ŞİA EHLİ BEYT TEFSİR KAYNAKLARI




İMAM CA’FER ES-SÂDIK VE TEFSİRİ (hicri 83/702 - Hicri 148/765   )
Günümüzde Şîa’ya nispet edilen en eski tefsir İmam Ca’fer es-Sâdık’a ait olduğu söylenen Tefsîru İmam Ca’fer es-Sâdık adı ile bilinen ve bazı kütüphanelerde yazma şeklinde muhafaza edilen bir tefsirdir. Tefsirin Şîa’nın VI. İmamı Ca’fer es- Sâdık’a nispet edilmesi İmamiye açısından heyecan verici olsa da, aşağıda açıklayacağımız sebepler bu tefsirin İmam’a aidiyetinin ihtimal dahilinde olmadığını göstermektedir.

Kütüphanelerde İmam Ca’fer’e nispet edilen bu tefsirin 5 farklı nüshası bulunmaktadır. Bunlar;
Buhara nüshası: XV. 13’de kayıtlı bulunan bu nüsha 309 varak olup, hicrî 1019 yılında yazılmıştır.
Bankipora nüshası: 18. 2/1460’da kayıtlı olup 233 varaktır. Hicrî 12. yüzyılda yazılmıştır.
Aligarh nüshası: 2976111/28’de kayıtlı olup 138 varaktır. Yazılış tarihi belli değildir.
Ch. Beatty nüshası: 5253’de kayıtlıdır. 137 varak olup, hicrî 10 yüzyılda yazılmıştır.
Süleymaniye nüshası: Nafiz Paşa 65’de kayıtlı olup 154 varaktır.

Nafiz Paşa 65’te kayıtlı bulunan nüsha üzerinde Tefsir-i Hazreti İmam Ca’fer Sâdık ibaresi bulunmaktadır. Kitabın cilt kapağı siyah kartondan yapılmış, sırtı bez ile kaplanmıştır. Ebat’ı 225x168, 140x75 mm’dir. Yazısı nesih, satır sayısı 19, varak sayısı 154’tür. Kağıdı teksir kağıdı renginde, fakat parlaktır. 1. a’da Selahuddîn el- Mevlevî tarafından vakfedildiğine dair mühür bulunmaktadır. İstinsah tarihi ve müstensihi belirtilmemiştir.

Elimizde bulunan nüshadaki ravilerin toplam sayısı yedidir. Bu raviler sırasıyla şunlardır:
Ahmed b. Muhammed b. Harb (ö. ?), 2. Ebû Tâhir b. Me’mun (ö. ?), 3. Ebû Muhammed el-Hasan b. Muhammed b. Hamza (ö. ?), 4. Muhammed b. Hamza (ö. ?), 5. Ebû Muhammed el-Hasan b. Abdillah (ö. ?) 5. Ali b. Muhammed b. Ali b. Mûsa er-Rıza (ö. 254/868), 7. Musa b. Ca’fer (ö. 183/799).allahdostuseyyid

Kitap, “Bismillahirrahmanir rahim. Elhamdu lillahi’l-lezî hadaat lehu ef’idetu’l-Cebbârîn...” cümlesiyle başlar, “temmetu’l-kitâb biavnillahi’l-meliki’l- vehhâb” cümlesiyle son bulmaktadır.
İmam Sâdık’a nispet edilen bu tefsir tamamen işârî bir metotla yazılmış olup, Fâtiha’dan Nâs’a kadar Kur’ân’ın tamamını ihtiva etmektedir. Kitap bir varaklık kısa mukaddimeden sonra “Besmele”nin tefsiri ile başlar. Bu mukaddime “hamdele” ve “salvele”den ibaret olup, tefsirin yazılması ile ilgili hiçbir açıklamaya yer verilmemektedir. Daha sonra sırasıyla ayetleri tefsir ederek, aynı metodla Nas’a kadar devam etmektedir. Tefsirde İmam Sâdık’ın yanısıra babası İmam Bâkır’ın da görüşlerine önemli ölçüde yer verilmiştir. Ayrıca yer yer Hz. Peygamber ve İmam Ali’den de rivayetler aktarılmıştır. Tefsirin sonunda ise İmam Ali, Zunnûn el-Mısrî ve Cüneyd-i Bağdâdî’den şiirler bulunmaktadır.

Her ne kadar bazı kütüphanelerde İmam Ca’fer es-Sâdık’a izafeten böyle bir tefsir bulunmakta ise de, bu durum tefsirin ona ait olduğunu kesinleştirmemektedir. Nitekim sözkonusu tefsir bazı açılardan problem içermektedir.

İlk olarak şunu belirtmemiz gerekir ki, hiçbir Şiî kaynakta İmam Sâdık’ın böyle bir tefsirinin varlığından bahsedilmemektedir. İkinci olarak tefsirin senedinde bulunan ravilerin ekseriyeti meçhuldür. Yukarıda isimlerini sıraladığımız şahıslardan Mûsa b. Ca’fer, VII. İmam ve İmam Sâdık’ın oğlu İmam Musa el-Kâzım’dır. İmam Kâzım’dan nakleden ise oğlu İmam Ali b. Mûsa’nın torunu ve X. İmam Ali b. Muhammed en-Naki’dir. İmam Kâzım’dan torununun oğlu olan İmam Ali en- Nâki’nin rivayette bulunması tarihi açıdan mümkün değildir. Çünkü İmam Kâzım’ın vefatı hicri 183, İmam Nâki’nin doğumu ise hicrî 212 yılına tekabül etmektedir. Kaynaklarda Ehl-i Beyt İmamlarından olan ilk iki kişi hakkında yeterli bilgi bulunmasına rağmen, diğer beş ravi hakkında ilk dönem Şiî Ricâl kitaplarında her hangi bir kayda rastlayamadık.

Ancak Brockelmann’ın bildirdiğine göre Buhara ve Bankipore nüshalarını nakleden kişi Muhammed b. Harb değil, Muhammed b. İbrahim b. Ca’fer en- Nu’mânî’dir. Biz bu iki nüshaya ulaşamadığımız için kabul veya reddetme imkanına sahip değiliz. Netice itibariyle sened açısından da bakıldığında tefsirin İmam Sâdık’a aidiyeti çok şüphelidir.

