1.USUL FARKLILIKLARI
2.İNANÇ FARKLILIKLARI
1.USUL FARKLILIKLARI
Şîa'ya göre şer'î deliller
dörttür: Kitap, haber, icmâ'
ve akıl.
1. Kitap:
Eldeki mushaf Hz. Osman tarafından
yazdırılmış olup (hâşâ) tahrifler bulunduğu için ma'sum imam vasıtasıyla alınan
kısmından başkası muteber değildir.
Kuranla ilgili öne sürdükleri
görüşler:
Ali'nin Kuranı:
Hz.Ali'de farklı bir kuran olduğu ve Kuranı ilk toplayanın Ali olduğu ve o kuranın bugünkünden farklı olduğu iddiası:
Hz.Ali'de farklı bir kuran olduğu ve Kuranı ilk toplayanın Ali olduğu ve o kuranın bugünkünden farklı olduğu iddiası:
Kummî Tefsiri’nde öğrencisi kendi
senediyle Ebû Bekr el-Hadramî kanalıyla Ebû Abdullah’tan şöyle nakletmektedir:
“Rasulullah Ali (a.s)’ye şöyle buyurdu:
“Ya Ali Kur’ân yatağımın arkasında
sahifelerde, kumaş parçalarında ve kâğıtlardadır. Onu alıp bir araya getirin.
Yahudilerin Tevrat’ı zayi ettikleri gibi zayi etmeyin.” Ali (a.s) onu aldı
beyaz bir deri içinde topladı, evinde onu mühürledi ve şöyle dedi: Toplayıncaya
kadar cüppemi giymeyeceğim. Bir adam onun yanına geldiğinde toplayıncaya kadar
cüppesiz çıkıyordu.” Kummî, Tefsîr, II, 451; Kâşânî, es-Sâfî, I, 36.
İmâmiyye Şîası, Kur’ân’ın Hz.
Peygamberin vefatından sonra ilk olarak İmam Ali tarafından Mushaf haline
getirildiğini ileri sürmektedir. Kuleynî’nin Sâlim b. Seleme’den naklettiğine
göre, “Bir adam Ebû Abdullah’a Kur’ân okudu. Ben Kur’ân’dan diğer insanların
okuduklarından olmayan bir takım harfler işitiyordum. Bunun üzerine Ebû
Abdullah, “Kaim İmam’ın kıyamına kadar bu kıraatten uzak dur, diğer insanların
okuduğu gibi oku. Kaim İmam geldiği zaman Azîz ve Celîl olan Allah’ın kitabını
gereği gibi okuyacaktır” dedi. Ali (a.s.)’nin yazdığı Mushaf’ı çıkarttı ve
(şöyle) dedi: “(Bunu) Ali (a.s.) telif edip yazınca insanlara çıkarttı ve
onlara dedi ki: “Bu Allah’ın Muhammed’e indirdiği gibi olan Kitabı’dır. Ben onu
iki levhadan topladım. Onlar (yani diğer sahabe) “Bizim yanımızda
Kur’ân’dakileri toplayan bir mushaf var; bizim o elindekine ihtiyacımız yok”
dediler. Neticede Ali: “Ama onu bu gününüzden sonra sonsuza dek
göremeyeceksiniz, onu okumanız için topladığım zaman size haber vermem benim
görevimdi” dedi. [Kuleynî, el-Usûl mine’l-Kâfî, IV, 444.]
Sünnetin Kur’an ayetlerini nesh
edebileceğini ve hatta Kur’an’da nesh edilmiş ayetlerin neshini iptal
edebileceğini iddia ederler. Bunun manası hem dıştan, hem de içten
Kur’an’a tahakküm çabasıdır. Söyledikleri söz şudur: “Öyle âyetler vardır ki
kitapta farzdır da nesh edilişi sünnetle bildirilmiştir. Öyle âyetleri de
vardır ki sünnetle vâcip olmuştur, kitaptaysa terk edilmesine ruhsat
verilmiştir.” (Nehc’ül- Belâga. Terceme, Abdulbaki Gölpınarlı, Sayfa 26
Neşriyat Yurdu, Yeni Şark Maarif Kütüphanesi 1972 baskısı. )
Ali Kuran'ında sahabeyi
kötüleyen iddialar:
Altıncı asır alimlerinden
Tabersî’nin rivayet ettiğine göre, Ebû Zerr şöyle demiştir:
“Rasulullah vefat ettiğinde, Ali
Kur’ân’ı topladı ve onu Ensar ile Muhacir’e getirdi. Allah Rasulü (s)’nün
kendisine vasiyeti üzerine onu, sahabeye sundu. Ebû Bekr onu açınca, açtığı ilk
sayfada ashabı kötüleyen bir takım şeylerle karşılaştı. Bunun üzerine Ömer
ayağa kalktı ve “Ey Ali! Bunu al götür, bizim buna ihtiyacımız yok, dedi. Bunun
üzerine Ali onu aldı ve oradan ayrıldı. Sonra kurradan olan Zeyd b. Sâbit
geldi. Ömer ona, Ali bize içerisinde Muhacir ve Ensarın kötülüğü bulunan bir
Kur’ân getirdi. Biz, bir Kur’ân telif etmeyi ve ondan Muhacirler ve Ensarı
kötüleyen şeyleri atmayı düşündük, dedi. Zeyd bunu kabul etti...”[ Ebû
Mansûr Ahmet b. Ali b. Ebî Tâlib et-Tabresî, el-İhticâc, Beyrut 1989,
I, 155-156. ]
Not: Rivayeti nakleden Tabresî,
VI. asırda yaşamış olmasına rağmen sahâbî olan Ebû Zerr’den senetsiz
nakletmektedir. Dolayısıyla rivayet senet yönünden munkatıdır. Ayrıca Mushaf’ta
olduğu iddia edilen fazlalığın ayet olup olmadığı açık değildir.Buradaki
fazlalığın tefsiri mahiyette açıklama olma ihtimali kuvvetlidir.
