık yaparsa ta’zir edilir. Eğer akıllı olduğu dönemde hırsızlık yapar ve sonra delirirse meşhurun görüşüne göre hırsızlık haddi düşmez.

3. Şüpheyle olmaması gerekir. Örneğin kendi malı olduğunu sanarak bir şeyi alır, ancak sonradan onun malı olmadığı anlaşılırsa, yahut ortak olduğu maldan kendi hakkı kadarını alırsa. Ama eğer kendi hakkından çok alırsa ve aldığı mal elin kesilme miktarına (nisaba) ulaşırsa hırsızlık haddi uygulanır.

4. Malda ortaklık olmamalıdır. Bazı ulemanın görüşüne göre bu konu kafirlerle savaş sırasında onlardan ele geçirilen ganimetin taksim edilmeden çalınmasıyla aynı hükme sahiptir. Bunlara göre bunun eli kesilmez.
Ancak ulemaların çoğunluğu eğer kendi payından çok alır ve kesilme nisabına ulaşırsa ellerinin kesilmesinin gerekliliğini söylemişlerdir.

5. Paranın örf açısından (hirz) muhafaza edilen ve korunan bir yerden alınması gerekir. Paranın korunması için saklandığı para kasası, çelik kasa, sandık gibi bir yer olması gerekir. Örneğin altın ve gümüşün saklanması için bir sandığa (çelik kasada olabilir) konularak kilitlenmesi. Yahut at, inek…vb. gibi hayvanların ahırda olması ve kapısının kilitlenmesi gerekir. Yahut malın dükkanda olması ve kapısının sıkıca kapatılarak kilitlenmesi gerekir. Malın toprağa kuyulanması meşhurun görüşüne göre muhafaza hükmündedir.

Eğer birisi her hangi bir malı veya parayı camilerden, okullardan, hamamlardan, saunalardan, konuk evlerinden… çalarsa elleri kesilmez. (Çünkü hirz hükmünde değildir, ancak cami veya benzeri yerlerden kilitli kasa gibi bir yerden kırılarak para veya mal çalınırsa eller kesilir.)

Eğer bir kimse ağaçlardan meyve çalarsa, ellerini kesmezler. (meşhur fakihlere göre) bazı ulemalara göre eğer meyve ağacı duvarlarla kaplı kilitli bir bahçede ise ve ayrıca kapıları kilitli ev hirz (korunmuş ve muhafaza edilmiş) hükmünde olduğunu söylemişlerdir. (korunmuş ve muhafaza edilmiş yerlerden bir şeyin çalınması ellerin kesilmesini icap eder)

6. Hırsız, hirzi (kilitli sandık, para kasası…gibi şeyleri) kırarak mal ve parayı oradan dışarı çıkarmalıdır. Dolayısıyla eğer birisi hirzi kırar ve başka birisi malı dışarı çıkarırsa hiç birisinin elleri kesilmez. Bilakis hirzi kırandan hirzin parasını, malı ve parayı alandan da malın karşılığının tazminatı alınır. Eğer hirzi kıran kişi içerisinden de elin kesilmesini gerektiren miktarda mal alırsa bu durumda elleri kesilir. İçeriden paranın alınması ister kendisi tarafından direk alınsın, ister iple çekilip alınsın, ister bir araç vasıtasıyla çekilsin, ister çekilsin, ister itilsin, ister bir çocuğa çektirilsin… her surette aynı hükme sahiptir.

7. Çalınan mal baba tarafından olmamalı. Eğer baba oğlunun malını şartlarına uygun olarak çalarsa babanın elleri kesilmez. Babanın babası da aynı hükme sahiptir meşhurun görüşüne göre. Bazıları anneyi de hükme dahil etmiştir.

8. Gizlice çalmalıdır. Dolayısıyla eğer birisi aleni bir şekilde birisinin malını zorla alırsa böyle birisinin elleri kesilmez.

9. Misafir olmamalıdır. Bir çok ulemanın görüşüne göre malı misafirden saklamaması ve misafirin hirzden almaması durumunda bu hüküm geçerlidir. Dolayısıyla eğer sandığı açar veya kapıyı kırarsa elleri kesilir.

10. Çalınan miktar el kesme nisap haddine ulaşmalıdır. Bu konuda ulemalar arasında icma bulunmaktadır.

11. Mal sahibi davacı olmalı, malını talep etmeli ve elin kesilmesini istemelidir. Dolayısıyla eğer mal sahibi –şer’i hakimin karşısında hırsızlık sabit olmadan önce- davacı olmaz, yahut malından geçer ve elin kesilmesini talep etmez ve hırsızı bağışlarsa elleri kesilmez. Ancak eğer davacı olduktan ve şer’i hakime hırsızlık sabit olduktan sonra hırsızı bağışlarsa had düşmez. (Meşhura göre)

12. Hirzden alınan mal ister bir defada alınarak nisap haddine ulaşsın isterse kaç kerede alınarak nisap haddine ulaşmış olsun hüküm aynıdır. Yani eller kesilir. (Ulemanın çoğunluğunun görüşüne göre)

Ellerin Kesilme Nisabı :
Ulemalar arasında meşhur olan görüşe göre bir dinarın dörtte biri nisap haddidir. Yani hırsızlık yapan kişinin çaldığı malın miktarı bu hadde ulaşmalıdır. Eğer bu hadde ulaşmazsa elleri kesilmez.(allahdostuseyyid)

Sahih bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık’tan (aleyhi selam) dinarın dörtte birinden az miktarın çalınması halinde hırsızlık sözcüğünün hırsızlık yapan için kullanılıp kullanılmaması gerektiği ve böyle birisinin Allah katında hırsız olarak adlandırılıp adlandırılmadığı sorulduğunda imam (aleyhi selam) şöyle buyurdu: “Her kim Müslüman birinden sakladığı ve koruduğu bir yerden bir şeyini çalarsa ona hırsız sözcüğü kullanılır ve o Hak Teala karşısında hırsızdır, ancak eğer dörtte bir miktarından azsa eli kesilmez…”


Hırsızlık Haddinin Uygulanışı:
Her ne zaman baliğ ve akıl sahibi birisinin nisap miktarında korunan bir yerden hırsızlık yaptığı sabit olursa hırsıza malı mal sahibine geri vermesi farzdır. Eğer mal telef olmuşsa mislisini veya kıymetini vermelidir. (allahdostuseyyid)
Şer’i hakim ise hırsızın sağ elinin dört parmağını el ayasıyla birleştiği yerden kesilmesini emreder. Baş parmak ve sağ elinin ayası abdest ve namaz kılması için bırakılır. Sünnilerin söyledikleri gibi bilekten kesilmez.

Eğer sağ elin dört parmağı kesildikten sonra bir defa daha hırsızlık yaparsa sol ayağı topuklar kalacak şekilde ayak bileğinin üst çıkıntısının olduğu yerden kesilir. Sünnilerin yaptıkları gibi ayak bileğinden kesilmez. (Ehlibeytten uzak kalmanın acı bir sonucu) Topukları namazda ayakta durabilmesi için kesilmez ve geride bırakılır.
Eğer üçüncü defa hırsızlık yaparsa el ve ayakları kesildikten sonra onu müebbet hapse mahkum ederler.
Eğer bu defa hapiste nisap miktarı kadar korunan bir yerden bir şey çalarsa öldürülür.

Cepten Para Çalmak:
Cebin hirz sayılıp sayılmaması konusunda tek bir görüş bulunmamaktadır. Eğer birisinin cebinden bir şey çalarlarsa meşhurun görüşüne göre cebin iç mi dış mı olduğuna bakılır. Eğer iç cepten para çalınmışsa eller kesilir. Yok eğer dış cepten bir şey çalınmışsa eller kesilmez. 


Hırsızın eli yoksa veya felçli ise:
a) Eğer hırsızlık yapan kişinin sağ eli olmazsa (kısas sonucu veya iş kazası gibi sebeplerden önceden kesilmiş veya kopmuşsa) bazıları sol elinin, bazıları da sol ayak bileğinin kesilmesini söylemişlerdir. Konuda ihtilaf vardır.

b) Hırsızlık yapan kişinin sağ eli felçli ise meşhurun görüşüne göre sağ eli kesilir. Bazıları felçli elin kesilmesi halinde kanın durdurulamayacağını dolayısıyla (allahdostuseyyid) kişinin ölümüne sebep olunacağından sol elini, yahut sol ayak bileğini, yahut hapse atılması gerektiğini söylemişlerdir.

El kesiminden sonra yapılacak işlem:
Meşhurun görüşüne göre hırsızlık yapan kişinin eli kesildikten sonra kanın durması ve ölmemesi için kaynar yağa sokulması müstahaptır.

Hırsızlık Haddinin Sabit Olması ve delili:
Meşhurun görüşüne göre iki kişinin şahitliği veya iki kere hırsızın hırsızlık yaptığını ikrar etmesiyle sabit olur. Bazıları bir kere ikrar etmenin yeterli olacağını söylemişlerdir. Meşhurun görüşüne göre eğer bir kere ikrar ederse (çaldığı) malı ondan alırlar, ancak ikinci ikrarını edene kadar had vurmazlar.

Zorla ve işkenceyle alınan ikrarın şeriatta bir değeri yoktur. İsterse çaldığı malın aslını geri getirmiş olsun.




TAZİR CEZALARINDA ÜST SINIR
Şafiî mezhebine göre ta'zir cezası ile dövmenin en fazla sınırı, hür kimseler için 39 sopadır. İçki cezasının en azından daha az ol­ması için.

Ebû Hanîfe'ye göre, hür ve köle için ta'zir cezasının son haddi  sopa­dır. Ebû Yusuf a göre, en son miktar 75 sopadır, Zina iftirası cezasından 5 so­pa daha azdır.