Ayrıca bilindiği gibi Ebû Abdurrahman Muhammed b. el-Hüseyin es-Sülemî Hakâiku’t-Tefsîr adlı eserinde İmam Ca’fer es-Sâdık’tan çok sayıda nakilde bulunmaktadır. Elimizdeki nüshayı bu rivayetlerle karşılaştırdık. Besmelenin tefsiri hariç-ki ufak farklılıklar vardır-benzer açıklamalara rastlayamadık. Daha sonra her ikisini önemli Şiî kaynaklardaki Ca’fer es-Sâdık rivayetleri ile karşılaştırdık. Sonuç yukarıda belirttiğimiz gibi olumsuz çıktı.
Netice itibariyle söyleyebiliriz ki hem elimizdeki yazma halinde olan tefsirin, hem de Sülemî’nin nakletmiş olduğu rivayetlerin İmam Ca’fer es-Sâdık’a aidiyeti şüphelidir.

Caferi Sadık Hakkında mezhep imamlarınca söylenenler:
İmam Malik, “Bir süre Ca’fer b. Muhammed’in yanına gidip geliyordum. Yanına her gittiğimde onu ya namaz kılıyor, ya oruç tutuyor veya Kur’ân okuyor, görüyordum. Abdestsiz hadis naklettiğini hiç görmedim”
Ebû Hanife kendisi hakkında, “Ben Ca’fer b. Muhammed’den daha bilginini görmedim”
Ebû Hanife, Ca’fer es-Sâdık’a yapmış olduğu 2 yıllık öğrenciliğinin önemini için, “şu iki yıl olmasaydı Nûman helak olurdu”
Hasan el-Basrî ve Vâsıl b. Âta da İmam Sâdık’ın öğrencilerinden olup onun ilminden yararlanmışlardır.

CÂBİR EL-CÛFİ (Ö. 127/745):
Muhammed Bakır ve Caferi sadığın ashabından olduğu söylenir.Câbir’in sahibi olduğu tefsiri, orijinal haliyle mevcut olmayıp IV. asır Şiî tefsirlerinin içinde korunarak günümüze ulaştırılmıştır. Câbir el-Cûfî, hicri 127/745 (128, 132/746, 750) yılında vefat etmiştir.
Bir taraftan İmam Bâkır ve İmam Sâdık gibi Ehli Beyt İmamları’ndan nakletmiş olması diğer taraftan ise temel Şiî düşüncelere yer vermiş olması açısından Câbir’in tefsirini tam bir Şiî tefsiri olarak kabul etmek mümkündür.


EBU’L-CÂRÛD (Ö. 150/767) :
Zeydiyyenin bir kolu olan kendi adıyla anılan Carud mezhebindendir.Zeyd’i desteklediği için İmam Sadıkla ayrı düşüncededir. Ebu’l-Cârûd’un bu tefsirini, İmam Bâkır’dan rivâyet ettiği kabul edilmektedir.


İMAM HASAN EL-ASKERÎ VE TEFSİRİ [  232 (m. 847)  hicrî 260/874 28 yaşında vevat etti ]
İlk dönem Şiî tefsirlerden biri de İmamiye’nin XI. İmam Hasan el-Askerî’ye nispet edilen bir tefsirdir. Fatiha ve 282. ayete kadar Bakara suresini ihtiva eden bu tefsirin İmam’a aidiyeti Şiî ilim çevrelerinde tartışma konusudur. Her ne kadar bir çok önemli Şiî alim tarafından referans olarak kabul edilse de bir takım sebeplerden ötürü bazı alimler tefsirin İmam Hasan el-Askerî’ye ait olmadığını ileri sürmektedirler.

Tefsiri:
Bir çok kaynak İmam Hasan el-Askerî’nin imla ettirmesi ile yazılmış bir tefsirin varlığından bahsetmektedir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan bu tefsir birkaç kez basılmıştır. İlk olarak Kaçar hanedanından Nasıruddîn Şah zamanında 1268 yılında Tahran’da basılmıştır. İkinci olarak 1313 yılında tekrar basılmıştır. Üçüncü olarak 1315 yılında Tebriz’de Ali b. İbrahim el-Kummî tefsirinin haşiyesinde basılmıştır. Son olarak ise Seyyid Ali Âşur’un tahkik ve tashihi ile
2001 yılında Beyrut’ta basılmıştır.

Tefsirin başında, sözkonusu tefsirin yazılması ile ilgili geniş açıklama bulunan bir mukaddime yer almaktadır. Mukaddimede tefsirin aslen Taberistanlı olan iki ravisi, babaları ile birlikte o sıralarda şehirde hüküm süren “ed-Dâi ile’l- Hak” lâkabıyla tanınan el-Hasan b. Zeyd el-Alevî’nin farklı mezhep mensuplarına yapmış olduğu baskı ve işkenceden kaçıp İmam Hasan el-Askerî’ye sığındıklarını, bir müddet sonra babalarının geri döndüğünü, kendilerinin ise orada kalarak İmam’ın
imlasıyla 7 yıl zarfında tefsiri yazdıklarını belirtmektedirler.

Şu an elimizde bulunan bu tefsir Fâtiha suresinin tamamını ve Bakara suresinin 282. ayetine kadar olan kısmını ihtiva etmektedir.

Ayetlerin tefsirinde İmam Hasan el-Askerî kendi yorumlarının yanısıra, Hz. Peygamber ve diğer Ehl-i Beyt İmamları’nın görüşlerine de yer vermektedir. Bu noktadan bakıldığında söz konusu tefsir tam anlamıyla bir “Rivâyet Tefsiri”dir.

Tefsirin sıhhatine ve İmam Askerî’ye aidiyetine gelince, bu konuda Şiî ulema arasında tam bir ittifak mevcut değildir. Bir kısım alim bunun tamamen uydurma olduğunu ve İmamla yakından uzaktan bir alakasının olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bariz tarihi hataları ve kabul edilemez bilgileri içinde barındıran bir tefsirin İmam’a aidiyeti doğru olamaz.

