MEZHEPLERE GÖRE miras ekonomi

MİRAS MESELELERİ


MİRAS / VASİYET / BORÇ

Sizden birine ölüm yaklaştığında, bir mal bırakacaksa anaya babaya, yakınlara, uygun bir biçimde vasiyet etmesi farz kılındı. Bu, erdemliler için bir görevdir. (Bakara Suresi – 180)

Bakara suresinin 180. ayetinde vasiyet etmenin bir hak olduğu, herkesin ölümünden sonra mallarının dağıtımı için vasiyet edebileceği ayette bildirilir.Kişi malından en fazla 1/3 oranında vasiyette bulunabilir.( 5797 nolu hadis / ravi:sad bin ebu vakkas) Kişinin vasiyyetinden sonra ve borçları ödendikten sonra ise:

ALLAH size çocuklarınız hakkında öğütte bulunuyor. Erkek, kadının iki katı pay alır. Mirasçılar sadece kadın olup iki kişiden fazla iseler terekenin üçte ikisi onlarındır. Çocuk sadece bir kadınsa terekenin yarısı onundur. Ölen kişi ardında çocuk bırakmışsa, ana ve babasının her birisine altıda bir düşer. Çocuğu yok da kendisine sadece ana ve babası varis oluyorsa bu durumda annesine üçte bir pay düşer. Kardeşi varsa bu durumda annesine altıda bir düşer. Tüm bu paylaşma oranları, ölenin yaptığı vasiyetten veya borçların ödenmesinden sonra gelir. Analarınız, babalarınız ve çocuklarınızdan hangisinin size daha yararlı olduğunu bilemezsiniz. Bu ALLAH'ın yasasıdır. ALLAH Bilendir, Bilgedir. ( Nisa Suresi – 11)

Çocukları yoksa, hanımlarınızın bıraktığı mirasın yarısı sizindir. Çocukları var ise, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bu pay, borçlarının ödenmesinden ve yaptıkları vasiyetteki payların dağıtılmasından sonradır. Çocuklarınız yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Çocuklarınız varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Bu pay, borçlarınızın ödenmesinden ve yaptığınız vasiyetteki payların dağıtılmasından sonradır. Miras bırakan erkeğin veya kadının, çocuğu ve eşi olmayıp bir erkek veya bir kız kardeşi var ise bu durumda herbirine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte biri paylaşırlar. Bu paylaşım vasiyetteki payların dağıtılmasından ve borçların ödenmesinden sonra uygulanmalıdır ki kimseye zarar verilmesin. Bu, ALLAH'tan bir vasiyettir. ALLAH Bilir, Şefkatlidir. (Nisa Suresi – 12)

Kim de, vasiyet edenin bir hata işlemesinden veya bilerek bir günaha girmesinden endişe ederek tarafların arasını düzeltir, geliştirirse, ona bir vebal yoktur. Allah çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir. (BAKARA 183)

Bakara 183’te ise vasiyet eden birisi, birisine olan borcubu inkar ederse bu iki kişinin arasını bulmak için aracılık yapmaktan bahsedilmektedir.Buradaki vasiyet borç anlamındadır. Borçlarının ödenmesi için vasiyet etme anlamındadır.

Borç alanın ve verenin yapması gerekenler aşağıdadır:
Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara 282)

Aşağıdaki Maide 106-107 ‘de seferde/gurbette/yolculukta ölenin borcuyla ilgili şahitlik yapan iki yabancı kişinin şahitliğinden ve bu iki kişinin yalan söylemesi durumunda yapılacaklar anlatılıyor:

Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, “Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz” diye yemin ederler.( maide 106)

(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve “Allah’a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette zalimlerden oluruz” diye yemin ederler.(maide / 107)

Özet:

Bakara suresinin 180. ayetinde vasiyet etmenin bir hak olduğu, herkesin ölümünden sonra mallarının dağıtımı için vasiyet edebileceği ayette bildirilir. Vasiyyet için1/3 oranında mal kişiye aittir.Geri kalan mirasçılarca paylaşılır.

Bakara 183’te ise vasiyet eden birisi, birisine olan borcubu inkar ederse bu iki kişinin arasını bulmak için aracılık yapmaktan bahsedilmektedir.Buradaki vasiyet borç anlamındadır. Borçlarının ödenmesi için vasiyet etme anlamındadır.

Maide 106-107 ‘de seferde ölenin borcuyla ilgili şahitlik yapan iki yabancı kişinin şahitliğinden ve bu iki kişinin yalan söylemesi durumunda yapılacaklar anlatılıyor.

Not: Bakara 108 in nesh edildiğini savunan görüş de vardır.




ÖLMEK ÜZERE OLAN KİŞİNİN VASİYETİ:


Şia:

Ölüm hastalığına yakalanmış kimse, malından istediği miktarı kendisine, çocuklarına, misafirlerine ve israf sayılmayan diğer işlere sarf edebilir. Yine kendi malını bir kimseye bağışlaması, kıymetinden daha aşağıya satması veya kiraya vermesi sahihtir.Humeyni İlmihali,kısıtlı hükümleri, md:2256


BAİN TALAKLA BOŞANAN KADIN MİRASÇI OLABİLİR Mİ?
Not: Ric'î, kelime anlamı itibariyle, 'dönülebilir' demektir.(ilk iki talak)
Bâin, kelime anlamı itibariyle, 'geri dönüşü olmayan' anlamındadır.(Üçüncü talaktan sonra bain talak olur)

Hanefilere göre iddeli bitmedikçe, Hanbeliler´e göre baş­ka kocaya varmadıkça, Malikilere göre de iddeti bitse ve kocaya varsa bi­le kocasının hastalık halinde bâin talâkla boşamış olduğu kadın mirasçı olur.

Şafiilerde ise, bu üç mezhebin hilâfına olarak Bâin talâkla boşanan varis olamaz.