Mâlik'e göre âzamisi için bir sınırlama olmaz, en çok had cezasını dahi geçebi­lir.

NOT:(Burda tazirlerin hadleri aşmaması ile ilgili hadis dikkate alınmak istenmiştir)


GANİMET MALINDAN CARİYEYE TECAVÜZÜN CEZASI
Gulül(Ganimet malından çalma) yapan kimse gani­metler arasında bulunan bir cariyeye te­cavüz etmişse bu kişiye hırsızlık veya zina haddinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda İslâm hukukçuları ihti­lâf etmişlerdir.
 Çoğunluk, gulül yapan kimsenin söz konusu ganimette hakkı olmasını, diğer bir ifadeyle mülkiyet şüp­hesi bulunmasını gerekçe göstererek ve hadlerin şüpheyle sakıt olması ilkesini dikkate alarak bu durumda had cezala­rının uygulanmayacağı, kendisine ta’zîren bir ceza verileceği görüşündedir.



İÇKİ İÇMENİN CEZASI:
Tüm mezheplerde( şia dahil)  80 sopa uygulanır.Aynı suç üçüncü kez işlenir ve tövbe edilmezse idama kadar giden fetvalar çoğunluktadır.

Şafii: İçki içmenin cezası kırk sopadır. Bu sopalar seksene kadar artırı­labilir. Seksen sopanın kırkı, içki içmenin cezası, kalanı da tâzir cezasıdır;

 
Şia:
Güvenilir bir hadiste zina edene şarap içenden daha ağır had uygulanır, şarap içene kazf edenden daha ağır, kazf edene de ta’zirden daha ağır had uygulanır. Meşhurun görüşüne göre had cezası mirasçılara geçer. (abna 24 sitesinden)

Meşhurun görüşüne göre 80 kırbaç had cezası uygulanır. İster erkek olsun, ister kadın, ister köle olsun, isterse özgür. Bazı ulemalar köleye 40 kırbaç vurulmasını söylemişlerdir. (Allame Meclisi’ne göre bu görüş daha güçlüdür)
Eğer bir kişi iki veya üç kere şarap içer ve her seferinde had cezası uygulanırsa üçüncü veya dördüncü içişinde o kişi öldürülür.Eğer bir kişi şarabın helal olduğunu söyler ve bilirse, o kişi tövbeye davet edilir. Eğer tövbe ederse ona had uygulanır ve eğer tövbe etmeyi kabul etmezse o kişinin öldürülmesi gerekir. Bazıları eğer Müslüman bir aileden geliyorsa onun öldürülmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Eğer bir kişi içki satarsa ve yaptığı işi helal bilirse o kişi tövbeye davet edilir. Eğer tövbe etmez ve yaptığı işte ısrar ederse meşhurun görüşüne göre öldürülür.
Eğer kişi şarap dışında sarhoş edici başka bir şeyi içerse örneğin boza içerse, satarsa, yahut helal bilirse onu öldürmezler. Ancak had uygulanır. Zira bu konuda Şia mezhebinde icma ve ittifak vardır, ancak İslam dininin zaruretlerinden sayılmamaktadır. Sebebine gelince Hanefi mezhebi Müslümanları boza içmeyi helal bilmektedir.
Eğer birisi kenevir ve katı sarhoş edici şeyleri yerse bazı fakihler ona ta’zir uygulanacağını, had uygulanmayacağını söylemişlerdir. (abna 24 sitesinden)




SARHOŞLUK VEREN MADDENİN AĞIZ VEYA BAŞKA YOLLA ALINMASI DURUMUNDA TAZİR SUÇUNUN TESPİTİ

Sarhoşluk veren maddenin içilmiş olması şarttır. Eğer içilmiş değilse had gerekmez,ancak ta’zir gerekir, esrar ve haşhaş gibi. Sarhoşluk verici madde içme yolunun dışında ağza ve karına girmiş olsa bile içki haddi vurulmaz. Sarhoşluk verici maddeyi, yemeğe katmak veya hamurla yoğurmak gibi.

Malikilerle, Hanefiler; suçlunun suçu işlemiş sayılması için; içkinin ağız yoluyla mideye ulaşmış olmasını şart koşarlar. Eğer sarhoşluk verici madde burun veya damar yoluyla (şırınga etmek gibi) mideye ulaşacak olursa had vurulmaz çünkü şüphe söz konusudur. Şüphe durumunda had cezası düşse bile ta’zir cezası gerekir.

Şafii mezhebinde ise üç görüş vardır: Birinci görüş Malikilerin görüşünü benimser.İkinci görüşe göre; içki ağız yoluyla mideye ulaşmasa bile başka yollarla ulaştığı takdirde had vurulur. Üçüncü görüş, damarlara şırınga ile haddin gerekmeyeceğini, burundan intikal halinde haddin gerekeceğini kabul ederler.

Hanbelî mezhebinde ise iki görüş vardır: Boğaz yoluyla mideye ulaşan sarhoşluk verici madde sebebiyle had vurulur.-Ağız yoluyla içmek ve burun yoluyla akıtmak gibi-Enjekte yoluyla mideye ulaşan sarhoşluk verici madde sebebiyle had cezası gerekmez.


Not:

İslâm'da sarhoşluk veren "içki"ler yanında her türlü uyuşturucu yasaklanmıştır. Çünkü bunlarda da sarhoş edici özellik vardır. Âyeti kerimede: "Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el Mâide 3/90) ve hadislerde genel olarak sarhoşluk veren sıvı veya katı bütün maddelerin içilmesi, kullanılması yasaklamıştır. "Sarhoşluk veren her içki haramdır" (Buhâri, Vırdû, 81, Eşribe 4, 10; Müslim, Eşribe, 67-68); "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır" (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, E,fribe, 3);

"Her sarhoşluk veren fey içki (hamr) hükmündedir ve her sarhoşluk veren fey haramdır" (Müslim, Eşribe, 7375; Buharî, Edeb, 80):

Esrar, İslâm dünyasında 12. yüzyılda Tatar istilasına uğranıldığı sırada ortaya çıkmıştır. Dört büyük müctehidin yaşadığı dönemlerde esrardan söz edilmemesi, onun o zamanlar bilinmediğini gösterir. Sonraki mezhep imamları esrarın haram olduğuna dair fetvalar vermişler ve onu satanın te'dib olunacağını bildirmişlerdir (İbn Abidin, a.g.e., XVI, 77; Yusuf el-Kardavî, İslâm'da Helal ve Haram, Trc: Mustafa Varlı, Ankara 1970, 85-87)..

Esrar ve diğer bütün uyuşturucu maddeler aynı içki gibi kişiyi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Bu maddelerin haramlığı içkinin haramlığından daha hafiftir. Bu yüzden esrar içene had cezası uygulanmaz, tazir cezası uygulanır.





CİZYE MİKTARI NE KADARDIR?

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Hanbel (ra): Cizye, her yıl için. gayri müslimierin zenginlerinden 48 dirhem, orta hallilerinden 24 dirhem, çalışma gücü olan fakirlerinden ise 12 dirhem olarak alınır..

İmam Malik (ra)'e göre. zengin-fakir ayrımı yapmadan, aralarında geçerli para altın ise her zımmîden 4 altın, gümüş ise 40 dirhem alınır.

İmam Şafii (ra)'ye göre, ister zengin olsun, ister fakir her zımmîden senede 1 altın lira alınır.

Tercih olunan görüş İmam Malik (ra)'ten rivayet olunandır. Hz. Ömer'in uygulaması da İmam Malik (ra)'in görüşünü teyid etmektedir




EVİ GÖZETLEYEN RÖNGENCİNİN DÖVÜLEREK GÖZÜ KÖR EDİLSE?

İmam Şaffi (ra) ve Hanbele göre ev halkı evi izinsiz gözet­leyenin (röntgencinin) gözünü kör etseler kısas edilmezler. Ayrıca rönt­genci bir hak da tateb edemez.

İmam Malik ve Ebu Hanife {ra)'ye göre röntgencinin gözünün kör edilmesi cinayettir. Dolayısıyla ya diyeti verir, yada kısas yapılır.




SAVAŞÇILARA VERİLECEK HEDİYE (TENFİL) GANİMETTEN Mİ BEŞTE BİR PAYDAN MI VERİLİR?

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'ye göre «tenfil», ganimetten değil, humus (beşte birden verilir. Delilleri ise Resulullah (sav)'ın, «Ben ancak stze Allah (cc) tarafından bize helal kılınan humustan serbestçe vermek­te salahiyetliyim. Diğer dört kısmı ise size aittir.» hadisidir

İmam Şafii (ra)'ye göre «tenfil», beşte birden değil ganimetten verilir. Zira rivayete göre Resulullah (sav) Muaz bin Amr (ra)'a Ebu Cehil'in kılı­cını ve elbiselerini vermiştir. Yine Resulullah (sav)'ın Huneyn savaşında «Her kim bir müşrik öldürdüğünü isbat ederse öldürdüğü kimsenin silah, elbise ve kıymetli eşyası onundur.» buyurmuştur. Bu hadis de tenfilin ga­nimetin beşte birinden değil, aslından verilmesi gerektiğine delalet eder.




GANİMETLERDE BEŞTE BİR ( HUMUS) NASIL TAKSİM EDİLİR?

İmamı Azam (ra)'a göre ganimetin beşte biri üçe taksim edilerek ye­timlere, yoksullara ve yolda kalmış yolculara verilir. Zira Resulullah (sav)'in dünyadan göçmesi ile kendi ve akrabalarının beşte birden olan hakları ortadan kalkmıştır.