Bir başka kısma göre ise, diğer tüm kaynaklarda olduğu gibi burada da zayıf, uydurma rivayetler olmakla birlikte, tefsir İmam’a ait rivayetleri içermektedir.

Bu nedenlerle tefsirin İmam el- Askerî’ye ait oluşu şüphelidir. İster senet, ister içerik açısından var olan şüpheler tefsirin sıhhatine açıkça halel getirmektedir. Dolayısıyla İmam’ın bizzat bu şekilde imla ettirdiği iddiası bizce doğru değildir. Şeyh Sadûk gibi önemli bir Şiî alimin eserlerinde yer vermesi aslında göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bununla birlikte Şeyh Sadûk’un eserlerindeki senet ve metin farkı dikkat çekicidir. Bu da en azından elimizde az bir kısmı bulunan ve İmam el-Askerî’ye nispet edilen tefsirin orijinal haliyle günümüze kadar ulaşmadığı, zaman içerisinde bir takım tahrifata maruz kaldığı ihtimalini doğurmaktadır. Bu yüzden konunun tam anlamıyla aydınlatılabilmesi için detaylı bir şekilde incelemeye ihtiyaç vardır.allahdostuseyyid



 KUMMÎ VE TEFSİRİ:[ÖLÜMÜ TAHMİNİ HİCRÎ 307/ 919  ]
İmâmiyye Şîası’nın en eski ve en önemli tefsirlerinden biri de Ali b. İbrahim el-Kummî’ye ait olan Tefsîru’l-Kummi dir. Ancak maalesef bu kadar önemli bir şahıs hakkında da kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Kaynaklar müfessirin tam adının Ali b. İbrahim b. Hâşim olduğu konusunda ittifak halindedir. Müfessir aslen Kumlu olduğu için “Kummî” nisbesiyle anılmıştır. Künyesi ise “Ebu’l-Hasan”dır. Bazı kaynaklarda müfessirimiz “Muhammedî” nisbesi ile de tanıtılmaktadır.

        
Tefsiri :
Müfessir Kummî’nin günümüze ulaşan tek eseri tefsiridir. Kummî tefsirini rivayetlerden geniş ölçüde yararlanan dirayet tefsiri şeklinde vasıflandırmak mümkündür.
Müfessir tefsirinde Fatiha’dan Nâs’a kadar Kur’ân ayetlerini sırasıyla tefsir etmeye çalışmıştır. Ancak bazen yapmış olduğu sıralama mevcut mushaftan farklılık arzetmektedir.

Kummî Tefsiri’ni bizzat müfessirin kendisi tarafından yazılmıştır. Müfessirin birçok yerde “bu konuyla ilgili daha önce yazmıştık” ifadesini kullanması buna delildir. Örneğin, Sad suresinde, “(Allah) daha sonra kavimlerin helakını hatırlatıyor.

Biz daha önce Hûd sûresinde onların haberlerini yazmıştık” şeklinde açıklamada bulunması bunu açıkça göstermektedir.

Tefsîru’l-Kummide müfessirimizin yanı sıra iki kişinin daha tefsiri bulunmaktadır. Bunlardan ilki Ebû’l-Cârûd Ziyâd b. Münzîr’in tefsiridir. Kummî’nin öğrencisi hocasının boş bıraktığı yerleri Ebûl-Cârûd tefsiri ile doldurmaya çalışmıştır. Genellikle İmam Bâkır’dan naklettiklerini Ebu’l-Cârûd’dan, İmam Sâdık’tan naklettiklerini ise hocası Kummî’den nakletmiştir. Ancak bazen aynı ayetin tefsirini her ikisinden de naklettiği görülmektedir.

Bununla birlikte Kummî’nin öğrencisi bazen de üçüncü bir senet kullanmıştır. Kummî ve Ebu’l-Cârud’un dışında kullandığı bu senet öğrencinin kendisine aittir. Böylece tefsirin ravisi olan Ebu’l-Fadl el-Abbâs muhtemelen eksik bulduğu hocasının tefsirini, elinde bulunan Ebu’l-Cârûd tefsiri ve kendi senediyle tamamlamaya çalışmıştır. Bu durum tefsirde Âli İmrân suresinin başından itibaren
açık bir şekilde görülmektedir.

Muhtelif kütüphanelerde yazma halinde bulunan Tefsîru’l-Kummî, birçok kez basılmıştır. Bu tefsir ilk olarak hicri 1313 yılında müstakil olarak basılmıştır.
Her ne kadar müfessirin şahsiyeti ve tefsirinin varlığı konusunda İmamiye Şîası alimleri arasında ittifak mevcut ise de, tefsirdeki bazı hususlar Kummî Tefsiri’nin sıhhatine halel getirmektedir: İlk olarak belirtmemiz gerekir ki tefsirin ravisi olan Ebu’l-Fadl el-Abbâs b. Muhammed b. el-Kâsım b. Hamza b. Mûsa b. Ca’fer meçhul bir şahıs olup hayatı hakkında kaynaklarda her hangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca Ebu’l-Fadl’ın hocası Kummî’den bu tefsirden başka yapmış olduğu nakillere rastlanılmadığından öğrencisi olduğu kesinlik kazanmamıştır.



 FURÂT EL-KÛFÎ VE TEFSİRİ : ( ÖLÜMÜ TAHMİNİ 310/922)
Hayatı hakkında bilgi pek az ve yetersizdir.

Tefsiri:
Furât b. İbrahim b. Furât el-Kûfî’ye nispet edilen tefsirin muhtelif kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshaları bulunmaktadır. Ayrıca bu tefsirin matbu nüshaları da vardır. Tefsir ilk olarak Muhammed Ali el-Ğaravî el- Ordubâdî’nin tahkiki ile hicrî 1354 yılında Necef Haydariye matbaasında basılmıştır. Daha sonra Muhammed el-Kâzım’ım tahkiki ile 1990 yılında Tahran’da yeniden basılmıştır.
Tefsirin ravisi Ebu’l-Kâsım Abdurrahman b. Alevi el-Hüseynî (el- Hasanî)’dir.Müfessir Kur’ân’ın tamamını değil, sırasıyla Fâtiha’dan Nâs’a kadar genellikle Ehl-i Beyt hakkında nazil olduğuna inandığı ayetlerle ilgili rivayetleri nakletmiştir. Bu itibarla tefsir tam anlamıyla bir rivayet tefsiridir.
Tefsirde rivayetlerin çoğunun senedinde Furât ile ilk ravi arasında bulunanlar düşürülmüş ve “mu’anan” lafzı ile iki ravi bir birine bağlanmıştır.