KADIN ÖLÜR DE; KOCASINI, ANNESİNİ, İKİ TANE ANA BİR ERKEK VEYA KIZ KARDEŞİNİ, İKİ TANE DE ANA-BABA BİR ERKEK KARDEŞİNİ BIRAKIRSA ANA BABA BİR ERKEK KARDEŞLERİN HİSSESİ NASIL OLUR?

Hanefi ve Hanbeli: Ana-baba bir kardeşler bu durumda mirastan pay alamaz.
Şafii ,Maliki: Kaca ve ana paylarını aldıktan sonra kalan tüm kardeşler arasında paylaşılır. Dolayısıyla mirastan pay alırlar.




ZEVİL EHRAMIN MİRASÇILIĞININ HÜKMÜ

Hanefi , Hanbeli: Zevil Ehram mirasçı olur mirastan kalanı paylaşır.
DELİL:
Buhârî'nin Ensâr'm Faziletleri bölümündeki rivayette Enes ibn Mâlik şöyle de­miştir: Rasûlullah bir kerre husûsî olarak Ensâr'ı meclisine çağırdı. Ensâr top­landığında: "Aranızda sizden başka kimse var mı?" diye sordu. Ensâr da: Hayır yoktur, ancak kızkardeşlerimizin oğullan vardır, dediler. Bunun üzerine Rasû­lullah: "Bir kavmin kızkardeş oğullan, o soydandır" buyurdu.

Bir ailenin kızkardeşinin oğlu da onlardandır -yâhud: kendi câmialarındandır.Buhari,feraiz:23



Şafii , Maliki : Zevil Ehram mirastan pay alamaz.Kalan beytul mala kalır.(Dayı, mirasçısı olmıyanın mîrasçısıdır hadisine istinaden dayıyı istisna tutarlar)


Not:Yukarıdaki  hadîse tutunarak Ebû Hanîfe ile Iraklılar, ölünün asabesi, yânı erkek akrabası bulunmazsa, Zevu'l-Erhâm'ın (yânı ana tarafı akrabasının) asabede mahsûs olan tertîbe göre mîrâsçı olacaklarını kabul etmişlerdir. İmam Mâlik, Şafiî ve Medîne fakîhleri ise Zevu'l-Erhâm'ın -asabeden vâris bulunmadığı surette- veraset hakkım kabul etmemişlerdir...


ÖLENİN KİMSESİ YOKSA ANNE TARAFI( ZEVL ERHAM) MİRASA ORTAK OLUR MU?

Yakınları bulunmayan bir kimsenin malının beytülmala kalmasından, zevit erham denilen dayı, teyze gibi kimselere bırakılması daha uygun olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefi mezhebi ve fakihlerln cumhuru bu görüştedir.

İmam Şafii {ra) ise, ölen kişinin ashab-ı furuz ve asabâttan kimsesi yoksa onun malı anne tarafından akrabalarına değil, beytülmala kalır gö­rüşündedir.

ÖLDÜRME MİRASA ENGEL MİDİR?
Hanefilere göre, kısas veya keffâret cezasını gerektiren öldürme çeşitleri mirasa engel olur.Dolaylı yoldan ölüme sebebiyet verme (tesebbüb) mükellef olmayanın öldürmesi, meşrû savunma halinde öldürme ve mükrehin öldürmesi miras engeli değildir.

Imam Şâfii`ye göre, öldürme fiilini işleyen herkes öldürülene mirasçı olamaz. Kastın bulunup bulunmaması, öldürenin mükellef olup olmaması sonucu etkilemez.

Mâlikîler ise, katılde kasıt ve tecâvüzü esas alırlar.





MÜRTEDİN MİRASI NE OLUR?

Ebû Hanife`ye göre, irtidattan önce kazandığı mal varlığı müslüman varislerine gider..Sonra kazandıkları ise beytü`l-mâle "fey" geliri kaydedilir. Mürted kadınsa, bütün mirası müslüman mirasçılarına intikal eder.

Imam Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre, irtidattan önce ve sonra kazandığı malları müslüman varislerine intikal eder. Bu iki müçtehid, erkek ve kadın mürted arasında miras bakımından bir ayırım yapmaz.

Şâfiî, Mâliki ve Hanbelilere göre, aslî inkârcıda olduğu gibi mürted mirasçı olamaz ve ona da başkası mirasçı olamaz. Bütün malı, beytü`l-mal için fey` geliri kaydedilir.
DELİL:
Müslüman kâfire, kâfir de müslümâna mirasçı olmaz.



KAFİRİN MİRASI
Cumhurun görüşü: Alınmaz
DELİL:
Müslüman kâfire, kâfir de müslümâna mirasçı olmaz.buhari,feraiz:25 ,Muslim, Ferâiz 1 (1614); Ebu Dâvud, Ferâiz 10 (2909); Tirmizî, Ferâiz 15 (2107); Nesâî (el-Kubrâ), Ferâiz, 4/80, 81, 82; İbn Mâce, Ferâiz 6 (2729); Ahmed b. Hanbel, 5/201, 202, 203, 209;

Bazı kişisel [Muaz b. Cebel, Muâviye, Saîd ibnü'l-Müseyyeb, Mesrûk vb.]  görüşler: Alınır
Delil:
İslam artırır, eksiltmez. (Ebu Davud)
Bir yahudi vefat edince, biri yahudi diğeri müslüman olan iki oğlu kalmıştı. Yahudi olan oğlu bütün mirası almak isteyince, müslüman olan oğlu mahkemeye başvurdu ve hak istedi. Davaya bakan Muaz b. Cebel (ö.18/639) müslümanı yahudiye mirasçı yapmıştır (el-Askalânî, Bülûgul-Merâm, Terc. ve Şerh, A. Davudoğlu, İstanbul 1967; III, 206).







DEDENİN MİRASI VE DEDE YETİMİ:

Kuranı Kerim nenelerin payını da zikretmez. Konu Hz. Ebubekir döneminde mesele olunca sahabe ile yaptığı istişare sonucunda, Hz. Peygamberin bir uygulamasına da dayanarak, nene de anne sayılmış ve ona da mirastan pay ayrılmıştır. Bunda ümmet ittifak edince nenenin de ashab-ı feraizden sayılması icma ile sabit olmuştur.