İmâmiye şiası iddialarına göre
ilk asırdan beri Ali ve Ehl-i Beyti öven bir çok âyet Kur’an’dan
çıkarılmıştır. Diğer bir deyimle Kur’an, Ebû Bekr, Ömer ve Osman
tarafından tahrif edilmiştir. Meselâ, Ahzab sûresi, Enâm süresi kadar uzundu.
Bu sûreden Ehl-i Beytin faziletleriyle ilgili âyetler çıkarılmıştır. Fâtıma’nın
Mushaf’ı elimizdeki Kur’an’ın üç misli kadar büyüktü” diyebilmektedirler.
(Tefsir Tarihi, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu C.1 Sayfa 444 “Alıntısı, el-Kâfi I.
239.” Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 1988. )
Usulu Kafi'de yazanlar için
Bkz:
İmamiyye Şia’sı, Kur’an’ın zâhir
(açık) ve bâtın (gizli) manası olduğunu ileri sürer...... Onların
iddialarına göre Allah Teâla, Kur’an’ın zâhirini, tevhide, nübüvvete ve
risalete çağırmaya; batınını da, imâmet, velâyet ve buna bağlı olan şeylere
davete mahsus kılmıştır.................. İnsan için Kurân’ın zâhiri nasıl
vacip ise bâtınına inanmak da aynı şekilde vaciptir.” derler. (Tefsir Tarihi,
Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu C.1 Sayfa 416.)
Kurân’ın her iki manasını da yalnız
ehl-i beytten gelir. Her iki manayı ancak ehl-i beytten olanlar bilir,
başkaları değil bâtınını, zâhirinin bile birçoğunu bilemezler. Ehl-i
beytten gelen mana anlaşılmasa dahi kabul etmek icâp eder. Kişi zâhire
inanıp bâtınına inanmazsa her ikisini inkar eden gibi küfretmiş olur.” iddiasındalar.
(Tefsir Tarihi, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu C.1 Sayfa 416-417. )
Kuranın değiştirildiği iddiası
vardır:
Ebu Basir şöyle rivâyet etmiştir:
Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm) buyurdu ki: “Kim Allah ve Resûlüne
(Ali’nin ve ondan sonraki imamların velayeti hususunda) itaat ederse büyük bir
kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzap, 71) Âyet bu şekilde nazil oldu.>> (Usul-u
Kâfi sh 622 H 1088.)
Şeyh Sâduk, İmam Ca’fer
es-Sadık’tan naklen “Cebrail’in Muhammed’e getirdiği Kur’ân onyedi bin
âyetti”Kuleynî, Usûl-u Kâfî, IV, 446
Ayet olması gereken surede
değil, farklı sûrede yazılmıştır:
Uhud savaşında Hanzala b. Ebî Amir
hakkında indiği söylenen “müminler o kimselerdir ki, Allah’a ve Elçisine
inanmışlardır...”Nur, 24/62 ayeti Uhud savaşının anlatıldığı Âl-i İmrân
sûresinde olması gerekirken, Nur sûresinde yer almakta, Bedir esirleri ile
ilgili inen “Bir Peygamber’in emanete hıyanet etmesi...” ayeti,Bedir savaşının
konu edildiği Enfâl sûresinde olması gerekirken, Uhud harbini anlatan Âl-i
İmrân sûresinde bulunmaktadır.(Kummi-Tefsîr)
“Sana (duruşma) saat (in) den
soruyorlar. Gelip çatması ne zaman diye. De ki onun bilgisi Rabbim’in
katındadır...” Bu Kehf sûresinin nüzûl sebebidir. Ancak A’râf sûresindedir.
Aslında bu sûrede (Kehf) bulunması gerekmektedir.(Kummi-Tefsîr)
Ayette takdim-tehir yapılmıştır:
Kummî’ye göre Mushaf’ı tertib
edenler bazı ayetlerde cümleler arasında yer değişimi yapmışlardır.
“Allah şu müminlerden razı olmuştur
ki, onlar ağacın altında sana beyat ediyorlardı...“ Bundan sonra yaptığı
hiçbir şeyde Rasulullah’ı inkâr etmemeleri ve emretiği her hangi bir konuda ona
muhalefet etmemelerini şart koştu. Allah Rıdvan ayetinin nüzûlünden sonra şöyle
dedi:
“sana beyat edenler...” Zira
onlardan bu şartla razı olmuştur. “Bundan sonra Allah’ın ahdine ve misakına
amel etsinler, ahdini ve akdini bozmasınlar.” Bu ahitle onlardan razı olmuştur.
Ancak telifte şart ayetini Rıdvan Bey’ati’nin önüne geçirmişlerdi. Oysaki önce
Rıdvan Bey’ati, daha sonra bu konuda onlara gelen şart ayeti olmalıdır.Kummî,
Tefsîr, II, 315.
Ayetin yarısı bir surede diğer
yarısı ise başka bir surede yazılmıştır:
Kummî’ye göre Mushaf telif
edilirken yapılan bir başka yanlış ise bazı ayetlerin bölünerek ayrı ayrı
surelere yazılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Kummî bu iddiasına örnek olarak
Â’raf sûresi 155. ayeti göstermektedir.