İncelediğimizde Zeydî düşünceye uygun rivayetlerin bulunduğu görülmektedir. Örneğin o, ilk altı Ehl-i Beyt İmamı dışında diğerlerinden nakilde bulunmamaktadır. Diğer taraftan ise Ebû Hureyre gibi İmamiye’nin itimad etmediği kimseden rivayette bulunmaktadır. Bunun dışında Zeyd b. Ali’den Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali ve Ca’fer b. Muhammed’in masumiyetini inkar cihetinden bir takım açıklamaları aktarmaktadır. Ayrıca İmam Zeyd’den İmâmetin şartının kılıçla isyan etmek olduğu ve evinde kapalı kapılar arkasında oturan kimsenin İmam olamayacağına dair rivayet nakletmektedir. Bütün bunlar İmâmiyye Şîası’nın İmâmet düşüncesine taban tabana zıttır. Diğer taraftan, Furât el- Kûfî tefsirinde İmamiye’nin VII., IX. ve X. İmamlarının ashabından olan Huseyn b. Sâid el-Kûfî el-Ahvâzî’den çok sayıda nakilde bulunmuştur. Öyleyse Furât el-Kûfî hangi mezhebe mensuptur? Bir taraftan tefsirinde Ehl-i Beyt İmamlarından 6 tanesinin görüşlerine yer verdiği, diğer taraftan Huseyn b. Said el-Ahvâzî’den nakilde bulunduğu için Şeyh Sadûk ve Haskânî kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Şeyh Sadûk gibi önemli bir alimin eserlerinde görüşlerine yer verdiği bir kimseden ilk dönem Ricâl alimlerinin haberdar olmadığı düşünülemez. O halde, ilk dönem Ricâl alimleri Şeyh Sâduk’un kendisinden rivayette bulunmasına rağmen, Furât el-Kûfî’nin İmamiye’den olmadığına inandıklarını söyleyebiliriz. Son dönem İmâmiyye alimleri ise muhtemelen Şeyh Sadûk ve Haskânî’den hareketle eserlerinde kendisinden nakilde bulunmuşlardır. Son dönem Ricâl alimleri de bunlara bakarak Furât el-Kûfî’nin İmâmiyyeden olduğuna karar vermişlerdir. Furât el- Kûfî’nin mezhebi hakkında tefsirinin muhakkiki şu kanaate varmıştır: “Ya Furât el- Kûfî önceleri Zeydiye mezhebine mensuptu. Daha sonra İmâmiyye’yi seçmiştir. Şeyh Sadûk’un kendisinden aktarmış olduğu rivayetler onun İmâmiyye olduğu zamana denk gelmektedir veya Furât Zeydiye’den olduğu halde İmamiye’nin görüşlerine açık bir kimse idi.”
         

AYYÂŞÎ VE TEFSİRİ ( ÖLÜMÜ TAHMİNİ  HİCRÎ 320/932   )
 Hakkındaki bilgiler eksik ve yetersizdir.
İmâmiyye Şîasının en eski ve en önemli tefsirlerinden bir diğeri de Muhammed b. Mes’ûd el-Ayyâşî’ye ait olan Tefsîru’l-Ayyâşîdir.
Kaynaklar Ayyâşî’nin ilk önce Ehl-i Sünnet’ten olduğunu, daha sonra Şiîliği seçtiğini söylemektedir. Bu yüzden telif etmiş olduğu eserlerinin bir kısmını Sünnî itikadına göre yazmıştır. Ayrıca Şiî olduktan sonra da Sünnî ve Şiîlere özel ayrı ayrı ilim meclisi kurmuştur.

Eleştirilen tek yönü ise zayıf kimselerden de rivayette bulunmasıdır.

Tefsiri :
Müfessirimizin bize ulaşan tek kitabı tefsiridir. Bu eser Allâme Seyyid Haşim er-Rasûlî el-Mahallâtî tarafından yazma nüshası ve diğer kaynaklardan yararlanmak suretiyle tashih ve tahkik edilerek 1991 yılında Beyrut-Lübnan’da 2 cilt halinde basılmıştır. Tefsiri Ayyâşî’den oğlu Ca’fer nakletmiştir. Tefsirin mukaddimesinde şöyle yazılmaktadır: “Ca’fer b. Muhammed b. Mesûd babasından, o da Ebû Abdullah Ca’fer b. Muhammed’den o da babası vasıtasıyla dedelerinden Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.” Bu ilk senetten sonra bir daha müfessirimizin ismi tasrih edilmemiştir.
Tefsirin değerini düşüren ikinci husus ise eksik olmasıdır. Kaynaklarda eksik olduğuna dair her hangi bir bilgi bulunmamasına rağmen, Ayyâşî’nin tefsiri bize tam olarak ulaşmamıştır. Elimizde bulunan kısmı ise Fâtiha’dan Kehf suresine kadar olanıdır. Tefsirin kalan kısmının ne zaman kaybolduğu bilinmemekle birlikte, XI-asır alimlerinden Feyz el-Kâşânî, Huveyzî, Bahrânî ve Meclîsî’nin sadece birinci kısmından rivayette bulunması, bu tefsirin o dönemde de eksik olduğunu göstermektedir.



NÛ’MÂNÎ VE TEFSİRİ ( ÖLÜMÜ TAHMİNİ  HİCRÎ 360/971  )
İmâmiyye Şîası’na ait en eski tefsirlerden birisinin müellifi Nu’mânî’dir. Diğer ilk dönem Şiî müfessirler kadar Nu’mânî hakkında da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Biz de kaynakların verdiği bilgilerden hareketle Nu’mânî ve tefsirini tanıtmaya çalışacağız.