Bu hüküm İmam Şafii (ra)'den de nakledilmiştir. Her iki imama göre beşte birden Resulullah (sav) ve hısımlarına ayrılacak pay mescidlerin imarına, kadılarla askerlerin nafakasına sarfedilir.

Âyetteki «yolcularndan maksat, yolda parası tükenmiş ve yardım gö­receği kimsesi olmayan yolcudur. Bu yolcu kendi memleketinde zenginde olsa durum değişmez, ona pay verilir.

Malikiler : Yukarıda açıklanan bütün görüşlere muhalefet etmişlerdir. Onlara göre ganimetin beşte biri Beytülmale konularak âyette ismi ve sıfları geçenlere ve ayrıca İmamın uygun bulduğu yer ve kişilere dağı­ttır. Âyette pay sahiplerinin zikredilmesi yalnızca misal olması içindir, yok­sa beşte birin sarfedileceği yerleri tayin ve tesbit için değildir.

Malikilerin delilleri: Malikiler görüşlerini birkaç delille isbat ederler. İbnulArabî bu delilleri şöyle sıralar:

1- «Cübeyr bin Mufam'dan yapılan rivayete göre Resulullah (sav). Bedir maktulleri hakkında şöyle buyurmuştur: «Ey Cübeyr, eğer baban Mut'am ibni Adiyy sağ olsaydı ve bu kokmuş leşler hakkında şefaat et­seydi, hiç şüphesiz ben bunları ona (diri diri ve necat fidyesi almaksızın) bağışlardım.»[İMAM KASTALANİ]

2- Nafi ibni Ömer şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'ın Necid bölgesine gönderdiği seriyeye. getirdikleri ganimetten 12 deve düştü. Re­sulullah onlara fazladan bir deve daha verdi.»[İMAM KASATALANİ]

3- Resulullah (sav)'ın Hevezanlıların esirlerini iade ettiği ve bunun içinde "beşte bir"in de bulunduğu rivayetlerle tesbit edilmiştir.

4- Buharî'nin Abdullah ibni Mes'ud (ra)'dan rivayetine göre Resu-uilah (sav), Huneyn savaşında sahabilerin bazılarını ganimetin taksiminde tercih etmiştir. Mesela, Akra bin Habis ile Uneyne'ye yüzer deve fazla­dan vermiştir. Yine Arap eşrafından bazı kimseleri o günkü ganimet taksiminde diğerlerine tercih ederek onlara fazla pay ayırmıştır. Ashabtan birisi, «Ben Allah (cc)'a yemin ederim ki, bu taksimde adalet gözetilmemiştir. dedi. Ben de ona. «Allah (cc)'ın ismi ile yemin ederim ki bunu Resulullah (sav)'a haber veririm.» dedim. Resulullah (sav)'a giderek haber verdim. Resulullah (sav). «Allah (cc), kardeşim Musa aleyhisselama çok çok rahmet etsin. Ona bana yapılan eziyetten daha çoğu yapıldığı halde sabretmiştir» buyurdu.

Bu hadisler açıkça gösteriyor ki, ganimetin beşte biri İmamın hakkı­dır ve dilediği gibi tasarruf eder. Âyette zikredilen pay sahipleri yalnızca misal içindir. Eğer bu pay onların istihkakı olsaydı Resulullah (sav) bu paydan başkalarına vermezdi.

GANİMETİN AT SAHİPLERİNE TAKSİMİ

Mâlik, Şafiî, Ahmed ibn Hanbel, Ebû Yûsuf, Muhammed ve âlimler cumhuru, süvari için üç, piyade için bir pay esâsını kabul etmişlerdir.
Delil:Rasûlullah (S) ganimet malından- at için iki pay; sahibi için de bir pay ta'yîn et­miştir.Buhari,cihad:51

Ebû Hanîfe İse diğer hadîslere dayanarak biri atına, öbürü kendisine âid olmak üzere süvari mücâhid iki pay alır demiştir.


SAVAŞ YOLUYLA ELDE EDİLEN TAŞINMAZLAR NASIL DAĞITILIR

Hanefî mezhebine göre: savaş yoluy­la elde edilen taşınmazlarda devlet başkanının geniş bir takdir yetkisi bulunmak­tadır: Devlet başkanı duruma ve şartlara göre uygun görürse, Enfâl 8/41 âyetinin hükümleri doğrultusunda -beşte birini ayırdıktan sonra- toprağı gazilere taksim eder, bu durumda arazi öşür toprağı olur; bunu uygun görmezse Hz. Ömer'in Sevâd (Irak) topraklan hakkında yaptığı gibi yerli halkın elinde bırakır ve karşılığında ha­raç vergisi yükler, bu takdirde arazi haraç toprağı olur.

İmam Mâlik'e göre: savaş yoluyla ele geçirilen arazi esas itibariyle dağıtılmaz; bu topraklar bütün müslümanlar için ortak bir vakıftır. Geliri ümmetin yararına sarf edilir. Ancak ümmetin menfaati taksimi gerektiriyorsa devlet başkanı bu tür toprakların taksimine de ka­rar verilebilir.

Şâfiîler'e göre ise :savaş yoluyla alınan topraklar ganimet hükümle­rine tâbi olup devlet beşte bir hisse alır ve kalanı savaşanlara dağıtılır. Hz. Ömer'in uygulamasına gelince, İmam Şafiî -Hz. Peygamber dönemindeki bir Örnekten de yararlanarak- bunun savaşa katılanların rızası alınarak yapıldığını savunur.

Hanbelîler'in: bu konudaki yaklaşımı hakkında Şafiî ve Mâlikiler'in görüşünü paylaşan iki farklı rivayet bulunmaktadır.



ESİRLER FİDYA KARŞILIĞI SERBEST BIRAKILIR MI?

Hanefilere göre esir mal ile fidye veremez. Düşman taraflara da satılamaz. Çünkü böyle bir durumda yine müslümanlara karşı savaşacak­tır. Fakat düşman elindeki müslüman esirle değiştirilmesi İmam Muhammed (ra) ve Ebu Yufus (ra)'a göre caizdir. Ebu Hanife (ra) ise esirin müs­lüman bir esirle de değiştirilemeyeceği görüşündedir.

Cumhura (Şafiiler, Malikiler ve Hanbeliler) göre, esirleri fidye karşılığı serbest bırakmak caizdir.


CASUSUN HÜKMÜ

Küfür diyarının kâfir casusu; öldürülür. Bu hususta bütün ulemânın ittifakı vardır. Hattâ Nesaî'nin rivayetinde Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına bu adamı arayıp öldürmelerini emir buyurduğu bildirilmektedir.

Casus muâhed (yâni pasaportlu kâfir) veya zimmî (Musluman teb'ası olan kâfir) olursa; İmam Mâlik ile Evzâî'ye göre ahdini bozmuş sayılır. İstenilirse köle yapılır; öldürülmesi de caizdir. Cumhûr-u ulemâ ise muâhedin casusluk sebebi ile ahdi bozulmadığına kail olmuşlardır; meğer ki casusluk yapmaması vakti ile şart koşulmuş olsun!

Casus müslümansa; Düşman hesabına casusluk yaptığı tesbit edilen bir müslümanm öldürülmesi caiz değildir. Böyle bir casusun ölüm cezasının dışında bir ceza ile cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususu ulema arasında ihtilaflıdır.




İmam Âzam, Şafiî, Evzâî ve bazı Mâlikîler'le cumhura göre öldürülmez. Hükümet ona munasib göreceği dayak ve hapis gibi cezalar verir ki, buna ta'zîr denir. Rey taraftarlarına göre eğer bu kimse müslümanların sırlarını düşmana bildirmişse şiddetli bir şekilde dövülür ve uzun zaman hapsedilir.







SİHİRBAZ ÖLDÜRÜLÜR MÜ?

imam-ı Azam´a göre; sihirbazın küfrüne hüküm verile­rek, tevbe etmesine dahi lüzum görülmeden öldürülmesi mubahtır.

imam Şafiî (ra)´ye göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Yalnız sihriyle herhangi bir müslümanı öldürmeye kastederse, öldürülür.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´e göre ; bir kimse, sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne hüküm verilir. Tevbe ettiği takdirde, tövbesinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda iki rivayet vardır. Ehl-i kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe öl­dürülmez.

İmam Malik (ra)´e göre de, müslüman bir sihirbaz, yaptığı sihirden dolayı öldürülür. Ehl-i kitap olanlor öldürülmez. Müslüman sihirbaz, sihir ytıptığı takdirde kafir olduğuna hükmedilir.



HAREMİ ŞERİFE SIĞINAN SUÇLU ÖLDÜRÜLÜR MÜ?

Hanefi: «Dışarda cinayet işleyip daha sonra Harem-i Şerife sığınan kimsenin kısas hükmü, orada icra edilemez. Katil orada kaldığı müddetçe hiçbir kim­se yanında oturamaz, alış-veriş yapamaz ve konuşamaz. Çıkıncaya kadar bu böyle devam eder. Çıktığı zaman da kısas hükmü infaz edilir» der.İbni Abbas ta bu görüştedir.Çünkü Allah (cc), «...Her kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur» buyurmuştur...»ALİ İMRAN 97 derler.

(Maliki ve Şafiî) göre; de Kabe dışında -öldürme, uzuv kesme veya diğer bir şekilde- cinayet işleyen kimse, daha sonra Harem-i Şerife sığınırsa, kısas hükmü hemen orada infaz edilir. Delilleri ise şun­lardır :

A. Resulullah (sav)'in; «Bazı müşrikleri Mekke'nin fethinden sonra Harem-i Şerif ie dahi görseniz öldürünüz» hadisidir.

B. Resulullah (sav)'ın müşrik İbn-i Hatel için, «O'nu öldürünüz. Ka­be'nin örtülerine sarılmış olarak görseniz dahi, öldürünüz» buyurmastdır.