Diğer yönden Kuranı Kerim'de şu anlamda bir ayeti kerime vardır: 'Birinize ölüm yaklaştığında bırakacağı malı mülkü varsa annesine babasına ve yakınlarına maruf ölçülerle vasiyette bulunması üzerinize bir farizadır?' (2/180).

Hanefiler bu ayeti kerimenin miras taksimini bildiren ayetlerden önce geldiğini, dolayısıyla miras ayetleriyle artık hükmünün kalmadığını, zaten 'Varise vasiyet olmaz' hadisi şerifiyle de nesh edildiğini söylerler. 
Buna karşılık diğer bazı mezhepler buna itiraz ederek derler ki: Miras ayetlerinin bundan sonra geldiğine dair kesin bir delil yoktur. Kesin olmayan rivayetlerle kesin olan bir ayetin neshi mümkün olamaz.

Kaldı ki, bu ayette zikredilen hükmün sürekli olduğunu gösteren işaretler vardır. Mesela 'üzerinize yazılmıştır' ifadesiyle farz kılınan hükümler hep süreklilik ifade ederler. Sonra bu hükmün ardından gelen ayetteki 'Her kim bunu değiştirirse günahı değiştirenedir' ifadesi de yine kalıcılığı gösterir.

O halde burada söz konusu hadisi şerif ile gerçekleşecek bir nesihten / hükmün kaldırılmasından söz edilemez. Sadece şu söylenebilir: Ayette zikredilen anne baba dışında olup mirastan bir payı zikredilmeyen akrabaya vasiyet geçerlidir.

Hatta bu hüküm kütibe/yazılmıştır ifadesiyle bildirildiği için bu vasiyet fazdır. Bu sebeple bazı mezhepler buna 'vacip, yani mutlaka olması gereken, vasiyet' adını verirler.

İşte dede yetimi dediğimiz kimseler miras payları zikredilmeyen kimselerdir ve annenin annesi olan nenenin anne sayılması içtihadıyla, evladın evladı olan torunların da evlat sayılması makul ve mümkün görülmüştür.

Babası dedesinden önce ölmüş bir çocuk (dedeye göre tanımlarsak oğulun oğlu) düşünelim, bu çocuğun (torunun) dedesi (babasının babası) vefat ettiğinde, dedenin başka oğulları (torunun amcaları) varsa, bunlar ölene (miras bırakana, mûrise), torundan daha yakın oldukları için öncelikle varis oluyorlar ve torun varis olamaz; işte bu toruna "dede mahrumu, yetimi" denir.

Dede yetiminin varis olamayacağı, bu hususu doğrudan ifade eden bir nassa (âyete veya hadise) dayanmıyor, "yakın var iken uzak varis olamaz" kuralının istisnasız yorumuna ve uygulanmasına dayanıyor. Ortada açıkça bir mağduriyet olduğunu gören bazı alimler, vacib (mecburi, kanuni) vasıyet kuralından yola çıkarak bu durumda torunun, babası hayatta olsaydı alacağı mirası, âyete dayanan (Bakara: 2/180) vâcib vasiyet yoluyla alması gerektiğini ileri sürmüşlerdir ve bu yorum, çağımızda da birçok İslam ülkesi hukukunda kanunlaşmıştır. Yani dede mahrumu olayı çözülmüş, mahrumiyet ve mağduriyet yine İslam hukuku çerçevesinde önlenmiştir.

Bu durumu göz önünde bulunduran kanun koyucu (Mısırda 1946'da İslam miras hukukunu kanunlaştıran merci) bu mülahazalarla anneleri ya da babaları ölen çocuklara, dedelerinin ya da nenelerinin vasiyette bulunmalarını, bulunmazlarsa ölen anne ya da babalarına, hayatta olsalardı kalacak olan mirasın onlara intikal etmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.

Not: Ebû Bekr, dedeyi, mîrâs hükmünde baba yerine koymuştur.Buhari,sahabelerin faziletleri:4




EKONOMİK MESELELER



DARUL HARPDE FAİZ ALINIR MI ,KUMAR OYNANIR MI?
İmam Ebû Hanife ve İmam Muhammed'in kabul ettiği ve İmam Ebû Yusuf dâhil, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed bin Hanbel gibi diğer imamların karşı olduğu bir hükümdür.
HANEFİ
ŞAFİİ
MALİKİ
HANBELİ
CAFERİ
EVET
HAYIR
HAYIR
HAYIR


 İmam Âzam ve İmam Muhammed bu hükmü verirken, parayı iktisadî bir silâh olarak düşünüp, müslümanın onu kâfirin ülkesinde ve onun rızâsıyla, herhangi bir yolla alabileceğini, böylece onu iktisâden zayıf düşüreceğini, müslümanın hiçbir sûrette faiz veremeyeceğini, yani fazlalığı müslümanın alması halinde bunun câiz olabileceğini kast ettiklerini, arkadaşları olan imamlar açıklamışlardır. 
Nitekim İmam Âzam kumarı da aynı kategoriye sokmuş ve yüzde yüz kazanacağını bilmesi halinde müslüman dâru'1-harpte bir harbî ile kumar oynayabilir, demiş ve meseleye Rûm Sûresinin başında işaret edilen ve Hz. Ebû Bekr'in şirk diyarı olan Mekkelilerle girdiği bahsi delil göstermiştir. Çünkü bahsin kumardan başka bir anlamı yoktur, ama Hz. Ebû Bekir, kazanacağını Allah Rasûlünün haber vermesiyle kesinlikle bilmektedir.