Hayatı:
Az bir kısmı da olsa günümüze kadar ulaşan tefsirlerden bir de Ebû Abdullah Muhammed b. İbrâhim b. Ca’fer en-Nu’mânî’ye nispet edilmektedir. Kaynaklar Nu’mânî ile ilgili yeterli bilgiyi ihtiva etmemektedir.
Kuleynî’nin talebelerinden olup İbn Ebî Zeyneb olarak tanınmıştır. Önce Bağdat’a sonra ise Şam’a göçmüş ve hicrî 360/971 civarında orada vefat etmiştir.


Elimize ulaşan altı tefsir kitabının Özeti:
Sonuç olarak, günümüze kadar ulaşan ilk dönem Şiî Tefsir kaynakları olarak 6 tanesinin ismi geçmektedir. Bunlar; İmam Ca’fer es-Sâdık, İmam Hasan el-Askerî, Furât b. İbrahim b. Furât el-Kûfî, Muhammed b. Mesûd el-Ayyâşî, Ali b. İbrahim b. Haşim el-Kummî ve Nu’mânî’ye nisbet edilen tefsirlerdir.
İmam Ca’fer es-Sâdık’a nispet edilen tefsirin, Şiî kaynaklarda adına rastlanılmaması, ravilerinin önemli kısmının meçhul olması ve diğer İmâmiyye kaynaklarındaki rivayetlerle yapılan karşılaştırma sonucu tamamen farklı olması hasebiyle İmam’a ait olmadığına tarafımızca karar verilmiş ve kaynaklar arasına alınmamıştır.
İmam Hasan el-Askerî’ye nispet edilen tefsirin ismi kaynaklarda geçmesine rağmen ilk ravileri ya meçhuldür veya zayıf olmakla itham edilmişlerdir. Ancak bununla birlikte Şeyh Sadûk’un eserlerinde bu tefsirden rivayette bulunması ve bir takım önemli Şiî alimlerin bu esere değer vermesi, tefsirin kısmen de olsa İmam’a ait olabileceği ihtimalini doğurmaktadır. Bu sebeple doğrudan olmasa da destek mahiyetinde bu tefsire çalışmamızda yer vermemizin uygun olacağı kanaatindeyiz.
Furât el-Kûfî tefsirine gelince, bir taraftan ilk dönem İmâmiyye Ricâl ve Fihrist kaynaklarında ismine rastlanılmaması, diğer taraftan tefsirinde aktarmış olduğu bazı rivayetlerin İmâmiyye’nin temel prensiplerine aykırı olması sebebiyle ortaya çıkan mezhebi belirsizlikten ötürü tam anlamıyla ilk dönem İmâmiyye Tefsir kaynakları arasında zikretmemeyi uygun gördük. Ancak diğer İmâmiyye tefsirleri gibi temel kaynağının Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları olmasından ötürü İmam Hasan el-Askerî Tefsiri gibi destek mahiyetinde çalışmamızda ona yer vereceğiz.
Ayyâşî ve Tefsiri konusunda İmâmiyye uleması ittifak halindedir. Ancak önceden varolan senedlerin hazf edilmiş olması tefsirin sıhhatine halel getirmekte ve derecesini bir nebze olsun düşürmektedir. Bu husus İmâmiyye uleması tarafından dile getirilse de, bu eser ilk dönemden günümüze kadar önemini kaybetmemiş, kendisinden sonra yazılan eserlerin önemli kaynakları arasında yerini almıştır. Bir kısmının kaybolmuş olması bile bu durumu değiştirmemiştir. Bu sebeple biz çalışmamızın sonraki bölümünde bu tefsiri ana kaynak olarak incelemeye aldık.
Kummî Tefsiri de bir takım olumsuzlukları içermektedir. Bir yandan tefsirin ravisi meçhul iken, diğer yandan bu meçhul ravi, hocasının dışında başkaları tarafından aktarılmış rivayetlere de yer vermek suretiyle tefsirin değerini düşürmüştür. Ancak bu husus Şiî alimler tarafından fazla ciddiye alınmamış temel kaynak olarak kullanılmıştır. Bu yüzden biz tefsirdeki Kummî’ye ait rivayetleri ayıklayarak Ayyâşî Tefsiri ile birlikte çalışmamızın ana kaynağı olarak incelemeye tabi tuttuk.
Nu’mânî’ye nispet edilen tefsirin sahibi hakkında da tartışmalar bulunmaktadır. Ayrıca bu metin, tefsirden ziyade bir mukaddime görünümündedir. Bu sebeple çalışmamızın temel kaynakları arasına almamayı uygun gördük. Ancak bazı Şiî alimler tarafından önemsenmiş olmasından hareketle bu metinden kısmen faydalanacağız
Netice itibariyle ilk dönem Şiî tefsirleri yukarıda bahsettiğimiz gibi çeşitli yönlerden bir takım eksiklikleri barındırdığından ötürü tam anlamıyla güvenilir görünmemektedir.



MUHAMMED B. HASAN ET-TÛSÎ (Ö. 460/1067):
Ebu Ca’fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî, hicri 385/995 yılında Tus’da doğdu. İlk tahsilini ve temel dini bilgileri Tûs’lu hocalarından aldıktan sonra 408/1017 yılında Bağdat’a taşındı. O dönemde Bağdat’ın en önemli Şiî alimi Şeyh Müfid olarak tanınan Muhammed b. Muhammed b. Numan el-Ukberî’nin beş yıl talebeliğini yaptı. Şeyh Mufid’in 413/1022 yılında ölümü üzerine yerine geçen Seyyid Murtaza’nın yanında da 23 yıl kaldı. Seyyid Murtaza da 436/1044 yılında vefat edince, Şeyh Tûsi Bağdat’ın ilmi rehberlik kürsüsünde oturdu. Selçuklu hükümdarı Tuğrul’un Bağdat’a girmesi sonucunda baskılara maruz kalması ve kütüphanesi yakılması üzerine Necef’e göçerek ilmi çalışmalarına orada devam etti. Şeyh Tûsî 460/1067 yılında Necef’te vefat etti. Şeyh Tûsî’nin Tefsir, Hadis, Fıkıh, Usûl, Kelam, Ricâl, Tarih vb. alanlarda çok sayıda eserleri bulunmaktadır. Tûsî’nin tefsir alanında 3 kitabı bulunmaktadır. Bunlar, et-Tibyanfî Tefsîri’l-Kur’an, el-Mesâilu’d-Dımeşkiyye fî Tefsîri’l-Kur’ân ve el-Mesâilu’r-Rahabiyye fî Tefsîri’l Kur’ân adlı eserleridir.