“Musa kavminden 70 kişiyi bizimle
buluşmak için seçti...”A’raf, 7/155 Musa İsrailoğullarına, “Allah benimle
konuşuyor ve münacaat ediyor” deyince, onu yalanladılar. Onlara, içinizden
benimle gelip konuşmayı dinleyecek 70 kişi seçin, dedi. Önde gelenlerden 70
kişiyi seçtiler ve Musa ile buluşma yerine gittiler. Musa yaklaştı, Rabbine
münacaat etti ve Allah onunla konuştu. Musa ashabına, “dinleyin ve
İsrailoğulları nezdinde bu konuda şahitlik edin” dedi. Ona dediler ki, “Allah’ı
bize açıkça göstermeden biz sana inanmayız.” Allah da onların üzerine yıldırım
indirdi ve onları yaktı. İşte bu, Allah’ın “Hani ey Musa Allah’ı açıkça
görmeden sana inanmayız demiştiniz de...” sözüdür. Bu ayet Bakara sûresindedir.
Aslında A’raf suresindeki bu ayetle birliktedir. Ayetin yarısı Bakara da, diğer
yarısı ise burada A’raf’tadır.Kummî, Tefsîr, I, 241-242.
Bazı ayetlerin yerleri sure
içerisinde değiştirilmiştir:
Kummî bazı ayetler bulundukları
suredeki yerlerinin de yanlış olduğunu iddia etmektedir. Kummî’ye göre örneğin,
Nisa 4/127. ayetin aynı sûrenin 3. ayetinden sonra, Enfâl 8/61. ayetin
aslında aynı sûrenin başında, Ahzab 33/51 ayetinin aynı surenin 28
ayetinden sonra, olması gerekmektedir. Ayrıca Bakara 2/144. ayeti önceden nazil
olduğu halde 142. ayetten sonra yazılmıştır.[Kummî, Tefsîr, I,
62.] Bunlardan başka, Nahl 16/126. ayet, Uhud savaşı ile ilgili olduğu gerekçesiyle
Âl-i İmrân sûresinde,[ Kummî, Tefsîr, I, 123. ]Nisâ
4/104. ayetin Âl-i İmrân sûresinde.[ Kummî, Tefsîr, I,
125. ] Enfâl 8/27. ayeti, Tevbe sûresinde,
[ Kummî, Tefsîr, I, 271-272. ] hicretten önce Mekke’de
nazil olan Ahzâb 33/45-48. ayetlerin Medenî olan Ahzap
suresinde,[ Kummî, Tefsîr, II, 194-195. ] Nisa 4/102.
ayetin Hudeybiye’de nazil olduğunu, ancak Nisâ suresinde yazıldığını, oysaki
Hudeybiye’de nazil olan ayetlerin Fetih suresinde bulunması gerektiğini
[ Kummî, Tefsîr, II, 310. ] iddia etmektedir. Ayrıca
Kummî, Bakara 2/124 ayeti, Saffât 37/105. ayetinden sonra tefsir etmektedir.
Not: Kummî’nin bu
iddiasına çağdaşı Ayyaşî katılmamakta ve tefsirinde bu tür rivayetlere yer
vermemektedir. Bu da aslında bu düşüncenin ilk dönemde bile herkes tarafından
kabul edilmediğini göstermektedir.
Not: Son dönem ve
çağdaş Şiî müfessirler de Kummî’nin görüşüne katılmamaktadırlar.
Sure sayıları farklıdır:
Ayyâşî’nin naklettiği bir rivayette
mevcut mushafta iki ayrı sûre olan Enfâl ve Tevbe surelerinin aslında tek bir
sure olduğu bildirilmektedir. Bu rivayete göre ise mevcut Kur’ân’da
sayıları olan sûrelerin ilk dönem Şiî müfessirlerce olmaktadır. Şeyh
Saduk ise daha farklı bir görüş ileri sürmektedir. Şeyh Sadûk, bize göre
“ed-Duhâ” sûresi ile “Elem Neşrah” sûresi ve “Elem Tera” sûresi ile “Li Îlâfi”
(Kureyş)” sûresi bir tek sûredir, şeklinde açıklamada bulunmaktadır. O halde
Şeyh Sadûk’a göre Kur’ân’da sûre bulunmaktadır.
İmamiyye Şia’sının yapmış olduğu
tefsirler, çoğunlukla siyasi amaçlı, övgü içerikli tefsirlerdir. şöyle ki:
- Güneşe ve onun aydınlığına
andolsun, 91/1
- Onu takip ettiği zaman aya
andolsun, 91/2
- Güneşi ortaya çıkardığı zaman
gündüze an dolsun, 91/3
- Onu örttüğü (her tarafı
karanlıkla bürüdüğü) zaman geceye andolsun 91/4
Mealini yazmış olduğum Şems
Sûresinin 1-4 ayetlerini tefsir ettiklerinde. “Güneşi Peygamber (S.A.V.)le,
Ay’ı Ali (R.A.) ile; Gündüzü, Hasan (R.A. Ve Hüseyn (R.A.) ile; Geceyi de
Ümeyye oğulları ile tevil etmişlerdir.” (Tefsir Tarihi, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
C.1 Sayfa 439, “Alıntısı, Şevâhidut-Tenzil II. 333.” Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları 1988. )
Cabir Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir: <<Bu âyeti Cebrail Muhammed
sallallahu aleyhi ve âlihi)’ye şu şekilde indirmiştir: “Kıskandıkları için
Allah’ın (Ali hakkında) indirdiğini inkâr ederek kendilerini harcamaları ne
kötü bir şeydir.>> (Bakara,90)” (Usul-u Kâfi sh 627 H 1105.)
Ebu Basir, Ebu Abdullah (Cafer
Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: <<Birisi gerçekleşecek
olan azabı istedi. (Ali’nin velâyetini) inkâr edenler içindir bu azap ve bu
azabı hiç kimse savamaz.” (Meâric, 1-2) Bu âyeti, Allah’a yemin ederim ki
Cebrail, Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)’ye bu şekilde
indirmiştir.>> (Usul-u Kâfi sh 634 H 1127.)