C. Resulullah (sav)'ın, «Şüphesiz Harem-i Şerif, asî (halifeye karşı), hırsız ve adam öldüren katili, kendisine sığınsa dahi korumaz» buyruğudur.



KISASTA GAYRİ MÜSLİMİN DURUMU

Kendisine eman verilmiş , yani cizye ödeyen ve islam ve müslümanların korumasında olan kişiler de müslümanlar gibi muamele görür ve öldürülürseler, öldüren müslümana "kısas" uygulanır.

Ayet: "Eğer müşriklerden birisi senden eman dilerse ona eman ver. Ta ki Allah'ın kelamını dinlesin. Sonra onu emin olacağı yere kadar ulaştır."

Kendisine eman verilmemiş , kişiler müslümanlar tarafından öldürülürse kısas uygulanmaz.Müslüman bir kimsenin fiilen düşmanlık eden bir kimseyi nerede bulursa bulsun öldürebileceği ve kanını akıtabileceği konusunda her hangi bir ihtilaf yoktur.

Fiilen düşmanlık etmeyen fakat anlaşma sağlanmamış bir kafir Müslüman tarafından öldürülürse, Müslümana kısas uygulanmaz, yalnızca Müslüman bir kimse için ödenen diyetin yarısını vermek gerekir. ( diyet peygamberimiz zanmanında 100 deve idi.)

Müslümanların eman verdiği bir kafir ,eman verilmemiş bir kafiri öldürürse yine kısas uyulanmaz .Öldüren , Müslümanın gördüğü muameleyi görür ve yarı diyet öder.

Bu konuyla ilgili deliller hadislere dayanır:
"Dikkat edin! Kim hem Allah'ın hem de Rasülünün zimmetindeki anlaşmalı bir kimseyi öldürürse, Allah'ın korumasından mahrum olur, cennetin kokusunu duyamaz. Oysa cennetin kokusu kırk mevsimlik bir mesafeden duyulur."

Cumhura (Maliki, Şafiî. Hanbeli) göre: hür köleyi, müslüman zımmi­yi öldürürse, hür ve müslümana kısas yapılamaz.

DELİLLER:
A. Kur´andan delilleri: «Ey İman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, kısasta eşitliği emreden Allah (cc). daha sonra «...Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile (kısas olu­nur)...» âyetiyle de kısasta eşitliğin nasıl olacağını beyan etmiştir. Allah (cc). sanki âyette «öldüren, öldürülene eşit ise onu öldürünüz» der gibidir. Hür ile köle. müslüman ile zımmi arasında kısas bakımından bir eşitlik ise yoktur. O halde hür. köle ile, müslüman, zımmi İle kısas (misilleme) yapılarak öldürülemez.

B. Hadis´ten delilleri: Buharinin Hz. Ali (ra)´dan rivayet ettiği şu ha­distir: «Müslüman, kafirle kısas yapılamaz»

Ben Alî'ye: Sizin yanınızda (Rasûlullah'tan kalan) bir kitâb, yazılmış bir şey var mıdır? diye sordum. Alî (R): Hayır, bizde Allah'ın Kitâbı'ndan, bir de müslümân olana verilen anlayıştan başka birşey yoktur. Bir de şu sahîfenin içindeki vardır, cevâbını verdi. Ebû Cuhayfe dedi ki: Ben: Peki, bu sahîfenin içinde ne var? diye so­runca: Onun içinde diyetin, esîri kurtarmanın ve bir kâfire bedel müslümânı katil olunmayacağının hükmü vardır, dedi. Buhari,ilim:40

C. Aklî delilleri: Köle. küfür eseri hürriyetsizliği nedeniyle bir meta (eşya) gibidir. Kâfir ise, küfründen dolayı bir hayvan mesabesindedir. Bu hususa Allah (cc): «Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü şüphesiz ki kafir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» (Enfal: 55) Âyetiyle işaret eder.

Böyle meta (eşya) ve hayvan mesabesinde olan köle ile kâfir, hür ve müslümana nasıl eşit olabilir ve kısas yapılabilir


Hanefi´ye göre: ise hür köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslüman kimselere kısas yapılır.

DELİLLER:
1. Allah (cc), «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, katilin öldürülmesini farz kılmıştır,

Bu âyet. umumu ifade ettiği için hür, köle, müslüman ve zımmî bütün ka­tilleri kapsar.

«Hür hür ile, köle köle ile...» âyeti ise. cahiliyet devrindeki zulmü orta dan kaldırmak için Allah (cc) tarafından ferman edilmiştir. Zira Araplar, cahiliyet devrinde bir hür karşılığı, bir kaç hürü. bir köle karşılığı, bir hürü, bir dişi karşılığında da bir hür erkeği haddi aşarak öldürürlerdi, işte on­ların bu zulümlerinin iptali için bu âyeti inzal buyuran Allah (cc), kısanın yalnız katile uygulanacağını beyan etmiştir. Bu durum, nüzul sebe­binden de anlaşılır.

2. «Biz onda (Tevrat´ta) onların üzerine (şunu da) yazdık. Cana can, göz» göz, buruna burun, kulağa kulak. dişe diş (karşılıktır, hülasa bütün) yaralar birbirine kısastır...» (Mâide: 45) âyeti, öldürenlerin kısasını gerekli gördüğünden umumi bir ifadedir. «Bu âyet. islâm şeriatının hükümlerinden biri değildir. Eski ümmetlerin şeriatlarında bildirilen kısas hakkındaki bir hükümdür. Bizim için bir hüküm ifade etmez» diyecek olanlara şunu deriz: «Eski ümmetlerin şeriatlarını nesneden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulunmadığı takdirde, bizim de şeriatımız sayılır. Araştırmamızda bu âye­ti nesheden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulamadık.Öyleyse bu ayete göre amel ederiz»

3. «Allah´ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda) bir selahiyet vermişizdir...» (isrâ; 33) âyeti, zu­lüm yapılarak öldürülen köle, hür müslüman ve zımmilerin hepsini nazmı! ile kapsamına almış, velilerine «sultan» tabir ettiği velayet (kısas) hakkını tanımıştır.

4. Resulüllah (sav)´ın, «Müslümanların kanları eşittir. Onlar, gayri müslimlere karşı kuvvetli bir güçtürler» hadisine göre, köle ile hür, bilhassa! kısas hükmünde eşittirler.

5. Resulüllah (sav)´ın «Kim, kölesini öldürürse, onu öldürürüz. Kim kölesinin burnunu keserse, onun burnunu keseriz. Kim, kölesini hadımlaştırırsa onu hadımlaştırırız» hadisi, hür, köleyi öldürürse, onun da öldürü­leceğine delildir.

6. Muhaddis imam Beyhâki´nin. Abdurrahman el-Bılemâni´den rivayet ettiği, «Resulüllah (sav), bir zımmi öldüren bir müslumanın kısasını icra et­tikten sonra «Ahdine vefa gösterenlerin en kerimiyim» buyurdu.» [İbn i Selâm, "Bu hadisin Senedi yoktur» der] hadi­si, hürün de köle karşısında kısas edileceğini gösterir.

7. Bir müslumanın bir zımmî ile kısas edilmesinde tüm müslümanlar ittifak etmişlerdir. Zımmî malı çalan bir müslumanın, hırsızlığından dolayı kolu kesilir, öyleyse bir müsiüman, bir zımmiyi öldürürse, kısas ya­pılması farz olur. Zira kana hürmet etmek, mala saygı göstermekten daha büyük ve önemlidir.


KISASTA HÜR VE KÖLE DURUMU
Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleri kısasta hürü köleden üstün saymışlar. Üç mezhebe göre de, hür birini öldüren köle öldürülebilir, fakat köle öldüren hür öldürülemez.
Dört sünnî mezhepten sadece Hanefi mezhebi, kısasta köle ile hürün eşit olduğuna hükmetmiştir.İbn Müseyyeb, Şâ'bî, Nehâî, Katâde, îmam-ı Âzam Ebû Hanife ve ta­lebelerine göre bir kimse başkasına ait bir köleyi amden öldürürse kısa-sen öldürülür. Yâni hürler ve köleler arasında kısas câridir. Kendi kö­lesini Öldüren kişiye ise kısas yoktur.

İmam Şafiî (rh.a) Amr b. Şuâyb (r.a.)'dan rivâyet edilen: "Zimnînin (gayrimüslimin) diyeti; müslümanların diyetinin yarısıdır. " (Ebu Davud, Diyet, 16-21). hadisini esas alarak, eşitlik sözkonusu olmayacağını beyan etmiştir. (el-Cezîri, Kitâbu'l Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, Beyrut 1392, V, 370; Ebu İshak eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 211; İmam Merginani, a.g.e., IV, 168).



Sûfyân Sevrî'ye göre ister kendi­sinin olsun ister başkasının, bir köleyi amden öldüren şahsa kısas uygu­lanır. Sûfyan'dan gelen diğer bir rivayete göre ise o da Ebû Hanife ve arkadaşları ile aynı görüştedir.


Uzuvlar konusunda ise, kölelere karşılık hürlere kısas uygulanmaz.Bunda ulemâ hem fikirdirler.




KISASTA BABA OĞUL İLİŞKİSİ

Cumhur´a (Şafiî. Hanbelî, Hanefî) göre. oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz. Zira Resulullah (sav), «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz” buyurdu.

Cessâs, bu hususta, «Resulullah (sav)´ın «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz» hadisi meşhurdur. Sahabilerden hiç biri, Haz. Ömer (ra)in bu hadisle ilgili uygulamasına muhalefet etmemiştir. O´nun bu icrası, hadisi manen mütevatir kılmaktadır» [Cessâs - age - C. 1. S. 168. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 231] der.