Tusi’nin Tibyan  tefsirinin önsözü:
“Beni bu kitabı yazmaya zorlayan tek şey, Kur’ân’ın bütün ayetlerinin anlamını açıklayan ve çeşitli ilimleri kapsayan Şîa uleması tarafından yazılmış olan bir tefsirin bulunmayışıdır. Geçmişte alimlerin bir kısmının amacı sadece ellerine geçen hadisleri toplamak olmuş, açıklanması ve beyan edilmesi gereken ayetlerin tefsirlerine ve derin tefekküre dikkat etmemişleridir. Bir diğer kısmı ise Kur’ân’ı tefsire başlamış, Kur’an’ın manalarında sözü çok uzatmış ve bir konu hakkında konuşurken o konuda ellerine geçen her şeyi yazmışlardır. Bir diğer kısmı da sadece anlaşılması zor kelimelerin manalarını açıklamakla yetinerek özetleme yolunu seçmişlerdir. Vasat yolu seçenler ise anladıklarını yazıp, anlamadıklarını terk etmişlerdir. Nahiv alimleri sadece Kur’an’ın edebi boyutunu ele almış, kelam alimleri akaid ile ilgili konularla uğraşmış diğer birkaç kişi de, birkaç başka ilimde tefsir yazmışlardır. Bazen de tefsire uygun olmayan konulara, örneğin dinin fer’i hükümleri ile ilgili konulara ve fakihlerin içtihaddaki görüş ayrılıklarında yer vermişlerdir. Tefsir konusunda en doğru yolu izleyenler, Muhammed b. Bahr Ebû Müslim İsfahanî ve Ali b. İsa er-Rummânî’dir. Bunların kitapları tefsir konusunda yazılmış en iyi eserlerdir. Ancak bununla birlikte yine de bazen sözü uzatmış, gereksiz şeyleri yazmışlardır. Duyduğumuza göre ashabımızdan bazısı, uzun zamandan beri itidal yolunu seçen, aynı zamanda kıraat, ayetlerin açıklamaları, i’rab, muteşabih ayetlerin manaları, mülhidler, cebriyeciler ve diğer batıl mezheplerin şüphelerine cevap ve alimlerin usul’u-akaid ve fıkhi konularda Ehl-i Beyt mezhebine göre Kur’ân ayetleriyle istidlallerinin beyanı gibi tüm Kur’an ilimlerini kapsayan bir tefsir yazmayı arzu ediyorlarmış. Allah’ın izniyle ben de bu amaçla başlıyor ve konuları özetle anlatmayı kendime prensip ediniyorum. Ne okuyucuyu yoracak şekilde teferruata ineceğim, ne de manaları anlayamayacağı biçimde çok kısa geçeceğim. Her konunun başlangıcında da o konuda bilinmesi gerekli olan meseleleri kısaca belirteceğim. Bu işte sadece Allah’tan yardım diliyor ve beni doğru yoluna hidayet etmesini istiyorum.”



FADL B. HASAN ET-TABERSÎ (Ö. 548/1153)
Yeni dönemin Tûsî’den sonra en önemli müfessiri oğlunun talebesi Fadl b. Hasan et-Tabersî’dir. Tabersî, hicri 468/1075 (veya 469/1076) yılında İran’ın Meşhed şehrinde doğmuştur. Gençlik yıllarını Meşhed’de ilim tahsili ile geçirmiş çeşitli ilim dallarında geniş ilme sahip olmuştur. Ebû Ali b. Şeyh Tûsî, Ebu’l-Vefâ er-Râzî, Ebû Tâlib Curcânî, Ebu’l-Hamd Mehdî b. Nizâr el-Hüseynî vb. rivayette bulunmuştur. Tabersî hicri 548/1153 yılında Meşhed’de vefat etmiştir.
Tabersî Mecmeu’l-Beyânfî Tefsîri’l-Kur’ân (10 cilt ) adlı tefsirini selefi Şeyh Tûsî’nin et-Tıbyân tefsirini örnek alarak yazmıştır. Müfessir bunu bizzat tefsirinin mukaddimesinde itiraf ermektedir. Tabersî, Tûsî’nin tefsirini övdükten sonra, “Tibyan nurundan faydalandığım bir kılavuzdur, ben de onun izlediği yöntemi esas alarak konuları kaleme alıyorum,” şeklinde açıklama yapmaktadır.


EBU’L-FUTÛH ER-RÂZÎ (Ö. 550/1155)
Cemâluddin Hüseyin b. Ali b. Muhammed el-Huzâi er-Razî hicri VI. yüzyılın büyük Şiî alimlerindendir. Ebu’l-Futûh er-Râzi olarak tanınan müfessirimizin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Biyografisini yazan kaynakların hiç biri, onun hayatı, eğitimi, öğrenimi, hakkında yeterli bilgi ihtiva etmemektedir.
Ebu’l-Futûh er-Râzi, Ebu’l-Vefâ. Abdulcabbar el-Mukrî, Ebû Ali b. Şeyh Tûsî, Kâdı İmâduddin el-Esterebâdî, Cârullah ez-Zamahşerî’den ders almış, kendisine ise İbn Şehrâşub ve Şeyh Muntecebuddin öğrencilik yapmışlardır. Fadl Hasan et-Tabersî’nin çağdaşı olan Ebu’l-Futûh er-Râzi’nin hicri 550 (veya 554) yılında vefat ettiği bildirilmektedir.
Ebu’l-Futûh er-Râzi, Ravhu’l-Cinân ve Rûhu ’l-Cenân adında( 20 cilt )  Farsça bir tefsir telif etmiştir. Bu tefsir ilk olmasa da en geniş ve önemli Farsça tefsirlerden biridir. Bu tefsir kendisinden sonra telif edilmiş tefsirler arasında önemli bir yere sahiptir. Birçok müfessir bu tefsiri örnek almıştır. Bunlardan biri de Fahruddin Râzî’dir.