Fatıma'nın Mushafı (Fatma'nın kitabı):
Ebû Basîr’den şöyle
nakledilmektedir:
“(İmam Sâdık bana) .bizde “Fatıma
Mushafı” vardır. Fatıma Mushafı’nın ne oluğunu biliyorlar mı? dedi.
Fatıma Mushafı nedir? dedim.
Sizin bu Kur’ân’ınınzdan üç kere
daha büyük bir mushaftır. Vallahi onun içerisinde sizin Kur’ân’ınızdan tek bir
harf dahi yoktur, dedi.
Bu, Allah’a yemin olsun ki ilimdir,
dedim.
Kuşkusuz o, büyük bir ilimdir,
senin bildiğin gibi bir ilim değildir, dedi.
Sonra bir müddet sustu ve bizde
meydana gelmiş olayların ve kıyamete dek olacakların bilgisi vardır, dedi.
Canım sana feda olsun, Allah’a
yemin ederim ki o bir ilimdir, dedim. O da, kuşkusuz o ilimdir, öyle senin
bildiğin gibi bir ilim değildir, dedi.
Canım sana feda olsun, peki
(bunlar) hangi şeylerin bilgisidir? dedim.
Kıyamete dek, gece gündüz meydana
gelenler, bir olaydan sonraki olay, bir şeyden sonraki şey, dedi.”Kuleynî,
el-Usûl mine’l-Kâfî, I, 350.
Not:
Bazı rivayetlerde Mushaf’ın direk Allah-u Teâlâ tarafından Hz. Fatıma’ya (Selamullahi Aleyha) vahiy şeklinde imla edildiği gelmiştir. Bazı rivayetlerde şöyle gelmiştir:
Not:
Bazı rivayetlerde Mushaf’ın direk Allah-u Teâlâ tarafından Hz. Fatıma’ya (Selamullahi Aleyha) vahiy şeklinde imla edildiği gelmiştir. Bazı rivayetlerde şöyle gelmiştir:
Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Alihi ve Sellem) vefatından sonra Allah-u Teâlâ Hz. Fatıma’nın (Selamullahi Aleyha) yanına bir melek gönderdi. Melek, Hz. Fatıma’nın (Selamullahi Aleyha) musibet acısını teselli edip, dindirmek, babasının cennetteki makamını göstermek ve muhtelif konular hakkında Fatıma ile (Selamullahi Aleyha) sohbet etmekle görevlendirilmişti. Hz. Fatıma (Selamullahi Aleyha) melekle aralarında geçen konuşmaları Hz. Ali’ye (Selamullahi Aleyh) aktardı ve Hz. Ali (Selamullahi Aleyh) o konuşmaları imla etti. Bir rivayet, bu meleğin Cebrail (Selamullahi Aleyh) olduğunu bildirmiştir.[Biharul Envar, c.26, s.24,44,84,93]
Sahife ve Camia:
Şia’nın Kur’ân’ın tahrif edildiğine
inandığını iddia edenlerin ileri sürdüğü delillerden birisi de, Şîa
İmamları’nın kendilerinde olduğunu söyledikleri, “Sahife” ve “Camia’dır.
Ebû Abdullah’ın şöyle söylediğini
duydum:
“Bizde kendisi ile (başka)
insanlara muhtaç olmadığımız, insanların bize muhtaç olduğu bir şey vardır.
Bizde Rasulullah’ın yazdırdığı, Ali’nin kendi eliyle yazdığı bir kitap, tüm
helal ve haramların olduğu bir sahife vardır. Siz bize bir mesele ile
geldiğinizde, onu yerine getirdiğinizi de terk ettiğinizi de
biliriz.”Kuleynî-allahdostuseyyid
Not:Burada kasdedilen Fatıma'nın Kuranı'dır.
Not:Burada kasdedilen Fatıma'nın Kuranı'dır.
Çok önemli not:
Kurandaki değişiklik iddaları çoğu
şii tarafından kabul edilmemektedir.Bazıları bunu savunsa da savunmayanlar da
vardır.Örnek:
Âyetullah Humeynî şöyle diyor:
“Müslümanların Kur’ân’ın yazılması,
kaydedilmesi, bir araya toplanması, korunması ve tilavet edilmesi hususundaki
ihtimam ve titizliklerini bilen herkes, Kur’ân’ın tahrif edildiği zannının
temelsizliğine kanaat getirerek böyle bir şeyin mümkün olmadığını teslim eder.
Bu konuda nakledilen rivayetlere gelince, bu rivayetlerden bir kısmı, delil
olarak sunulamayacak kadar zayıf, bir kısmı uydurulmuş oldukları belli olan
mec’ul (mevzu) hadisler, bir kısmı ise Kur’ân’ın tevili ve tefsiriyle ilgili
açıklamalardır. Bir kısmı da açıklamaları kapsamlı bir kitap yazmayı gerektiren
türlerden hadislerdir.(Hüseyinneseb, Cevaplıyoruz, s. 82-83)
2. Haber:
Sahih, hasen, muvassak ve zayıf
olmak üzere dört nevidir.
Sahih: Adalet sahibi olan imâmî
(imamiyye mezhebine bağlı) vasıtasıyla ma'sum imama ulaşan haberdir.
Hasen: Âdil olmamakla beraber iyi
hal sahibi bir imâmî vasıtasıyla ma'sum imama ulaşan (yani ondan gelen)
haberdir.
Muvassak: Râvisinin akidesi bozuk
olmakla beraber haberi tevsîk edilmiş olandır.
Zayıf: Râvisi mecruh (bozuk) olan
haberdir.
Sahih haber ile amel gereklidir.
Ancak râvinin Şiî olması şarttır.