İmam Malik (ra) ise, «Bir baba, oğlunu işkence yaparak kasten öl­dürürse, kısas yapılır» [Cessâs - age - C. 1. S. 168. lbn-i Arabi - age - C ı, S. 168 Kurtubi – age C. 1, S. 231.] demektedir.


Şia: Eğer baba, oğluna zina iftirası (kazf) yaparsa babaya had cezası  uygulanmaz.


KISASTA TOPLU CEZA OLUR MU?

Cumhur´a (4 mezheb alimlerine) göre. bir adamı öldüren bir topluluğun tüm fertleri kısas yapılır.

DELİL:
A. Hz. Ömer (ra) zamanında Sana kentinde bir genç, 7 kişi tarafından öldürüldü. 7 kişiyi de kısas yaptıran Hz. Ömer, daha sonra «Bu gencin öldürülmesine Sana kenti insanları iştirak etseydi, tümünü kısas yaptırı­dım» buyurdu.

B. Resulullah (sav)tan rivayet edilen «Eğer mü´min kanının dökülmesine yer ve gök ehli iştirak ederse. Allah (cc) tümünü ateşte yüzüstü yakar» [Tirmizi. Ebu Hüreyre´den rivayet etmiştir. Kurtubi. age. C. 2, S. 232] hadisidir.

Zahirî mezhebi alimleri ile Ahmed bin Hanbel (ra)´den gelen bir rivayete göre ise, bir adamı öldüren bir toplumun, bütün fertleri öldürülmez

DELİL:
Ahmed bin Hanbel (ra): «Bir topluluk, bir kişi için öldurülmez, Çünkü Allah (cc) kısasta eşitliği şart kılmıştır. Halbuki fert ile topluluk orasında kısas için eşitlik olmaz»



KISAS NE İLE NASIL YAPILIR?
Maliki, Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel´in bir rivayetine göre kısas; katil, maktulü ne ile öldürmüşse aynen öyle öldürülür. Mesela: Katil, bir kimseyi boğarak öldürmüşse boğarak, taş vurarak öldürmüşse, taş vuru­larak öldürülür.

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)´in diğer bir rivayeti­ne göre ise, kısas ancak kılıçla yapılır. Çünkü kısastan taleb edilen, bir canı. bir can karşılığın da öldürmektir. Resulullah (sav) efendimiz. «Kısas, ancak kılıçladır» ve «Öldürdüğünüz zaman güzelce öldürün, kestiğiniz za­man güzelce kesin» buyurmuştur.




KISASI KİM UYGULAR?
Kurtubî bu hususta şöyle der: «Fetva alimleri, hiç bir kimsenin, İslâm Devlet Başkanının müsadesi ve zamanın kadısının yazılı fetvası olmadık­ça kısas yapma hakkına sahip olmadığını, bu hakkın ancak islâm Devlet Başkanı veya tayin ettiği kişiye ait olduğun da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc) müslümanların başlarına emir (imam) seçmelerini farz kılmıştır. Ki imam fenalık ve kötülüklere meydan vermeden aralarındaki dün­yevi işleri ve davaları âdil bir şekilde icra etsin.






KASDEN ADAM ÖLDÜRENE KEFFARET OLUR MU?

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, kasden adam öldürene kefaret yoktur Çünkü kefarette ibadet manası vardır. Kasden adam öldürmek ise büyük günahlardandır. Büyük günahlar hiçbir zaman ibadete sebeb olamazlar. allahdostuseyyid.Öyleyse kasden adam öldüren için kefaret farz değildir.«Kasden adam öldürmede de kefaret vermek farzdır» diyen kimsenin farz olduğuna dair kitap, sünnet ve İcmadan bir delili yoktur. Biz eğer «Kasden adam öldürmede kefaret vermek farzdır» dersek nassa kendimizden bir ilave yapmış oluruz.

İmam Şafii (ra) : Hataen adam öldürmekte, kefaret icabediyor da kasden adam öldürmekte niçin icab etmesin?



HANGİ ÖLDÜRME KASDEN ÖLDÜRMEDİR/ DEĞİLDİR?

1.) Kasden adam öldürme herhangi bir kesici, öldürücü silahla veya, yakarak öldürmedir. Taşla, sopayla veya kesici olmayan birşeyle yapılan öldürme ise şibh-i amddir. Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ki Ebu Hanife (ra), «Kesici olmayan ağır birşeyle vurmakta, kısas yoktur. Velevki vur­duğu ağır şey Ebu Kubays dağı olsun.» demektedir.

2.) Kasden adam öldürme (amd). öldürmek kasdıyla vurmaktır. Vuru­lan şey ister silah, ister taş, sopa ve benzeri şeyler olsun farketmez. Yeterki vurulan şeyin kasıtlı olarak vurulduğu zaman öldüreceği kesin olsun. Şibh-i amd ise, vurulan şeyin kesinlikle öldürücü olmamasıdır. Bu da imam Ebu Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'in görüşleridir

3.) Kasden (amd) adam öldürme, vurulan alet ne olursa olsun vuruş­taki kasıt adamı öldürmek ise ve adamın bu vuruştan dolayı öldüğü kesinse bu kasden öldürmedir.Diyet verilmesive köle azadı gerekir. İmam Şafii (ra)'nln İşaret ettiği bu mesele ile İlgili olarak Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre (ra)'den rivayet ettikleri, «Arapların Hüzeyl kabilesinden kav­ga eden iki kadından biri diğerini attığı taşla öldürdü, ölen kadın hamile idi. Kabileden bir heyet gelerek Resulü İlah (sav)'tan bu hadise hakkında bir hüküm istediler. Resulullah (sav) da katil kadının ölen kadının karnın­daki çocuğa karşılık bir köle ozad etmesini, katil kadının baba tarafından yakın akrabalarının da ölen kadının diyetini ödemelerine hükmetti.» ha­disi de tesblt edilmiştir.»Ibni Kesir, tefsir, C. 1. S. 535. 434



ÖLDÜRÜLENİN DİYETİNİ KİM ÖDER / NASIL?

Alimler hataen işlenen cinayette diyetin katilin babasının yakın ak­rabaları tarafından ödenmesinin farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu di­yet ise yüz devedir. Bu diyetin üç yılda ve eşit taksitler halinde ödenmesi farzdır.

Ödenecek bu diyet beş kısma ayrılır, İbni Mes'ud (ra), bu hususta Resulullah'tan şu rivayeti yapmıştır: «Resulullah (ra) hataen adam öldür­mede 20 tane bir yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane bir yaşını doldurmuş erkek deve yavrusu, 20 tane iki yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane üç yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane de dört yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu verilmesine hükmetmiştir.» [Ibni Kesir, tefsir, C. 1, S. 535.]

Kasde benzer (şibh-İ amd) hata ile adam öldürmenin diyeti ise üç kısma ay­rılır. 40 tane hamlie deve, 30 tane dört yaşını doldurmuş dişi deve, 30 ta­ne üç yaşını doldurmuş dişi devedir. Bu diyeti katilin babasının yakın ak­rabalarının vermeleri farzdır.

İmam Malik (ra) ile İmam Ebu Hanife (ra) kasden adam öldürmenin diyeti konusunda hiçbir görüş beyan etmemişlerdir. İmam Şafii (ra)'ye gö­re kasden adam öldürmenin diyeti şibh-İ amdin diyeti gibidir. Yalnız bu diyetin katilin babasının yakın akrabaları tarafından değil, bizzat katilin malından verilmesi farzdır.

Kurtubî şöyle der: «Alimlere göre kasden öldürmenin diyetini katilin babasının yakın akrabaları ödemezler. Bu diyetin katilin malından verilme­si farzdır. Alimler bunda icma etmişlerdir.» Kurtubî. age. C. S. S. 331

Ibni Cevzî de diyetler konusunda şunları söyler: «Altı çeşit diyet var­dır. Altın olursa 100 tane, gümüşten olursa 12.000 dirhem, deveden veri­lirse 100. sığırdan verilirse 200, koyundan 1000 tane, İpek elbiseden olur­sa 200 adet verilir. Bu diyet müslüman hür bir erkeğin diyetidir. Müslüman hür bir kadının diyeti ise bunun yarısıdır.» [İbnl Cevzi. age, C. 2. S. 164.] Bu görüş fasihlerin cum­hurunun görüşüdür.

Imam-ı Azam (ra) da cumhura uymuştur. Ancak o, di­yet gümüş olarak verilecek olursa 12.000 değil, 10.000 dirhem olduğu gö­rüşündedir.




Şia, caferi :

Bir cinayet kurbanının ailesine tazminat ödenecek tutarı - mağdurun din ve cinsiyete göre değişir.
Müslüman erkeğin önceden planlanmış öldürülmesinin para cezası "10.000 dirhem veya 1000 dinar veya 100 devedir"Tahrir Al-Vasilah-İmam Humeyni
İslami devlet koruması altında olan ve haraç ödeyen Yahudi, Hıristiyan  ,Müslüman  ,Zerdüşt adam için : 8000 derham, 800 dinar veya bir gayrimüslim 80 deve .Tahrir Al-Vasilah-İmam Humeyni

Müslüman bir kadının ölümüne Müslüman erkeğin yarısı : 5000 dirham, 500 dinar, 50 deve
Müslüman olmayan bir  kadın için Müslüman olmayan erkeğin yarısı: 4000 derham ,400 dinar, 40 deve




ÖLDÜRÜLEN KADININ DİYETİ:

Hanefîlere göre, gerek can, gerekse organdan dolayı kadının diyeti erkeğin diyeti kadardır. Hem bu mesele hakkında Hz. Ali'den (r.a.) hem mevkuf, hem de merfu' rivayetler vardır. 