Deliller:
Hanefi:
Mekhûl bin Zeyd’in (Bu zat tabiindendir. Yani Hz. Peygamber'i değil, onun ashabını görenlerdendir. Hanefî mez­hebi tabiînden güvenilir kişilerin mürsel hadisini delil sayar. ) rivayetine göre Allah'ın Elçisi şöyle demiştir:
“Dar’ül-harpte müslüman ile harbî arasında faiz ol­maz.”(Zeyla'î, Nasbu'r-Râye, IV/44; İbn Hümâm, Fethu'1-Kadîr, VN/39)( Fethul kadir lil acizil fakir (ibn-i Humam) C:6,Sh:178 Mısır/1324 )


Rasulullahın hayatından da delil ;
Hicretten önce mekke'nin fethine kadar Mekke bir daruşşirk idi. Hz. Abbas(r.a) müslüman olduktan sonra Mekke'de ikamet ediyordu. Hz Muhammed (sav) Mekke'de ikamet eden Hz. Abbas (ra) müşriklerden faiz aldığını biliyordu. Buna rağmen Mekke'nin fethine kadar müdahale etmedi. Ancak Mekke'nin fethinden sonra: "Cahiliyye devrine ait faizler kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz de Abbas b.Abdulmuttalib'in faizidir. " buyurdu. (El Mebsut (imam Serahsi) C:14,Sh:57 Mısır/1324-
Çünkü Mekke fetihden sonra bir Darul İslam olmuştur.(Menhelul Varidin Şerhu Riyadu Salihin (suphi Salih) C:1 Sh:41 Beyrut/1970- Darul Harb Fıkhı 1. cilt Darul harb de faiz muamelesi babı. Mustafa Çelik.


Şafii, Maliki,Hanbeli :
Yukarıdaki hadis sabit değildir. Bunun delil olacak bir yanı yoktur. Faizli işlemi yasaklayan naslar mutlaktır, yani ya­sağı bir şeyle sınırlamamıştır. Mekhûl’ün riva­yet et­tiği hadis buna ters düştüğü için bir anlam ifade etmez. Ayetlerin, “Faizi yeme­yiniz” ve benzeri emirleri bu yasağa sınır koymazken dar’ul-harpte faiz yenebilir demek bir ilave olur. 

(a)“Allah faizli işlemi ha­ram kıl­mıştır.” (Bakara 2/275)
(b)“Faiz yiyenlerin davranışı, şeytanın peşine takılıp aklını çeldiği kimsenin dav­ranışından farklı değildir.” (Bakara 2/275)
(c)“Müminler! Allah’­tan korkun, faizden ge­riye ne kalmışsa onu bıra­kın.” (Bakara 2/278)

Hadisler de fazla­lığın haram kılındığını gösteriyor. Ona dua ve selâm olsun, Hz. Muhammed'in şu sözü ya­sağın genel olduğunu göste­rir.
“Kim artırır ya da fazlasını isterse faizli işleme girmiş olur.”

Hz. Muhammed, ona dua ve selâm olsun, Veda Hutbesinde şöyle demiştir:
“Cahiliye faizi kaldırılmıştır. Kaldırmakta olduğum ilk faiz bizim faizimiz, Abdülmut­talib’in oğlu Abbas’ın fa­izidir. Onun ta­mamı kal­dırıl­mıştır.”


Şia:
Müslüman kimsenin İslâm himayesinde olmayan bir kâfirden faiz almasının sakıncası yoktur. Yine baba-evlât ve karı-koca, birbirlerinden faiz alabilirler.Humeyni tam İlmihali,Riba,md.2080


MUHAYYER (ŞARTLI) ALIŞ VERİŞLERDE CAYMA HAKKI KAÇ GÜN
İmamı azam ,İmamı Şafii: Alıcı ve satıcı için üç gün muhayyerlik müddeti tanınmıştır. İmam-ı A'zama göre alışverişte muhayyerliği şart koşanlar üç gün içinde bu alış-verişten cayma hakkına sahiptirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra alış-verişten cayma hakkı kalmaz.

İmam Ebu Yusuf ve İmama Muhammed’e göre, ihtiyaç olması durumunda “sonradan vazgeçebilirim” kaydını koymak, aylarca sonrası için de caizdir.Fakat, böyle bir şartın / cayma süresinin mutlaka belli olması -Malikîler dışındaki üç mezhebe göre- şarttır.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 4/254-257).



FAİZ

NE FAİZDİR, NE DEĞİLDİR? (FAİZİN İLLETİ):
Deliller:

“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla,arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla başa baş misliyle, peşin olarak satılır. Kim artırır veya artırılmasını talep ederse faize girmiş olur. Bu işte, alan da veren de aynıdır”(Müslim, ts.: Müsakat 82)


Altının altınla, gümüşün gümüşle peşin ve eşit satılması, birinin diğeriyle satışında da vadenin olmaması konusunda mezhepler arasında görüş birliği vardır.

Müslim’in rivayet etmiş olduğu hadiste geçen altın ve gümüş dışındaki malların (buğday, arpa, hurma, tuz), hem kapsamı hem de illeti hakkında ihtilaf edilmiştir.


Hanefilerin görüşü:
Hanefîler, hadiste geçen dört kısım mal ve ona kıyas edilen diğer mallarda illetin ölçü ve tartı olduğunu, aynı cinslerin birbiriyle satışında eşitliğin şart olduğunu söylemişlerdir.


Hanefilere göre fazlalık ribasının illeti ağırlık ölçüsü ile alınıp satılan şeylerde cins ve tartı birliği, hacim ölçüsü ile alınıp satılan şeylerde ise cins ve ölçü birliğidir. Nesie(veresiye) ribasının illeti ise yalnız cins birliği veya yalnız ölçü yahut yalnız tartı birliğinin bulunmasıdır.