TEFSİR EL KASHANİ (d. 776/1375      Ö. )   (ZUBDAT EL-TEFSİR)
Yeterli bilgi bulunamadı.
Fatihullah el-Kashani (998 AH öldü)



MOLLA MUHSİN FEYZ EL-KÂŞÂNÎ (Ö. 1091/1680)
Feyz el-Kâşânî olarak tanınan Molla Muhsin Muhammed b. el-Murtazâ hicrî 1007/1598 yılında Kâşan’da dünyaya geldi. Gençlik yıllarında bir müddet Kum’da ikamet etti. Daha sonra Şîraz’a gelerek nakli ilimleri Seyyid Macid el-Bahrânî’den, akli ilimleri ise Molla Sadra’dan tahsil etti. Ayrıca Mir Dâmat ve Bahâuddin
Âmilî’den rivayette bulundu. Öğrencileri arasında ise Muhammed Bâkır Meclîsi ve Nîmetullah Cezâirî gibi tanınmış alimler bulunmaktadır. Feyz el-Kâşânî hicri 1091/1680 yılında Kâşan’da vefat etmiş ve orada defnedilmiştir.
Feyz el-Kâşânî’nin es-Sâfî, el-Esfâ ve el-Musaffâ adında üç tefsiri bulunmaktadır. İkinci ve üçüncü tefsiri ilkinin özeti şeklindedir. Feyz el-Kâşânî’nin

es-Sâfî adlı tefsiri rivayet-dirayet karışımıdır. Rivayetlerin naklinde Beyzâvî ve Ehl-i Beyt İmamları’ndan rivayette bulunan kaynakları esas almıştır. Tefsirin başında 12 başlık altında geniş bir mukaddime bulunmaktadır. Müellif burada Kur’ân’ın toplanması, re’y ile tefsirin yasak olması, faziletleri, tilaveti, tefsiri ve te’vili gibi çeşitli konularda açıklamada bulunmaktadır.
Bu tefsir Ehl-i Beyt İmamlarından tefsir ve tevile ait gelen rivayetleri barındırması açısından önemli bir tefsirdir. Ancak diğer rivayet tefsirleri gibi eleştiriye tabi tutulacak birçok yönü de bulunmaktadır.

SEYYİD HÂŞİM BAHRÂNÎ (Ö. 1107/1695)
Al-Burhan Fi Tefsir el-Kur'an: 8 cilt
Bu dönemin önemli müfessirlerinin ikincisi Seyyid Hâşim b. Süleyman b. İsmâil el-Hüseynî el-Bahrânî el-Ketkânî’dir. Ketkân, Bahreyn’in bölgelerinden biri olan Tevbelî’ye bağlı bir köydür. Bahrânî ayrıca Tevbelî nisbesiyle de bilinmektedir.

Bahrânî’nin doğum tarihi ve ilk tahsili hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Necef’te tahsil aldığı bilinmesine karşın, ayrıntılı bir şekilde açıklanmamıştır. Burada Şeyh Fahruddîn Tureyhî ve Ahbârîlerin büyüklerinden olan Seyyid Abbas Esterabadî’nin oğlu Seyyid Abdulazim’den hadis nakli için icâzet almıştır. Kendisinden ise birçok kişi ders almıştır. Bahrânî, hicri 1107/1695 yılında vefat etmiştir.allahdostuseyyid

Bahrânî’nin tefsiri Kur’ân’ın sadece hadisle tefsir edilebileceğine inanan Ahbârî’lerin görüşüne uygun olup, hadisler dışında hiçbir açıklamaya yer verilmemektedir. Hatta müfessir naklettiği hadisler hakkında veya o hadislerin tefsirle bağlantıları hakkında en küçük bir açıklamada bulunmamakta, akla ve sarih nakle muhalif olup olmadığını incelememektedir.

ABDULALİ B. CUM’A EL-HUVEYZÎ (Ö. 1112/1700)
Abdulali b. Cum’a el-Arûsî el-Huveyzî, aslen Huveyz’li olmakla birlikte Şiraz’da yaşamıştır. Hicri XI. yüzyıl muhaddislerinden olup, şair ve edip kimliği ile de tanınmıştır. Ahbârî olan Huveyzî’den çok sayıda öğrenci ders almıştır. Hurru’l- Âmili kendisini, “fazıl, fakih, muhaddis, güvenilir, muttaki, edip, şair, geniş ve kapsamlı ilim sahibi bir alim” olarak tanıtmaktadır. Huveyzî hicri 1112/1700 yılında vefat etmiştir.
Huveyzî’nin Nûru’s-Sekaleyn tefsiri tam anlamıyla bir rivayet tefsiridir. Ayetlerin tefsirleri ile ilgili Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları’ndan gelen rivayetleri ulaşabildiği ölçüde toplamaya çalışmıştır. Bu yüzden kendisinden sonraki ilim adamları tarafından övgüye mazhar olmuştur. Ancak tüm rivayet tefsirlerinde olan eksiklikler burada da söz konusudur. Nitekim Huveyzî, tefsirinde İmamlarla ilgili aşırı kaçan bir takım rivayetleri nakletmektedir. Bu tefsirde ayrıca israiliyata dair çok sayıda rivayet de bulunmaktadır.



MİRZA HÜSEYİN EN-NÛRÎ ET-TABERSÎ HİCRİ (1254/1839 -1320 /1903)
Mirza Hüseyin en-Nûrî et-Tabersî hicri 1254/1839 yılında Taberistan’ın köylerinden olan Yâlû’da doğmuş, 1320 /1903 yılında Cumâdâ’l-Uhrâ’nın bitimine üç gün kala vefat etmiştir.

Müellifin Necef’te kaleme aldığı Faslu’l-Hitâb fî Tahrîfi Kitâbi Rabbi’l- Erbâb adlı eseri 400 sayfayı aşmakta olup, hicrî 1398 yılında basılmıştır.Kuranda tahrifat yapıldığı iddiasındadır.
 İlk olarak şunu belirtmemizde fayda vardır ki, Tabersî’nin bu eseri basıldıktan sonra büyük tepkiye neden olmuş ve İran’da yasaklanmıştır. Piyasada bulunmayan bu eserin çeşitli kütüphanelerde bulunduğu söylenmektedir.