3. İcmâ':
İcmâ' mutlak olarak muteber bir
hüküm kaynağı değildir. Bizzat icmaın bir değeri yoktur. Çünkü ilk nesil
(sahâbe), Ebu Bekir ve Ömer'in hilâfeti, mut'a nikâhının haramlığı, Kitabın
tahrifi, Hz. Peygamber'in (sav) mirasını varislerine vermemek ve Fedek
arazisini Hz. Fatıma'dan gasp konularında ittifak etmişlerdir. Bu ittifaklar
bâtıl olduğuna göre icmâ' da batıldır. İcmâ' ancak zımnında (içinde) ma'sum
imamın görüşü de bulunduğu zaman kıymet ifade eder.
4. Akıl:
Akıl ve ona dayanan kıyas mûteber
değildir. Ancak ma'sum imamın irşadı içinde akıla dayanılır. Yani imanın kavli
rehberdir, akıl ona tâbîdir.
İşte Şî'a fıkhının Ehl-i Sünnet
fıkhına uymayan hükümlerinin kaynağı yukarıda özetlediğimiz usûl ihtilâfıdır.
Şiâ'da her delil dönüp dolaşıp masum imama varmakta, ancak onun tasdiki ile
muteberlik kazanmaktadır. Masum (günah ve hatadan korunmuş) imam ise başta Hz.
Ali olmak üzere 12 imamdır 12. imamın kaybolması üzerine büyük Şî'a âlimleri
(fakih, müctehid, merci', âyetullah) onu temsil etmişlerdir.
Kıyası reddederler:
Ebu Şeybe şöyle rivayet eder : Ebu
Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: <<İbni
Şibrime’nin ilmi; “el-Camia” adlı kitabın karşısında zayi oldu. Bu kitap
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin dikte etmesi ve Ali (Ali b. Ebu
Tâlib aleyhisselâm)’ın el yazısıyla hazırlanmıştı. Bu kitap kimseye söyleyecek
söz bırakmamıştır. Bu kitapta helâl ve haramların bilgisi vardır.
Kıyas taraftarları, kıyasla bilgiye
ulaşmak istiyorlar; ancak bu onların haktan uzaklaşmalarından başka bir katkı
sağlamaz. Kıyas yöntemiyle Allah’ın dini açısından doğruya ulaşılamaz.>>
(Usul-u Kâfi sh 73 H.170.)
“... Mes’ade b. Sadaka şöyle rivayet
eder : Cafer Sadık (aleyhisselâm) babasından rivâyet etti ki : << Ali b.
Ebu Tâlib (aleyhisselâm) şöyle dedi : << Bir kimse kıyas koltuğuna
kurulursa, yanlışlıklar içinde geçer. Bir kimse, kişisel görüşüne dayanarak
Allah’a kulluk sunarsa, ömrü boş işlere dalmakla geçip gider.>>
Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm) şöyle dedi: << Kişisel görüşüne dayanarak insanlara fetva
veren kimse, bilmediği bir hususta Allah’a ibadet eden kimse, Allah’a muhalefet
etmiş olur. Çünkü bilmediği şeyleri helâl ve haram saymış olur.>> (Usul-u
Kâfi sh 74 H.173.)
Sünni görüşe göre şer'i deliller
dörtttür: Kitap,hadis,icma,kıyas (hanbelilere göre üçtür, kıyası kabul etmezler)
5. Hadis kitapları:
Dinin kaynağı olarak Kurandan sonra
“Kütüb-i Erbaa” denen dört hadis kitapları ile Nehc’ül-Belâğa isimli kitapları
kabul ederler. Kütüb-i Sitte’yi kabul etmezler.
Sünni görüşe göre,Hadis kaynağı
Kütübi Sitte'dir.
2.İNANÇ FARKLILIKLARI
1. Nübüvvet meselesi , İmamet ve 12 imam:
Şia inacında peygamberler günahsızdır ve hata yapmazlar,sünni inançta ise sadece tebliğ ve dini konularda hatasızdırlar diğer dünyevi ve insani konularda hata yapabilirler.
Şia'da İmamet imanın şartıdır.12 imam masumdur yani günahsızdır,hata yapmazlar.12.imam kayıptır.Kıyamete yakın ortaya çıkacaktır.O çıkıncıya kadar bir Şiî alimi onun adına hüküm verir, içtihat yapar. Bu alimin içtihatları da bağlayıcıdır.
Şia'da İmamet imanın şartıdır.12 imam masumdur yani günahsızdır,hata yapmazlar.12.imam kayıptır.Kıyamete yakın ortaya çıkacaktır.O çıkıncıya kadar bir Şiî alimi onun adına hüküm verir, içtihat yapar. Bu alimin içtihatları da bağlayıcıdır.
Rasûl-i Ekrem Sallâllahu aleyhi ve
sellem, " Kim zâmanın İmâmını bilmeden, tanımadan ölürse, câhiliyet ölümü
üzere ölmüştür " demiştir diyerek İmamet inancını savunurlar.İmamet
Allah’u Teâlâ’dan nass ile, yâhud o İmamdan önceki İmâmın, onun İmâmetini
beyaniyle tahakkuk eder derler.
İmâmet(devlet başkanlığı); nübüvvet
gibi ilâhî bir makamdır. Peygamber gibi İmâmı da Allah seçer. İnsanların İmam
tayin etme yetkisi yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi
yerine kimin İmam (halife, Müslümanların lideri) olacağını nass'la tayin
etmiştir. Bu İmam da kendinden sonra gelecek olanı ayni şekilde belirlemiştir.
İmâmın zahir, meşhur ve meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli
olması da mümkündür. Son İmam Muhammed Mehdî on ikinci İmam olup, hâlen hayattadır,
fakat gaiptir. İmâmın bulunmadığı bir zaman yoktur. Simdi gaip olan Mehdîye
naibler (âyetullahlar) vekâlet etmektedir.