Delil:
Müslümanlar kanlarında eşittirler. En yakını onun hukukunu korumaya koşar. En uzağı onlara yardım eder. Onlar kendilerinden başkalarına karşı bir el gibidirler. Güçlüleri zayıflarını korurlar. Yürüyenleri oturanlarına yardım ederler.Ebu Davud, Cihâd, 2371


Şâfiîlere göre, kadının canından dolayı diyeti erkeğin diyeti­nin yarısıdır. Bu da elli deveden ibarettir. Böylece öldürülen kadın için diyet taktir edilince elli deve olarak belirlenir.

Bunun gibi kadının yaralanmasından, azasının kesilmesinden do­layı gereken diyet de erkeğin yaralanma veya azasının kesilmesinden dolayı gereken diyetin yarısıdır.

Diyet olarak mutlaka devenin belirlenmesi şart değildir. Nitekim Hz Ömer (r.a.) deve yerine kasabada yaşayanlar için bin dînar, gümüş olarak da oniki bin dirhem taktir etmiştir. Buna göre, kadının altın ola­rak diyeti beşyüz dînar, gümüş olarak da altı bin dirhemdir. Badiyede yaşayanlar için diyet olarak deve taktir edilir. Zira onların en mebzu ve geçerli malı devedir.

Delil:
Muaz b. Cebel'in Nebi (sav)'den rivayet ettiği: "Kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır"hadisi.
Beyhakî'nin Hz. Ali (r.a.) den yaptığı rivayette, Hz. Ali'nin şöyle dediğini belirtmiştir:"Kadının diyeti her hususta (can ve aza­larda) erkeğin diyetinin yarısıdır..."



Hanbelilere göre de kadının canından dolayı diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır. Kadının yaralanma veya azasının kesilmesinden dolayı diyeti erkeğin diyetine eşittir. Ancak bu nisbet erkeğin diyetinii üçte birine ulaşıncaya kadar böyledir. Üçte birini aşınca artık onun diyeti erkeğin diyetinin yarısı kadardır.

Nitekim bu Ömer, İbn Ömer, Zeyd b. Sâbit'den rivayet olun muştur. ALLAH hepsinden razı olsun. Saîd h. Müseyyeb, Ömer b. Abdila siz, Urve b. Zübe^r, Zührî, Katade, el-A'rec, Rebi'a ve imam 

Mâlik'in mezhebi de böyledir. Daha doğrusu Medine âlimlerinin görüş, tesbit ve ctihatları bu anlamdadır.

İmam Şâfıî Önceleri bunun sünnet olduğunu düşünerek ona göre görüş koymuştu. Sonra bunun Medine âlimlerine ait bir görüş ve tesbit olduğunu öğrenince ilk kavlinden vazgeçip gerek can, gerek yaralanma ve aza kesmeden dolayı kadının diyetinin erkeğin diy­etinin yarısı olduğunu belirtmiştir.


Şia:

Müslüman bir kadının ölümüne Müslüman erkeğin yarısı : 5000 dirham, 500 dinar, 50 deve
Müslüman olmayan bir  kadın için Müslüman olmayan erkeğin yarısı: 4000 derham ,400 dinar, 40 deve



EHLİ KİTABIN (ZIMMİNİN)  DİYETİ
Süfyân-i Sevrî, Ebu Hanife ve İbrahim Nahaî gibi fakihler ehli kitabın diyetinin, Müslümanın diyeti miktarınca olduğu kanaatindedirler.(İbn Kudâme, VIII, 312; İbnü’l-Münzir, III, 93; İbn Hemmam, X, 98; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, XXV, 161; Şevkânî, VII, 69; Serahsî, XXVI, 84; Şevkânî, ed-Dürerü’l-Müdiyyetü Şerhü’d-Düreri’l-Behiyyeti fi Mesaili’l-Fıkhîyyeti (Thk. Muhammed Subhi Hasan Hallak), Mektebetü’l-İrşad, San’a-1993, II, 405-406)

Delil:
Ayet:
“…eğer sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluluktan ise, ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azat etmek gerekir.” ayetidir.(Nisa 92)

Hadis:“Yahudi ve Hristiyanın diyeti Müslümanın diyeti gibidir”(İbn Hemmam, X, 93ve VI, 28; İbn Rüşd, II, 395; Beyhâkî, VIII, 102 (16132); Beyhâkî, İmam Şafiî’nin mürsel olduğu gerekçesiyle bu haberi reddettiğini kaydetmektedir)


Ömer b. Abdilaziz, İmam Mâlik, İmam Şafiî gibi ilim ve devlet adamları, zımmînin diyetinin, Müslümanın diyetinin üçte biri miktarınca olduğunu görüşündedirler( İbn Rüşd, II, 395; İbn Kudâme, VIII, 312; İbn Abdilberr, el-İstizkar, XXV, 162; Sâbık, II, 565; İbnü’l-Münzir, III, 93.).

Delil: Çünkü Hz Peygamber Müslümanın diyetini 12 bin dirhem olarak takdir etmişken, Yahudi ve Hristiyanın diyetini 4 bin dirhem olarak belirlemiştir.( Tirmizî, IV, 25 (1413); İbn Hemmam, VI, 127 ve X, 93; Beyhâkî, VIII, 101(16125); Şafiî, Müsned, I, 354 (1621).)


Ahmed b. Hanbel ise yine Hz Peygambere dayandırılan bir habere istinaden, zımmînin diyetinin, Müslümanın diyetinin yarısı kadar olduğu kanaatindedir.(İbn Kudâme, VIII, 312; Yemenî, III, 509; Bu hadisi, Ahmed b.Hanbel, Tirmizî ve Darekutnî rivayet etmişlerdir. Darekutnî, III, 129(148), Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 180(6692); Tirmizî, IV, 25(1413).)

Şia: Ehl-i kitabın ve Mecûsîler’in diyetinin 800 dirhem olduğu, diğer din mensuplarına ise diyet ödenmeyeceği yönündedir. TDV  ansiklopedisi,c 9,s 476

İslami devlet koruması altında olan ve haraç ödeyen Yahudi, Hıristiyan  ,Müslüman  ,Zerdüşt adam için : 8000 derham, 800 dinar veya bir gayrimüslim 80 deve .
Müslüman olmayan bir  kadın için Müslüman olmayan erkeğin yarısı: 4000 derham ,400 dinar, 40 deve.Tahrir Al-Vasilah-İmam Humeyni



İbn Hazm ise: diyetin sadece müslümanlar arasında cereyan edeceği görüşündedir (el-Muhallâ, XI, 347).



MECUSİ VE PUTPERESTİN DİYETİ

Şafii :
Mecusi ve putperestin diyeti -eğer eman altında iseler- müslümanın diyetinin onda birinin 2/3'si kadardır. Müslümanın diyeti 12.000 dirhem olduğuna göre, mecusi ve putperest'in diyeti 800 dirhem olmaktadır.

İmam Şafii şöyle diyor: 'Hz. Ömer, mecusi'nin diyetinin 800 dirhem olduğuna hükmetmiştir. Bu, müslümanın diyetinin onda birinin  2/3'si kadardır; zira müslümanın diyeti 12.000 dirhem olarak takdir edilmiştir'.İmam Şafiî, cl-Umm, VI/92



ÖLDÜRÜLEN CENİNİN DİYETİ (ĞURRE)

Hanefîler beşyüz dirhem gümüş veya 5 deve
Şafiîler diyetin 1/20 si yani 5 deve
Tavus ve Mücahit, bir köle veya cariye,
Şa’bi ise 100 koyun miktarınca olduğu kanaatindedirler.



Delil:
Ceninin düşürülmesinde, cenînin diyeti köleyâhud câriye gurresidir (yânî bir diyetin yirmide bi­ridir)" Buhari,İltisam:13


KÖLENİN DİYETİ:


Hanefi:

Kölenin diyeti kıymetidir. Eğer hürrün diyeti kadar ise veya daha fazla ise, hürrün diyetinden on dirhem düşülür. Cariyenin kıymeti hür kadının diyeti kadar veya daha fazla olursa durum aynı şekildir.

Kölenin ödeyeceği diyetleri efendisi öder.Köle hataen cinayet işlese, efendisi dilerse onu cinayet karşılığında verir ve cinayetin velisi köleye sahip olur. Dilerse diyetine karşılık peşin fidye öder.




ORGANLARIN DİYETİ:



Şafii:
Rasûluîlah (s.a) Yemen halkına bir mektup gönderdi. Mektupta şunlar yazılıydı; Kim sebepsiz yere birini öldürür, bu da delil ile sabit olursa katile kısas uygulanır. Ancak maktulün velîleri kısastan vazgeçip diyete razı olurlarsa, adam öldür­menin diyeti 100 devedir. Burun tamamen kesilirse tam diyet ödenir. Dilin kesilmesinde de tam diyet ödenmesi gerekir. İki dudağın kesilmesi durumunda da tam diyet ödenir. Yumurtalar için de tam diyet ödenir. Tenasül uzvunun kesilmesi halinde de tam diyet verilir. Bilek, kemiğinin kırılmasında da tam diyet verilir. İki gözün kör edilmesi halinde de tam diyet ödenir. Bir ayak için yarım diyet, beyin zarına ulaşan yaralamada üçtebir diyet, kafayı veya karnı delen yaralamalarda üçtebir diyet verilmesi gerekir. Kemikleri yerinden oynatan yaralamalarda diyet 15 devedir. El ve ayak parmaklarından herbirinin diyeti 10 devedir. Her dişin diyeti 5 devedir. Kemiğe ulaşan yaralamalarda diyet 5 devedir.
Kadın öldüren erkek öldürülür. Diyeti altın olarak vermek isteyenler 1000 dinar (altın) vermelidirler"
Neseî, VIII57; İmam Ahmed, Müsned, U/217

Buna binaen tek ele, tek ayağa, tek göze, tek kulağa ve iki göz kapağına karşılık -yukarıda geçtiği gibi-yarım diyet, yani 50 deve verilir. İster ayak ister el olsun parmaklardan birinin diyeti 10 devedir. Her kirpiğin diyeti, diyetin 1/4'i, yani 25 devedir. Bir dişin diyeti 5 devedir. Zapt u rapt altına alınamayan yaraların ve fazla parmak gibi menfaati olmayan azaların diyeti de hâkimin takdir ettiği hükümet denen maldır.