Buna göre fazlalık ribası aynı cinsten olan ve miktarları da aynı birimle yani ağırlık veya hacim ölçüsü ile tespit edilen mallarda söz konusu olur. Altının altın ile satılıp iki bedelden birisinin diğerinden fazla olması gibi. Bu durumda fazlalık faizdir. Çünkü her iki bedel de ağırlık ölçüsü ile satılan türdendir. Buna göre misli mallar faizin cereyan ettiği mallardır. Hayvan, arsa, daire, dükkan, çeşitli halı ve kilimler, mücevherat, inci gibi kıyemî mallarda ise faiz cereyan etmez. Bir koyunun iki koyunla değiştirilmesi halinde buradaki fazlalık faiz olmaz. Çünkü kıyemî olan şeyler miktarı tam ölçülebilen, ölçü veya tartı birliği bulunan şeylerden değildir.

Cins birliği ile ölçü ve tartı birliğinin faizin illeti oluşu Ubâde b. Samit (r.a)‘in rivayet ettiği hadiste zikredilen altı maddenin özellikleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Nitekim bunlardan ilk ikisi olan altın ve gümüş ağırlık ölçüsü ile (veznî), diğer dört madde olan buğday, arpa, hurma ve tuz ise Hz. Peygamber döneminde hacim ölçüsü ile alınıp satılan mallardır. Diğer mislî mallar da bu iki çeşide kıyas edilerek faiz yasağı hükmü ortak özellik taşıyan tüm maddelere uygulanır.

Diğer yandan altın ve gümüşün satış bedeli olmaları bakımından kendilerine mahsus tartı (veznî) ölçüleri vardır. Bu yüzden bunlarla ağırlık ölçüsü ile satılan başka şeyler arasında tartı birliği var sayılmaz. Buna göre nakit para karşılığında altın satın alınabileceği gibi, para, altın veya gümüş karşılığında kendilerinden ağırlık bakımından fazla olan bir mal peşin veya veresiye olarak satın alınabilir. Yine demir, bakır, çimento, kireç gıda maddesi türünden olmayan fakat ağırlık ölçüsü ile satılan şeyler de kendi cinsleriyle peşin olarak fazlalıkla veya veresiye olarak eşit yahut fazlalıklı olarak satılsa faiz gerçekleşir. Ancak bunlarda cins değişik olunca miktarlar farklı olabilir. Meselâ; bir ton 12 lik inşaat demiri ile 1,5 ton 6’lık demir peşin veya vadeli olarak değiştirilse fazlalık veya vadeli mübadele faiz olurken, bir ton inşaat demiri ile elli torba çimento peşin olarak mübadele edilse, cinsler değişik olduğu için faiz söz konusu olmaz.

Cins ve miktar birliğinin faizin illetli oluşunu gösteren başka deliller de vardır. Ammar b. Yasir (ö.34/657) (r.a)’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Riba ölçülen veya tartılan mallar dışında yalnız veresiye satışta cereyan eder.”İmam Mâlik’in (ö.179/795) senetsiz, Dârekutnî’nin mürsel olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Faiz ancak altında veya gümüşte yahut ölçülen veya tartılan, ya da yenilen veya içilen şeylerde cereyan eder.”

Sonuç olarak :Hanefilerde faiz yiyecek maddesi olsun veya başka maddelerden bulunsun ölçü veya tartı ile alınıp satılan tüm maddelerde cereyan eder. Uzunluk ölçüsü ile veya sayı ile alınıp satılanlarda ise yalnız veresiye satıştan doğan nesie faizi söz konusu olur. Bunlarda peşin olmak şartıyla fazlalık ribası cereyan etmez.


Şafiîler ise, bu dört maddenin illetinin yiyecek olduğunu, kıyasın ölçülebilir veya tartılabilir olmaya göre değil, yiyecek olma özelliğine göre yapılması gerektiğini belirtmişler, yiyecek cinsinden olanların satışında eğer cins birliği varsa eşitliğin şart olduğunu, fazlalığın faiz olacağını savunmuşlardır.

Şâfiîlere göre:  altın ve gümüşte ribanın illeti, bunlardaki para olma (semenlik) özelliğidir. Bunların basılı para, zinet veya işlenmemiş durumda olması sonucu değiştirmez. Ubâde hadisinde zikredilen diğer dört maddede ise illet “gıda maddesi” olmalarıdır. Bu yüzden satış bedeli niteliği olmayan veya gıda maddesi kabilinden bulunmayan şeyler arasında faiz cereyan etmez.
Dayandıkları delil şudur: Bir hüküm türemiş bir sözcüğe bağlı olunca, kök anlam bu hükmün illeti olur. Hz. Peygamber “Yiyecek karşılığında yiyecek ancak misli misline olur” buyurmuştur. Burada “yiyecek maddesi” anlamına gelen “taam” kelimesi “ta’m” kökünden türemiş olup, hükmün kendisine bağlandığı kelime “gıda maddesi olma” anlamına gelir. Bu da altın ve gümüş dışındaki şeylerde faizin illetini oluşturur.

Buna göre Şâfiîlerde yukarıdaki maddeler ölçü veya tartı ile satılanlardan olup, cinsleri bir olursa peşin veya veresiye mübadelede “fazlalık” cinsler değişik olursa yalnız “veresiye oluş” faiz sayılır.

Malikîler , Şafiîler gibi düşünmekle birlikte onlardan farklı olarak, yiyecekleri saklanabilir olma özelliği ile sınırlandırmışlardır.

Mâlikîlere göre :altın ve gümüşte ribanın illeti “satış bedeli olma (semenlik)” özelliğidir. Yiyecek maddelerinde ise illet fazlalık ve veresiye durumuna göre değişir.

Fazlalık ribasının haramlık illeti; gıda maddesinin tek başına insanın bununla yaşayabileceği nitelikte olması ve biriktirmeye el verişli (iddihar) bulunmasıdır. Veresiye satıştan doğan (nesîe) ribasının illeti ise mücerret gıda maddesi olmasıdır. Burada biriktirmeye elverişli olması da şart değildir. Diğer yandan İmam Mâlik; buğday ile arpayı bir sınıf; mısır, darı ve pirinci ayrı bir sınıf; fasulye, nohut, mercimek gibi pişirilen baklagilleri de kendi arasında tek sınıf kabul etmiştir.