İmamlar peygamber gibi masum olup,
yanılmazlar, günah islemezler. Câferîler İmamın masumiyetini söyle açıklarlar:
"Ondan, büyük küçük, kasten veya yanlışlıkla unutarak, yahut içtihadında
hata ederek, yahut da Allah’ın hataya sevk etmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah
sadır olmaz.
“Şii-İmâmiyyenin on ikinci ve son
imam olarak inandıkları Muhammed b. El-Hasan 15 Şaban 255/869 tarihinde
Samarra’da doğmuştur. Onun 258/256 tarihinde doğduğu da rivayet edilir.
Babası el-Hasan el-Askeri, annesi de Nercis Hatun’dur.
Künyesi, Şii rivâyetlere göre, Hz.
Peygamber’in künyesinin aynı, Ebu’l-Kasım’dır. Pek çok lâkabı vardır:
Sâhibu’z-Zaman (Zamanın Sâhibi) el-Kaaim (Ayakta Duran), el-Huccet (Kesin
Delil), el-Muntazam (Beklenen) el-Mehdi (Hidâyet Olunmuş).bunlardan en meşhûru
el-Kaaim el-Muntazar ve el-Mehdi’dir. Şii-İmamiyya, On ikinci İmam’ın adını
söylemez. Lâkabı ile andıktan sonra “Accelallahu Ferecehu,, (Allah Onun
Zuhurunu Çabuklaştırsın) derler.
Hakkında daha fazla tarihi malûmata
sâhip bulunmadığımız Muhammed b, el-Hasan, Şii-İmamiyye’nin inancına
göre, babası el-Hasanu’l-Askari’nin vefatından sonra, evlerinde
serdar’a girerek gözden kaybolmuştur; hâlen sağdır ve Kıyâmetten önce mehdi
sıfatıyla zuhûr ederek zulümle dolmuş dünyayı adâletle dolduracaktır. Bu,
bir inanç esâsıdır.” (İmâmiyye Şiası, Yazan: Prof. Dr. Ethem Rûhi Fığlalı,
Sayfa, 171-172, Selçuk Yayınları.)
Çocuk yaşta imam olunabileceğini,
hatta imam olan çocuğun üç yaşında olmasının gayet normal bir olay olduğunu
söylemektedirler:
Seffan b. Yahya şöyle rivayet
etmiştir: İmam Rıza ( Ali b. Musa aleyhisselâm)’a dedim ki: “Allah henüz sana
Ebu Cafer (aleyhisselâm)’ı bağışlamamışken sana bu hususta sorular sorar ve sen
da bize: << Allah bana bir erkek çocuk bağışlayacaktır.>> derdin.
Gerçekten Allah sana bir erkek çocuk verdi de bizim gözlerimizi aydınlattı.
Allah bize o günleri göstermezsin: ama emri hak vaki olursa. İmam olarak kime
tabi olacağız?” Önünde duran Ebu Cafer (aleyhisselâm)’ı işaret etti.
- Dedim ki: “Sana kurban olayım o
henüz üç yaşında bir çocuk?” Buyurdu ki: << Bunun bir zararı yoktur.
Nitekim İsa (aleyhisselâm) da hüccet görevini yaparken henüz üç
yaşındaydı.>> (Usul-u Kâfi sh 835 H.468.)
İmamlara olağan üstü (
hayvanlarla konuşma )meziyetler atfederler:
Muhammed bir Müslim şöyle rivâyet
etmiştir: Bir gün, Ebu Cafer (aleyhisselâm)’ın yanında bulunuyordum, birden iki
çift kumru gelip duvara kondular. Kendi dillerince ötmeye başladılar. Ebu Cafer
(Muhammed Bâkır aleyhisselâm) bir saat boyunca onların onların sözlerine
karşılık verdi. Sonra uçmaya hazırlandılar, duvarın öbür tarafına uçtuktan
sonra, erkek kumru bir saat kadar dişi kumruyla konuştu. Sonra uçup gittiler.
Ben dedim ki: “Kurban olayım sana,
bu kuşların sorunu nedir?” Dedi ki: << Ey İbni Müslim! Allah’ın yarattığı
her şey, kuş ve hayvan veya canlı olan başka bir şey mutlaka bizi dinler ve
Ademoğullarından daha çok bize itaat ederler. Şu kumru dişisinden
kuşkulanıyordu, dişide yapmadım diye yemin ediyordu. Dişisi ona dedi ki:
“Muhammed b. Ali’nin hakemliğini kabul ediyormuşsun?” Benim hakemliğimi kabul
ettiler, ben de erkek kumruya dedim ki: <<Sen eşine haksızlık
ediyorsun.>> Bunun üzerine eşinin doğru söylediğini kabul etti. (Usul-u
Kâfi sh 713 H.1271.)
Safvan el-Cemmal şöyle rivâyet
etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a: “Bu işin sahibi kimdir?”
diye sordum, buyurdu ki: <<Bu işin sahibi oynamaz eğlenmez
biridir.>> Sonra yanındaki Mekke cinsi bir oğlakla gelen ve oğlağa
<<Rabbine secde et.>> diyen çocuk Ebul Hasan Musa (Musa b. Cafer
(aleyhisselâm) o’nu tuttu bağrına bastı. Sonra şöyle dedi: <<Oynamayan ve
eğlenmeyen kimseye anam babam feda olsun.>> (Usul-u Kâfi sh 449 H.808.)
İmamların Cebrail ile
konuştuğunu idda ederler:
Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm)’a: Allah azze ve celle’nin “O bir resûl, nebi idi.” (Meryem 54)
âyetiyle ilgili olarak bir soru yönelttim ve dedim ki: “Resûl nedir, nebi
nedir?” Buyurdu ki: <<Nebi, rüyasında gören, sesi duyan ve melekle bizzat
karşılaşmayan kimseye denir. Resûl ise sesi işiten, rüyasında gören ve bizzat
melekle karşılaşan kimseye denir.>>
Dedim ki: “Peki imamın bu
bağlamdaki mertebesi nedir?” Buyurdu ki: <<İmam ses işitir; ama rüyasında
görmez ve melekle bizzat karşılaşmaz.>> (Usul-u Kâfi sh 238-239 H.435.)