KASDEN ADAM ÖLDÜRENİN TÖVBESİ KABUL OLUR MU?

İbni abbas:" Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse onun cezası içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gadap etmiş, onu lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştır. " NİSA93 ayetini delil gösterip tövbesi kabul olmaz der.

Fakihlerin cumhuruna göre ise kasden adam öldürenin tövbesi kabul edilir. Cumhur bu görüşü birkaç delille isbat ederler. Bu delilleri özetle aşağıya aktarıyoruz.

1.) Küfür, kasden adam öldürmekten daha büyük günah olduğu hal­de ondan dönülüp tövbe edilebildiği ve bu tövbe kabul edildiği halde kas­den adam öldürenin tövbesi neden kabul edilmesin. allahdostuseyyid.Adam öldürmek küfürden daha hafif bir suc olduğuna göre onun tövbesinin kabulü diğerin­den daha evladır. Çünkü hiçbir zaman küfürle kasden adam öldürmek bir­birine eşit olamaz.

2.) Allah (cc), «Şüphesiz ki Allah, kendine eş tanınmasını bağışlamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimseler bağışlar.» (Nisa: 48) buyurmuş­tur. Ayetteki «ondan başkası» tabirinden maksat, şirk dışında kalan gü­nahlardır. Bu günahlardan bir tanesi de kasden adam öldürmektir, öyley­se bu âyet açık olarak kasden adam öldüren kimsenin de tövbesinin kabul edilebileceğine delalet etmektedir.

3.) Allah (cc), «Onlar ki Allanın yanına başka bir tanrı (katıp) tap­mazlar, Allahın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedi bırakılır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. (Furkan; 68-70) buyurmuştur. Bu âyetler her çeşit günah İçin yapılacak tövbenin ka­bul edileceğine kesin bir nasstır. Kasden adam öldürme de bir günah ol duğuna göre o da naklettiğimiz âyetlerin ihtiva ettiği günahların tövbe­lerinin kabulü içine girmektedir.


Not: bu ayetin mekkede geldiği, nisa 93 ün ise daha sonra geldiği söylenir ve Nisa 93 ün bunu nesh ettiği savunulur.

4.) Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği, «Siz bana Allah (cc)'a İbadeti­nizde herhangi birşeyl ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza ve Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam öldürmeyeceğinize biat edi­niz... Her kim şirkin dışında bir günah işler de onu Allah (cc)'tan başka kimse bilmezse onun cezası Allah (cc) a aittir. Dilerse affeder, dilerse azab eder.» hadisidir. Bu hadis de gösteriyor ki, bütün günahların tövbesi kabul edildiği gibi şirkin dahi tövbesi kabul edilebilir.

5.) Müslim'in-Ebu Said el-Hudri (ro)'den rivayet ettiği, «Beni İsrail İçinde bir kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp (o zammın büyük alimlerine bu cinayetlerin tövbe ile affı imkanını) sormaya başlamıştı. (İbtida) bir rahibe varıp sordu. Ve, «Acaba benim için tövbe var mıdır?» dedi. Rahip. «Hayır yoktur.» diye cevap verdi. Katil rahibi de öldürdü. Sonra yine sormaya başladı. Bir kişi ona, «Sen filan köye (Nusrat köyüne) ve (oradaki) filan mabede git. Orada birtakım insanlar Allaha ibadet ederler. Sen de onlarla beraber Allah (cc)'a İbadet, günahlarından tövbe et ve bir daha memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir. dedi. Adam Nusret köyüne doğru ola çıktı. Yolun tam yarısına vardığında ölüm erişti. Tövbekar olmak İçin gittiği köye doğru göğsü ile yönelerek öldü. Rahmet melekleriyle azab melekleri çekişmeye başladılar. Rahmet melekleri: «Bu adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah (cc)'a yönelerek bize doğru geldi.» diyorlardı. Azab melekleri de; «Bu adam asla hayır işlememiştir.» diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Her İki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O melek; «Şimdi siz buradan İtibaren geldiği köy ile gideceği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Öldüğü yer iki köyden hangisine yakın ise mü­teveffa o köye ait olur.» dedi. Bunun üzerine Allah (cc), müteveffanın ken­di köyüne «Biraz uzaklaş!», gideceği köye de «Biraz yaklaş!» diye vahyettî. Rahmet ve azab meleklerine de «Haydi şimdi her iki tarafı ölçerek iki­si arasındaki mesafeyi mukayese ediniz!» diye emretti. Müteveffa tövbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağfiret olundu.» ha­disidir.[ Riyazü's Salihin, İmam Nevevi, S. 14.] Bu hadis de kasden adam öldürenin tövbesinin kesinlikle Ka­bul edileceğini göstermektedir.

Allame Şevkani şöyle der: «Hak olan tövbe kapısı, o kapıdan girmek isteyen herkes için açıktır. Günahların en büyüğü, en şiddetlisi olduğu hal­de şirkten bile tövbe edilir. Ondan küçük olan günahların da tövbelerinin kabul edilmesi lazımdır. Tövbesi kabul edilen günahlardan birisi de şüp­hesiz kasden adam öldürmektir. Şüphesiz Allah (cc) hakimlerin en iyi hü­küm verenidir. Dilediği insana dilediği gibi hüküm verir.»


CİNAYETE AZMETTİRENİN DURUMU

Süfyân-i Sevrî, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları, azmettirenin değil, mükrehin öldürüleceği, azmettirenin ise başka bir şekilde cezalandırılacağı görüşündedirler.

Ebu Hanife ise, azmettirenin, mükreh üzerinde, bu işi yaptırabilecek gücü varsa, bu takdirde sadece zorlayan (azmettiren) öldürülür. Zorlanan (mükreh) ise başka bir şekilde cezalandırılır.

Örneğin bir kimse kölesine falanca adamı öldüreceksin diye emir verse, kölesi de adamı öldürse, Sevrî’ye göre, köle kısas gereği öldürülürken efendisine ta’zir cezası verilir. Ebu Hanife ise kölenin efendisi karşısında çaresiz kaldığı ve bu eylemi gerçekleştirmek zorunda bırakıldığı için efendisinin öldürülmesi gerektiğini savunur. Köleye ise ta’zir cezası verilir.(İbn Rüşd, II, 377; İbn Hemmam, IX, 426; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, XXV, 259; İbnü’l-Münzir, III, 76.)

İKİNCİ VEYA ÜÇÜNCÜ KEZ HIRSIZLIK YAPANIN CEZASI NASIL VERİLİR?
Hanbeli ve Hanefilere göre el ve ayağı kesildikten sonra üçüncü de­fa hırsızlık yapan kimsenin hiçbir yeri kesilmez. Çaldığı ödetilir ve tövbe edinceye kadar habsedilir.

İmam Ebu Hanife (ra)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben bir ki­şiyi yemek yiyecek elden, yürüyecek ayaktan mahrum bırakmaktan Al­lah (cc)'tan utanırım.» Bu görüş, Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer bazı sahabelerden de rivayet edilmiştir.

Maliki ve Şafiilere göre ise üçüncü defa hırsızlık yapan kimsenin bu kez de sol eli bilekten kesilir. Yine tövbe etmeyip dördüncü defa hırsızlık yaparsa sağ ayağı da bilekten kesilir.




YEMİN BOZULMADAN KEFFARETİ VERİLEBİLİR Mİ?
Hanefiler yemini bozmadan kefaret vermenin caiz olmadığı görü­şündedirler.

Şafiiler ve Malikiler verilecek kefaret eğer yedirmek, giydirmek veya köle azad etmek ise yemini bozmadan önce de verilmesi sahihtir. Eğer bunları yapamıyor da oruç tutacaksa yemini bozmadan önce bu sahih olmaz.

Şafiiler, bu hükme ulaşmak için zekata da kıyaslamışlardır. Çünkü zekat malının üzerinden zekat verilebilmesi için bir sene geçmesi lazımdır. Fakat sene dolmadan önce zekat verilse sahih olduğu gibi, sene doldu­ğunda tekrar zekat vermek icabetmez.




YEMİN KEFFARETİ ORUCU ARALIKLI TUTULABİLİR Mİ?

Hanefiler, kefaret orucunun aralıksız tutulmasının şart olduğu görü­şündedirler. Zira İbni Mes'ud (ra) âyeti, «üç gün oruç» ifadesine «mutata­biatin» (aralıksız) kelimesini de katarak okumuştur. Hanefilerln bu görüşü ibni Abbas (ra) ve Mücahid (ra)'den de rivayet edilmiştir.

Şafillerin görüşü ise kefaret orucunu aralıksız tutmanın şart olma­dığı yolundadır. Bunlara göre kefaret orucu aralıklı olarak da tutulabilir.



... KADAR SOPA ATACAĞIM DİYE YEMİN EDEN KİŞİ ... KADAR SOPAYI BİRLEŞTİRİP BİR KEREDE VURSA YEMİNİ KABUL OLUR MU?
İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed (ra)'e göre tek tek vurmadığı tak­dirde yeminini yerine getirmiş olmaz.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafii (ra)'ye göre ise, öyle bir kişi on sopayı bir araya getirerek bir defa vurması, yeminini yerine getirmek için kafidir. On sopa ile bir defa vurduğunda yalnız bir sopa isabet etse bile sonuç aynıdır. Tek tek vurmasına lüzum yoktur.