Hanbelî mezhebinde hem Hanefî hem de Şafiî mezhebi doğrultusunda görüşler ileri sürülmüştür.
Ahmed b. Hanbel’den faizin illeti ile ilgili üç rivayet bulunmaktadır. Bunlardan en meşhur olanı ölçü ve tartıyı kriter olarak aldığı rivayet olup, Hanefi mezhebinin ölçülerine uygundur. İkinci rivayet ise Şâfiî mezhebine uygundur.

Zâhirîlerin görüşü:
Zahiri mezhebi, faizin yalnız hadiste zikredilen altı maddede cereyan edeceği görüşünü benimser. Onlar hadisin açık anlamını esas alarak, bu altı maddeye “ribevî mallar” adını verirler. Buna göre, belli cinsteki zeytin, pirinç, demir, çimento ve benzeri ölçü veya tartı ile satılan mallar trampa edilirken fazlalık ve vade caiz olur.

Zahirîler, hadiste geçen altı mal dışındaki malların satışında veya takasında faiz ortaya çıkmayacağı görüşündedirler. Altın ve gümüş dışında kalan dört sınıfı herhangi bir yoruma tabi tutmadan, hakkında nass olan şey konusunda kıyasa itibar edilmez,görüşüne dayanarak, faizin sadece hadiste adı geçen mallar arasında gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Şafiîlerin, bu dört sınıfa diğer yiyecekleri kıyas yoluyla dahil etmelerine ise, “taam” kelimesinin Arap örfünde buğday manasına kullanıldığını ileri sürerek karşı çıkmışlardır.

Şia ile Hanefî mezhebi arasında dikkat çekici bir farklılığa rastlanmamıştır.
Baba-oğul , köle- efendi ,karı-koca arasında ve Müslüman-zımni arasında faizin her türlüsü gerçekleşebilir.(şirazi 1,301)


Altın ve gümüşün dışında kalan felslerde, başta Ebu Hanife ve Şafiî olmak üzere, faiz tahakkuk etmeyeceği, aynı cins felsin bir biriyle fazlalıkla satılabileceği görüşündedirler (Merğınanî, ts.: II, 86). Bu görüşte olanlar, hadislerde para olarak sadece altın ve gümüşten bahsedilmesine dayanmaktadırlar.

Detaylar için bknz:
http://islamdafaiz.blogspot.com.tr/p/mezheplerde-faiz.html







İCAR (YARICILIK) Boş arazinin icarı

Boş arazi yarıcılığa verilir mi?( Müzaraa )Allahdostuseyyid
HANEFİ
Hayır
MALİKİ
Sadece boş arazi olursa olmaz ,içindeki ağaçlarla olursa olur.
ŞAFİİ
Sadece boş arazi olursa olmaz,İçindeki ağaçlarla olursa olur.
HANBELİ/ SELEFİ
Evet
CAFERİ
Müzeraa caizdir
ZAHİRİ
Zahirîler tarıma dayalı araziden, belirli bir ücretle kiraya verilmesi yoluyla yararla­nılmasının caiz oluşunu reddetmişlerdir. Ruhsat ekin veya meyvelerdeki yarıcılıkla sınırlıdır. Kiraya vermek ise apayrı bir şeydir, onun kapsamına girmez.


İmam Mâlik ve İmam Şâfiî'ye göre ancak müsakatla birlikte ve ona tabi olarak -bahçe ve tarlayı, bahçeden elde edilecek meyve ve tarladan elde edilecek ekin aralarında ortak olmak üzere yarıcılığa vermek suretiyle- caiz olur. 
Ahmed b. Hanbel, Hanefilerden Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise mutlak olarak caizdir (Taberî, Ihtilâfu'l-Fukaha,147; Aynî, İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 582-583; Umdetu'l-Kârî, Şerhu Sahîhi Buharî, XII, 164-167; eş-Şevkânî Neylü'l-Evtar, V, 308; İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtar, VI, 275).
Deliller:
Müzaraayı (Yarıcılık) meşru görenlerin delili, Hz. Peygamber'in Hayber'i fethettikten sonra oradaki bahçe ve arazileri eski sakinlerine yarıcılığa vermesi, Medine'ye göç eden muhacirlerin, Hulefâi Raşidin de dahil, hemen hemen hepsinin müzaraa akdi yapmış olmaları .(bkz. Buharî, Sahîh, el-Hars ve'l-müzaraa, 4, 8, 11; Müslim, Sahîh, Müsâkat, 1-6) 



Ebu Hanife'ye göre hiç bir şekilde caiz değil, 
Deliller:
Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. o şöyle demiştir: Bizden bir takım adamla­rın fazla arazîleri vardı. Onlar: Biz bu arazîleri üçte bir, dörtte bir ve yarı karşılığında icara verelim, dediler. Bunun üzerine Peygamber (S): "Kimin toprağı, tarlası varsa onu kendisi eksin yâhud (ekmek­ten âciz olursa) onu mü'min kardeşine (âriyeten) versin. Bunu yap­mazsa tarlasını (boş) tutsun" buyurdu. Buhari,Hibe:33;Müslim, Bûyû, 113,117; Ebu Davut, Sünnen Bûyû, 30; İbn Mace, Rühun, 9).


Peygamber (S) ekinleri hareket etmekte olan bir tarlaya çıktı da:
— "Bu arazî kimindir?" diye sordu. Ordakiler:
— Bu tarlayı Fulân kimse kira ile tuttu, dediler. Bunun üzerine Peygamber:
— "Dikkat edin! Eğer o mal sahibi bu kiracıya o tarlayı minha yoluyla verseydi, kendisi için bu arazî karşılığında belli bir ücret al­masından daha hayırlı olurdu" buyurdu .Buhari,Hibe:33


Rasul (sas)'in Hayber arazisini mahsulün yarısına karşılık icare vermesi bu statüye girmez. Çünkü Hayber arazisi, diğer araziler gibi yalın arazi değildi. Orası ağaçlıktı. Ekilen kısmı ağaçlara göre daha az olduğu için hükmün tatbikatında ağaç nazarı itibare alınmıştır. İşte bu sebeple Hayber arazisi, arazinin icarı statüsüne girmez. Bilâkis o, sulama statüsündedir. Sulama ise caizdir.