Not: Burada resul ve
nebi ayrımına gidilip nebiliğin vahyin kesilmesiyle ve peygamberin ölümüyle
sona erdiği, resullüğün ise devam ettiği inancı söz konusudur.
İmam’ı kabul eden kişi zalim ve
kötü bir kişi olsa dahi, cennetlik, İmam’ı kabul etmeyen kişiler, amelleri iyi
ve kendileri muttaki olsalar da cehennemliktirler,” diye rivayet
tahdis etmektedirler, şöyle ki:
“... Abdullah b. Sinan. Ebu
Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: << Allah,
amelleri iyi ve kendileri muttaki olsalar da, Allah tarafından yetki verilmeyen
imamın velâyeti altında ibadet eden bir ümmete, azap etmekten utanmaz. Ve
Allah, kişisel amelleri itibariyle zalim ve kötü olsalar da Allah tarafından yetki
verilen bir imamın velâyeti altında ibadet eden bir ümmete de azap (bela
göndermek)’ten haya eder. >> (Usul-u Kâfi sh 561-562 H.970.)
“... Haris b. Muğire şöyle rivâyet
etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: “Resûlullah
(sallallahu aleyhi ve âlihi), İmamını bilmeden ölen kimse, bir tür cahiliyye
üzerine ölmüştür, buyurmuş mudur? << Evet.>> dedi. “Burada
kastedilen cahiliyye, cahillerinki mi yoksa imamını bilmeyen kimselerinki mi?”
dedim. << Küfür, nifak ve sapıklık cahiliyyesi.>> dedi. (Usul-u
Kâfi sh 562-563 H.973.)
İnsanlar üç şeyden sorumlu
tutulmuşlar: 1) İmamları tanımak. 2) İmamların kendilerine yönelttikleri
emirlere teslim olmak. 3) İhtilafların çözümünde imamlara müracaat
etmek.>> (Usul-u Kâfi sh 585 H.1011.)
İmamların nerede, ne zaman
öleceklerini bildiklerini ve ancak kendi istekleriyle öldüklerini tahdis
ettiler, şöyle ki :
“... Hasan b. Cehm şöyle rivâyet
etmiştir: İmam (Ali b. Musa aleyhisselâm)’a dedim ki: “Emir’ül-mü’minin
(aleyhisselâm), kim tarafından ve hangi gece ve nerede öldürüleceğini
biliyordu. Ayrıca evde kazların evde öttüklerini duyunca: << Bu ötmeleri,
matem inlemeleri izleyecek...>> demişti. Sonra Ümmü Gülsüm: “Bu gece
namazı evde kılsan ve başkasına, insanlara namaz kaldırmasını emretsen olmaz
mı?” demişti; ama bunu reddetmiş ve gece boyunca sık sık silahsız olarak dışarı
çıkıp gitmişti. Oysa o, İbni Mülcem’in - Allah’ın lâneti üzerine olsun- kendisini
kılıçla öldüreceğini de biliyordu. Acaba bu davranış, işlenmesi caiz olmayan
hareketler kapsamına girmez mi?” Buyurdu ki: << Dediğin doğrudur; ancak
o, o gece yaşamak ile Allah’a kavuşmak arasında muhayyer bırakıldı. Ali
(aleyhisselâm)’da Allah, Azze ve Celle’nin kendisiyle ilgili takdirinin cereyan
etmesini tercih etti.>> (Usul-u Kâfi sh 362 H.668.)
İmamların ruhunun peygamberden
geldiği inancı ve peygamberlerin beş ruhu olması meselesi:
Mufaddal b. Ömer şöyle rivayet
etmiştir : Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a evinde oturmuş üzerinde
örtüsü olduğu halde, imamın nasıl yer yüzünde olup bitenleri bildiğini sordum.
Buyurdu ki: <<Ey Mufaddal! Allah, Tebareke ve Tealâ, Nebi (sallallahu
aleyhi ve âlihi)’ye beş ruh vermişti. Bunlardan biri, hayat ruhuydu, onunla
hareket ediyor, gidip geliyordu. Biri kuvvet ruhuydu, onunla kıyam ediyor,
cihada çıkıyordu. Biri şehvet ruhuydu onunla yiyor, içiyor ve helâl yollardan
kadınlarla birleşiyordu. Biri iman ruhuydu, onunla inanıyor ve adâleti
gerçekleştiriyordu. Biri Rûh-ul Kudüs’tü, onunla peygamberlik görevini
taşıyordu.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve
âlihi) vefat edince Rûh-ul Kudüs imama geçti. Rûh-ul Kudüs uyumaz, gafil olmaz,
oynamaz ve büyüklük taslamaz. Diğer dört ruh ise uyurlar, gafil olurlar,
büyüklenebilirler, oynarlar. İmam Rûh-ul Kudüs ile görür. (Usul-u Kâfi sh 383
H.711.)
İmamlara görünen ve tüyleri
dökülen melekler:
Ali b. Hüseyin (aleyhisselâm)’ın
yanına gittim. Bir saat kadar bahçede bekledim, sonra eve girdim. Yerden bir
şeyler topladığını ve perdenin arkasında duran birine verdiğini gördüm. Dedim
ki :
Buyurdu ki : <<Bunlar
meleklerin kanatlarından dökülen artıklardı. Onlarla baş başa kaldığımız zaman,
onları toplarız. Sonra bunları, çocuklarımız için pazuband yaparız.>>
Dedim ki : “Sana kurban olayım, melekler size geliyor mı?” Dedi ki : <<Ey
Ebu Hamza! Bazan o kadar çok gelirler ki, bize yaslanacak yer
bırakmazlar.>> (Usul-u Kâfi sh 590 H.1024.)