CEZALARI KİM UYGULAR?

Alimler hürlere uygulanacak cezaların ulülemir tarafından tatbikinde ittifak etmişlerdir. Hükümlerin kölelere uygulanması konusunda ise ihtilaf edilmiştir.
Maliki, Hanbeli ve Şafiilere göre zinada, içkide ve iftirada had ve tazirler kölelerin efendileri tarafından uygulanır. Hırsızlığın cezası ise ima­ma aittir.
Delil:Rasûlullah'a muhsane olmamış iken zina eden bir cari­yenin hükmü soruldu. Rasûlullah (S) cevaben: "Câriye zina ederse, onu kamçılayın. Sonra yine zina ederse, yine kamçılayın. Sonra yine zina. ederse, artık bu sefer (kamçılama akabinde) bir kıl örgüsü karşılığın­da olsa bile onu satınız" buyurdu.Buhari Alış veriş:66

Hanefilere göre bütün had ve tazirlerin tatbiki imama aittir. Kölenin efendisi ancak imamın izni ile had veya tazir uygulayabilir.



BİR TOPLULUĞA ZİNA İFTİRASI ATANIN CEZASI?
1) Birinci görüşe göre. müfteriye bir had (seksen sopa) uygulanır, İmam Malik, İmam Hanbel (ra) ve İmam Ebu Hanife (ra)'nin görüşü bu­dur.

2.) İkinci görüşe göre. toplulukta kaç kişi varsa onların sayısınca ona ayrı had vurulur. İmam Şafii (ra) ile imam Ebu'l-Leys bu görüştedir.

3) Üçüncü görüşe göre, müfteri iftirayı bütün topluluğa bir defada, yani «Siz zanisiniz.» şeklinde atmışsa tek had, topluluktaki kişilere teker teker «Sen zanisin» şeklinde iftira atmışsa topluluğun sayısınca had uy­gulanır. Bu görüş de İbni Ebi Leyla ve Şa'bi'nin görüşüdür.

Şia:
Eğer iki kişi bir kişiye (aynı anda) zina suçu isnat ederse had her ikisinden de düşer, ancak her ikisine de ta’zir uygulanır. Eğer bir kişi bir topluluğu kazf ederse ve tek tek onları sayarak söylerse onların her birisi için o kişiye bir had cezası uygulanır. (örneğin on kişi ise on tane had uygulanır) Eğer bir sözle hepsine birden kazf ederse ve hepsi birden gelip had talebinde bulunursa onların hepsi için bir had uygulanır, yok eğer her birisi ayrı ayrı gelip had talep ederse her birisi için bir had uygulanır.
Meşhurun görüşüne göre had cezası mirasçılara geçer. Dolayısıyla eğer birisi ona zina, livata… isnadından bulunursa ve o şahıs ölürse onun mirasçılarının her birisi o kişiye had uygulanmasını isteyebilir. Bu karı koca için geçerli değildir. Eğer mirasçılardan bazıları af eder ve bazıları af etmezse o zamanda had uygulanır.(abna 24 sitesinden)


CEZALARDA SOPANIN ŞİDDETİ NASIL OLMALIDIR?

Maliki ve Şafiilere göre. bütün hadlerdeki vuruşlar eşit şiddette ol­malıdır. Vuruşlar ne öldürücü, yaralayıcı, ne de incitmeyecek kadar hafif olmalıdır.

Maliki ve Şafiilerin delili:
Cezaların ölçü ve derecesini tesbit sâri olan Allah (cc)'a aittir. Bu hususta içtihada yer yoktur. Cezaların vuruşları ile ilgili olarak ne kitap­tan ne de Resulullah (sav)'dan hiçbir haber varid olmamıştır.allahdostuseyyid. Bu sebeble bütün cezalardaki vuruşlar aynı şiddette olmalıdır.

Hanefiler. zina haddindeki vuruşun içki haddindekinden daha şiddetli, içki haddindeki vuruşun da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli ol­ması lazım geldiği görüşündedirler.

Hanefilerin delili:
Hanefilerin delili, Hz. Ömer'in uygulamasıdır. Hz. Ömer, tazir haddin­de zina vuruşunu içkiden, içki cezasındaki vuruşu da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli olarak vurdurmuştur


Şia: Güvenilir bir hadiste zina edene şarap içenden daha ağır had uygulanır, şarap içene kazf edenden daha ağır, kazf edene de ta’zirden daha ağır had uygulanır.(abna 24 sitesinden)

HAD'DE NERELERE VURULUR?
Alimler cezaların uygulanması sırasında başın, yüzün ve avret yerlerininin korunması gerektiğinde ittifak etmişlerdir.

İmam Hanbeli ,Ebu Hanife : zina haddinde sopa vurulan kişinin yüz, baş ve avret mahalli hariç her uzvuna vurulması gerektiğini söyler,

İmam Malik (ra), sopanın yalnız sırta vurulacağı, diğer uzuvlara vurulmayacağı görüşündedir.

İmam Şafii'ye göre ise sopa yüz ve tenasül uzuvları hariç her yere vurulabilir.

İmam Ebu yusuf (ra) ise hadde başa da vurulabileceği görüşündedir. Zira Hz. Ömer,Sebiğ bin Hüseyn ismindeki şahsa had vururken başına da vurmuştur.

DELİLLER:
Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: Kendisine getirilen bir suçlunun sopalanması sırasında sopayı vurana, «Her azanın hakkını verecek şekil­de vur. Yalnız yüz ve tenasül uzvu hariç.» demiştir.

Ebu Yusuf (ra), Ebubekir Sıddık Hazretlerinden rivayet edilen, «Hz. Ebubeklr'e oğlundan şikayetçi bir adam geldi. Hz. Ebubekir adamın şikayetini dinledikten sonra. «Sen onun başına vur. Zi­ra şeytan onun beynindedir.» kavline dayanarak başa vurmanın da caiz olduğuna hükmetmişlerdir,

İkinci bir dayanakları da Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir: Sebiğ bin Hüseyn, Hz. Ömer'e alay mahiyetinde, «Tozutup savuran (rüzgar)lar.» (Zariyat: 1) âyetinin manasını sorunca ona had vur­du. Haddi vururken başına da vurdu.

İmam Malik (ra)'in görüşü ise bütün hadlerde yalnız sırta vurulacağı yolundadır. Bunun delili ise selef-i salihînin hadlerdeki uygulaması ile Re­sulullah (sav)'ın, kendi karısına zina Isnad eden Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» demesidir.

Hadlerin uygulanmasında uygun olan, suçlunun üzerinde yalnız donu kalana kadar soyulması ve ayakta durdurularak sopalanmasıdır. Ancak iftiradan dolayı had vuruluyorsa suçlu soyundurulmaz, yalnız vurulan so­panın etkisini cilde ulaştırmayacak kadar kalın pamuklu ve deri giyecek­leri çıkarılır. Suçlu kadın ise, elbiseleri üzerinden çıkarılmaz ve oturduğu yerde sopalanır.

İbni Ömer (ra), «Ben Re­sulullah (sav)'ın bir kadına giyinik ve oturur vaziyette had uyguladığını gördüm.» demiştir. Resulullah (sav)'in bu uygulama şekli erkeğe ayakta, kadına da oturur vaziyette iken had vurulması icabettiğlne delalet etmek­tedir.




KADININ ŞAHİTLİĞİ?

Şafi ,Hanbeli ,Maliki: Erkeklerle birlikte kadınların şahitliği ancak mal ve ona tabi olan satış, icâre, hibe, vasiyet, rehin ve kefalet gibi hususlarda kabul edilir. Çünkü kadınlarda asl olan duygusallığın baskın olması, işleri tam anlamıyla tespit edememe ve eşya üzerinde velayetteki kusurları sebebiyle şahitliklerinin kabul olunmamasıdır.

Zühri'den yapılan şu rivayeti esas almaktadırlar: "Hadlerde,nikahta ve talakta kadınların şahitliğinin geçerli olmadığı şeklinde sünnet cereyan etmiştir." (İbni Ebu Şeybe, Musannef'inde ez-Zührî'den)

Hanefi: ister mal ile, isterse başka bir şeyle alâkalı olsun, medenî haklarda söz konusudur. Nikâh, talâk, iddet, havale, vakıf, sulh, vasiyet, hibe, ikrar, ibra, vilâdet (doğum), nesep gibi... Bu haklar Hanefilere göre iki erkeğin yahut bir erkek ve iki kadının şehadeti ile sabit olur.

Zina, içki ve hırsızlık gibi had cezalarını gerektiren suçlarda ve kısas gibi cezalarda kadını muaf tutmuş, onun şahitliğini kabul etmemiştir.allahdostuseyyid. Bu davalardan zina cezasında dört erkeğin, diğerlerinde ise iki erkeğin şahitliğini esas almıştır.
Alış-veriş, ticaret, nikah, talak gibi muamelata giren davalarda ise iki erkek yoksa, bir erkekle iki kadının şahitliğini şart koşmuştur.
Fakat erkeklerin vakıf olamayacağı, bekaretin tespiti, doğum anında anne ve çocukla ilgili vuku bulacak hallerde, süt kardeşliğinin tespiti gibi meselelerde tek kadının şahitliği de kafi gelmektedir. Hatta, Hz. Ömer boşanma hadisesinde bile bir kadının şahitliğini kafi görmüştür. Çünkü şahitlikte asıl mesele hakkın zayi olmaması, adalete gölge düşürülmemesi, hakkın tecelli etmesidir.