Not: Peygamber Hayber'deki hurmalıkların bakımı ve sulaması ile birlikte arazide yetişebilecekleri de icar karşılığı vermiştir.



Şafilerin delili:
"Bana Zeyd b. Ali, o da babasından, o da dedesinden , o da Ali (a.s)´dan naklen, Rasulullah (s.a.v)´in araziyi üçte bir veya dörtte bir oranında kabala vermeyi nehyettiğini anlattı. Ve Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu: "Sizden birinizin herhangi bir toprağı bulundu­ğunda onu eksin veya kardeşine karşılıksız iğreti olarak versin" Birçok araziler karşılık­sız yüzüstü kalınca Rasulullah (s.a.v)´den kendilerine bu konuda ruhsat vermesini istedi­ler ve istedikleri ruhsatı tanıdı ve Hayber´i oradaki halka hurmalarını sulamaları, aşıla­maları ve muhafaza etmeleri karşılığında yanya verdi: Hurmalar olgunlaşıp devşirme zamanı geldiğinde Abdullah b. Revaha (r.a)´ı gönderdi ve onların huzurunda göz kara­rıyla takdirde bulundu; Yarı hisselerini kendilerine geri verdi."
Not:Bu rivayetin ilk kısmı Zahirilerce, son kısmı şafilece delil olarak kullanılır.



KÖPEK SATIŞI
Şafii ve Hanbelî mezhepleri köpek satışını caiz görmemektedirler.Delil:Rasûlullah (S) köpek bahâsından, zina kazancından, kâhinlik üc­retinden nehyetti .Buhari Alışveriş:113

Maliki mezhebi Nesâî’de geçen bir hadise dayanarak (Nesai, Buyu’, 91) sadece av köpekleri ile bekçi köpeklerinin satılmasının caiz olduğunu söylemektedir. “Satımı caiz görülen bu köpek grubu içine günümüzde suçluların takibi, uyuşturucu maddelerinin tespiti vb. amaçlar için kullanılan iz süren köpekler de girer.” (Hüsameddin Affâne, Fıkhî ve Ahlâkî Yönleriyle İslam’da Ticaret, Terc: Servet Bayındır, Polen Yayınları, İstanbul, 2007, s: 168)

Hanefi mezhebi ise köpeğin, kendisinden faydalanılabilen bir mal olduğunu, köpek satışını yasaklayan hadisin İslam’ın ilk devirlerine ait olduğunu fakat bunun daha sonra kaldırıldığını söyleyerek her cins köpeğin satışını caiz görmektedir. (Kâsânî, el-Bedâiu’s-Sanâi’, c:5, s: 143)






KASAPLIK MEKRUH MUDUR?

Hanbeli:
Kalbin kasavetine sebep olacağı gerekçesiyle kasaplık mesleğini de kerih gören alimler olmuştur. (krş. el-insaf fi’l-fıkhı’l-Hanbelî)

Şia:
Mekruh Alış Verişler
Bazı alış veriş türleri mekruhtur; bunların önemlileri şunlardan ibarettir:
1) Köle satmak.
2) Kasaplık.
3) Kefen satmak.
4) Aşağılık ve sefil insanlarla alış veriş yapmak.
5) Sabah ezanıyla güneşin doğuşu arasındaki vakitte alış veriş yapmak.
6) Yalnızca buğday, arpa ve benzeri şeylerin alım satımıyla uğraşmak.
7) Pazarlık esnasında başkasının satın almak istediği şeyi satın almak için araya girmek.(humeyni ilmihali, md:2054)


MÜZİK ALETLERİNİN ALIM SATIMI:

Şia:
Tar ile saz gibi eğlence aletlerinin ve hatta küçük sazların bile alış verişi haramdır.Humeyni İlmihali, batıl alışverişler,md.2067)

Müzik ve müzik aletleri ile ilgili detaylı mezhep görüşleri için bknz:
http://islamdamezhepler.blogspot.com.tr/p/ihtilafli-konular.html


KÖLE MUKATEBE ( KENDİ BEDELİN KAZANIP ÖDEME HUSUNDA SAHİBİYLE ANLAŞMA) İSTERSE KABUL ETMEK GEREKİR Mİ?
Ellerinizin altında malik olduklarınızdan (kölelerinizden, cariyelerinizden) yazılı antlaşma (mukatebe yapmak: para kazanıp, bedelini ödeyerek azad olmak) isteyenlere, eğer onlarda hayır olduğunu bilirseniz, o zaman yazılı antlaşma (mukatebe) yapınız. Ve Allah'ın size verdiği mallardan onlara veriniz. NUR :33

ZAHİRİLER:      Bu farzdır.
DÖRT MEZHEP: Sünnettir




MUKATEBE YAPAN KÖLEYE VERİLECEK MALIN MAHİYETİ NEDİR?
...Ve Allah'ın size verdiği mallardan onlara veriniz. NUR :33

Şafii ve Hanbelilere göre, efendilerin bu malı kölelerine vermeleri farzdır.

İmam Hanbel (ra)'e göre verilmesi farz olan bu malın miktarı, müka­tebe akdinde belirtilen malın dörtte biri kadar olmalıdır. 

İmam Şafii (ra}'ye göre, verilmesi farz olan bu malın miktarının belirli birsinin yoktur.

Maliki ve Hanefilere göre ise verilecek mal farz değildir. Âyet de bu malın verilmesini farz olarak emretmemektedir.


MADENLERDE ÖZEL MÜLKİYET OLUR MU:
İslâm hukukuna göre, maden mülkiyetini; çıkarılmış olan maden ve kaynağındaki maden rezervi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Çıkarılan maden, cinsi ne olursa olsun su, ot, ateş gibi mübah mallardan olup, prensip olarak bulana, yani üretene ait olur. Bir pınardan alınan su alana ait olduğu gibi, madenlerden çıkarılan da çıkarana ait olur.