MUHAMMED HÜSEYİN ET-TABATABÂÎ (Ö. 1401/1981)
Allame Seyyid Muhammed Hüseyin et-Tabatabâî hicrî 1320/1902 yılında Tebriz’de doğdu. İlk tahsilini Tebriz’de aldıktan sonra Necef’e giderek 10 yıl eğitim gördü. Nâinî, Kompanî, Ağa Ali Müderris, Seyyid Hüseyin Badkûbî, Seyyid Ebu’l- Kâsım Hansârî ve Mirza Ali Kâzî’den ders aldı. Allame, fıkıh, sarf-nahiv, Arap edebiyatı usûl-i fıkıh, matamatik, felsefe, kelam, irfan ve tefsir dallarında ihtisas sahibi oldu. Tabatabâî hicri 1344/1925 yılında Tebriz’e geri döndü. Daha sonra Kum’a yerleşerek tefsir ve felsefe dallarında ders toplantısı düzenledi.Hicri 1401/1981 yılında vefat etti.




Dirayet metodu ile kaleme aldığı “el-Mîzân” tefsirinin temel özelliklerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:
1.Tefsirde Kur’ân’ın bütününü göz önünde bulundurmuştur.
2. Ayetlerin tefsiri ile ilgili Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları’ndan nakledilen rivayetlere önem vermiştir.
3. Ayetlerle ilgili akli açıklamalara yer vermiştir.
4. Fıkhî konulara ayrıntılı bir şekilde değinmiştir.
5. Muteşâbih ayetlerin açıklanmasında Muhkemleri dikkate almıştır.
6. Bilimsel varsayımlara dayanarak Tefsir etmekten kaçınmıştır.
7. İrfanın temellerini iyi bir şekilde tanıyan Allame, keşfe dayanarak ayetleri
yorumlama yoluna gitmemiştir.
8. Tefsirde önceliği zahire verip, ayetin kavramsal tefsiri makamında batını esas almamıştır.
9. Sahâbe ve tâbiîn sözlerinin aralarındaki ihtilâf ve çelişki sebebiyle müslümanlar için hüccet olamayacağını söyleyen ve eserinde bunlara fazla yer vermeyen müellif Ehl-i beyt imamlarını Kur’an’ın muallimleri olarak kabul etmekte ve onların sözlerinden çokça yararlanmaktadır. Tabâtabâî, ilk Şiî müfessirleri Muhammed b. Mes‘ûd el-Ayyâşî ve Ali b. İbrâhim el-Kummî ile Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Ebû Ali et-Tabersî’den, ayrıca Şîa’nın muteber hadis kaynaklarından olan Küleynî’nin el-Kâfî’sinden rivayetler nakletmiş, Ehl-i sünnet’e ait rivayetleri özellikle Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-menŝûr’una dayandırmıştır. Kütüb-i Sitte’den, Âlûsî’nin Rûĥu’l-meǾânî’sinden ve Muhammed Reşîd Rızâ’nın Tefsîrü’l-menâr’ından da nakillerde bulunmuştur.

10. Ona göre nüzûl sebepleri de kuvvetli bir tefsir kaynağı kabul edilemez. Zira nüzûl sebebi diye zikredilen şeyler, nakledilen bir rivayetin genellikle müfessirler tarafından uygun düşen âyetlere uygulanmasından ibarettir. Bazan bir tek âyetin nüzûl sebebi olarak çeşitli haberlerin zikredilmesi de bunu göstermektedir.

11. Tabâtabâî, el-Mîzân’da ahkâm âyetlerini tefsir ederken ayrıntıya girmeyeceğini belirtmiş (a.g.e., I, 13), Ehl-i sünnet’le İmâmiyye arasında ihtilâf konusu olan müt‘a ve abdest gibi meselelerle ilgili âyetlerin dışında İmâmiyye’nin görüşünü zikretmekle yetinmiş, ancak müt‘a ve mesh konuları üzerinde genişçe durmuştur. Müfessire göre müt‘a câizdir ve İslâm’ın övünülecek bir hükmüdür. Abdest alırken de ayakları yıkamanın gerekmediğini, meshin yeterli olduğunu savunmuştur.

Temel özelliklerinde bahsettiğimiz bu tefsir günümüzde Şiîler arasında çok önemli bir yere sahiptir.


NUMUNE TEFSİRİ:

Tanınmış adı: Tefsir-i Numune. 
Müellifi: Ayetullah Nasır Mekarim şirazi ve Âlimler Kurulu. 
Doğumu: H. 1347-1926 
Müellifin Mezhebi: On iki İmam şiisi 
Tefsirin dili: Farsça (İngilizce, Arapça ve Urduca dillerine tercüme olmuştur.) 
Cilt sayısı: 27 cilt





Eserin Tanıtımı: Numune Tefsiri günümüz tefsirleri arasında halk diline yatkınlığı, akıcılığı ve konu beyanı itibariyle alanındaki en sade eser olarak geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden, kendi sınıfında memnuniyetle kabul gören bir yapıttır. Bu tefsirin en önemli özelliği Kur'an'ı Kerim'in bütün ayetlerine şamil olması ve günümüz toplumsal meselelerine değinmesi nedeniyle tercih edilen bir kitap olmasıdır. Zira tefsirde günümüz şartları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuş ve bu anlayış diline yansımış, teknik ve klasik edebiyat terimlerinden yararlanılmıştır. Diğer taraftan birçok yazar ve düşünürün de belirttikleri üzere bu tefsirin cilvelerinden bir diğeri ise yol gösterici ve terbiye edici özelliğidir. Tefsirin, konularını sunuş tarzı şöyledir: bütün surelerin başlangıcında önemli noktaların genel bir beyanının ardından sureye hâkim olan konuların ve bu konuların beyan stiline işaret edilip daha sonrasında ayetlerin detaylarına değinlmekte ve tahlil neticesiyle ana tema belirlenerek insan yaşamı ve davranış sorunları analitik bir yaklaşımla açıklanmaktadır.