Mâlikîlere göre ise, sulh yoluyla İslâm devletine bağlanan ehl-i küfre ait madenler dışındaki tüm madenlerin mülkiyeti devlete ait olup, geliri zekâtın sarf yerlerine harcanır (ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletuh,., II, 778, 779).Kaynaktaki maden rezervi üzerinde ne yer sahibi ve ne de bulan için bir mülkiyet hakkı doğmaz.Hiç kimseye ikta edilemez ve bunlar herkesin ortak bulunduğu mübah mallardır.

Delil:
"Ebyad b. Hammal'dan nakledildiğine göre, bu zat Hz. Peygamber'i ziyaret ederek yerini belirttiği tuzluğun kendisine ikta edilmesini istemiş ve Hz. Peygamber de ikta etmişti. Tam oradan ayrılacağı sırada, orada bulunanlardan birisi, Hz. Peygamber'e; "Neyi ikta ettiğinizi biliyor musunuz, ya Rasülullah? Siz ona sanki bir kaynak su ikta etmiş oldunuz" demiştir. Ravi Ebyad bunun üzerine o ikta, Hz. Peygamber'in geri aldığını ilâve etmiştir" (Ebû Dâvûd, İmâre, 36; Tirmizî, Ahkâm, 39; İbn Mâce, Ruhûn, h. no: 2475).


Mâlikîler dışında üç mezhebe göre madenler özel mülkiyete konu olabilir.Yalnız altın, gümüş, demir, bakır ve kurşun gibi erime özelliği taşıyan madenler, ganimetlerde olduğu gibi beşte bir vergiye tabidir. İmam Malik'e göre, böyle bir maden kolaylıkla çıkarılmışsa vergi beşte bir olurken, masraflı bir üretim yapılmışsa vergi oranı kırkta bir olur (es-Serahsî, el-Mebsût, II, 211; Şâfiî, el-Ümm, II, 42, 43).

Başka bir kaynak:
Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî hukukçuları madenlerin rakabe mülkiyeti olarak hiç kimseye ikta edilemeyeceğini ve bunların herkesin ortak bulunduğu mübah mallardan olduğunu belirtmişlerdir.





FETH EDİLEN TOPRAKLARIN DAĞITIMI NASIL YAPILIR?
Hanefilere göre, İslâm devlet başkanı fethedilen topraklardan sahipli olanlar hakkında; önceki yöneticilere ait olanların dışında kalanın beşte birini beytülmale ayırdıktan sonra, gazilere dağıtmak veya eski sahiplerinin elinde bırakarak kendilerinden harac almak şıklarından birini tercih edebilir (es-Serahsi, el-Mebsût, Mısır, 1331, X, 15; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut,1394/1974, VII, 118; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 16-17; Ebû Yûsuf, a.g.e., s. 68-69). Hz. Ömer'in Irak ve Sûriye toprakları üzerindeki uygulaması buna örnek gösterilebilir.

İmam Şafiî'ye göre, devlet başkanı savaş yolu ile fethedilen beldenin işlenen veya değerli olan topraklarını, diğer ganimet malları gibi, beşte bir beytülmal hissesi ayrıldıktan sonra gazilere dağıtmak zorundadır. Ancak, gazilerin haklarından ferağat etmeleri halinde bu topraklar devlete kalabilir (eş-Şâfiî, el-Ümm, III, 181; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII, 14-17; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, VI, 328). Nitekim Hz. Peygamber (sav) Hayber'i dağıtmıştır. Hz. Ömer'in Irak topraklarını dağıtmaması gâzileri razı etmek suretiyle olmuştur.

İmam Mâlik'e göre, fethedilen arazi prensip olarak dağıtılmaz. Bütün müslümanlar lehine vakıf gibidir.Topraktan elde edilen vergi (harac) ordunun techizi, köprü ve cami inşâsı gibi hayırlı işlere sarfedilir. Ancak İslâm devlet başkanı bu arazilerin dağıtılmasında toplum yararı görürse dağıtmak yoluna da gidebilir (Mâlik, el-Müdevvene, III, 26, 27; el-Muvatta, II, 470; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VI, 32).

Ahmed b. Hanbel'e göre ise, İslâm devlet başkanı fethedilen yer toprakları ile ilgili olarak, Müslümanların yararını gözetmek şartıyla, seçimlik hakkına sahiptir. İslâm toplumu adına vakfetmek, beşte biri ayırdıktan sonra dağıtmak, kısmen dağıtmak şıklarından birisini tercih edebilir. Nitekim, Rasulullah (s.a.s) her üçünü de yapmıştır. Benu Kurayza ve Benu Nadir arazini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber topraklarını ise kısmen dağıtmıştır (İbnü'l-Hümam, a.g.e., VI, 32; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII,14-17; Fahri Demir, a.g.e., s. 202 vd.).







ZORUNLU EŞYALAR HACZ EDİLİR Mİ?

Şia:
Oturduğu ev, ev eşyası ve ihtiyaç duyduğu diğer gerekli şeylerden başka bir şeye sahip olmayan borçludan, alacaklısı alacağını talep edemez; borcunu verebileceği zamana kadar sabreder.Humeyni İlmihali,Borç hükümleri,md:2277







BORÇ ALINAN ALTIN VE GÜMÜŞÜN DEĞERİ ARTIP AZALIRSA GERİ ÖDEMESİ NESIL OLUR?
Şia:

Borç olarak alınan altın veya gümüş paranın değeri düşer veya birkaç kat artarsa, alınan miktar kadar geri verilmesi yeterlidir. Fakat [her iki durumda da] borçlu ve alacaklı borç miktarından başkasına razı olurlarsa, sakıncası yoktur.Humeyni İlmihali,Borç hükümleri,md:2281