İmamların cinlerle konuşması ,görüşmesi:
İbni Cebel, Ebu Abdullah (Cafer
Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: “İmamın kapısında duruyorduk. O
sırada içeriden bir topluluk çıktı. Siyah derililere benziyorlardı. Üzerlerinde
peştamal ve hırka vardı. Bunların kimler olduklarını Ebu Abdullah
(aleyhisselâm)’dan sorduk. Buyurdu ki: <<Onlar cinlerden
kardeşlerinizdiler. >> (Usul-u Kâfi sh 591 H.1027.)
İmamların olağan dışı
özellikleri:
Zurare, Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: <<İmamın on alameti vardır: 1)
Temiz ve sünnetli olarak doğar. 2) Doğduğu sırada iki elini yere koyar ve
yüksek sesle şehadet cümlelerini söyler. 3) Cenabet olmaz. 4) Gözleri uyur; ama
kalbi uyumaz. 5) Esnemez, gerinmez. 6) Önünü gördüğü gibi arkasını da görür. 7)
Gaitası misk gibi kokar. 8) Yer, o’nu örtmek ve yutmakla görevlendirilmiştir.
9) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin zırhını giydiği zaman, zırh
bedenine tamamen uyar. Uzun veya kısa bir insan bu zırhı giyecek olursa, bir
karış uzun gelir. 10) İmamlık görevi tamamlanıncaya kadar “Muhadestir”tir.
>> (Usul-u Kâfi sh 582 H.1006.)
İmam zekat vermez iddiası:
Ebu Basir şöyle rivâyet etmiştir:
Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: “İmamın zekat vermesi
gerekir mi?” Buyurdu ki: <<Ey Ebu Muhammed! İmkansız bir şeyi söyledin.
Dünya ve Ahiret’in imamın olduğunu, onları istediği yere koyduğunu, istediğine
verdiğini bilmiyormuşsun? Bu yetki Allah tarafından o’na tanınmıştır. Ey Ebu
Muhammed! İmam, üzerinde kendisinden sorulacak Allah’ın hakkı olduğu halde kesinlikle
gecelemiş değildir.>> (Usul-u Kâfi sh 614 H.1068.)
Sünni görüşe göre;
Hz. Muhammed (S.A.V.) îslâm
şeriatını tümüyle açıklamıştır. Bu hususta Allah Tealâ şöyle buyurur: «Bugün
size dininizi tamamladım...» [Maîde suresi âyet, 23 .]
Eğer Hz. Muhammed (S.A.V.)
İmamilerin iddia ettikleri gibi herhangi bir şeyi gizlemiş olsaydı, Rabbinin,
kendisine tebliğ etmesini emrettiği dini tebliğ etmemiş olurdu. Bu da mümkün
değildir.[Zira bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur :
«Ey Peygamber, Rabbinden sana
indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah´ın peygamberliğini tebliğ etmemiş
olursun...» Mâide, 67 ]
Diğer yandan, hatalardan beri olmak
ancak peygamberlere mahsustur. Peygamberlerden başkasının masum olacağına dair
her hangi bir delil yoktur.
2.Hilafet:
Şia'ya göre Hz. Muhammed
(s.a.s)'den sonra halîfe olma hakki Hz. Ali'nin idi. Bu konuda ayet ve hadîsler
mevcuttur. Fakat Ashab-i Kirâm'in ileri gelenleri, kendi içtihadlarına
dayanarak bu nass'ları tevil ettiler ve Hz. Ebu Bekir'i halife seçtiler. Hz.
Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi kabul etmedi. Ancak fitne çıkmaması
için Ebû Bekir'e bey'at ettiler. İlk üç halifede gördüğü ehliyet ve liyâkat
sebebiyle Hz. Ali, hilâfet hakkından feragat etmişti. Ancak Muaviye'nin değil
halife, vali olarak kalmasının bile zararlı olduğu kanaatine vardığı için
Emevîlere karşı savaş ilân etmiştir.İlk üç halife hakkında ,Muaviye hakkında ve
Hz. Aişe hakkında çoğu zaman aşırıya kaçan söylemleri mevcuttur.
Hz. Peygamber, “ben size iki ağır emanet bırakıyorum.
Bunlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz Bunlardan ilki Allah’ın
Kitâbı, diğeri ise Ehl-i Beytim’dir” buyurmaktadır. Müslim b. Haccâc
en-Nişâburî, es-Sahih, İstanbul 1992, Kitâbu Fezâili’s-Sahabe 4, (II, 1873);
Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ et-Tirmizi, es-Sünen, İstanbul 1992, Kitâbu’l-Menâkıb
31, (V, 662);
Sünni görüşe göre;
Sahabeler aynı değerdedir.Bu konu
tartışılmamalıdır.Haklıyı haksızı Allah bilir.
4. Ehli Beyt:
Şiaya göre Ehli beyt kavramına
peygamberin damadı olan Hz Ali'yi de dahil ederler.
Sunni ekolde bu kavram ev halkı
anlamındadır ve peygamberin ev halkı olan hanımları kapsar.Bu ayet geldiğinde
Ali evlidir ve Fatıma ile ayrı bir evi vardır.
Evlerinizde vakarınızla oturun, ilk
cahiliye (çağı kadınları)nın açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta
kırıta) yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaad edin,
Ey Ehl-i Beyt (ey peygamberin ev halkı), Allah sizden, kiri gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor. Ahzab :33
Detay için bknz:
http://islamdamezhepler.blogspot.com.tr/2015/02/ehlibeyt-kimdir-sii-sunni-deliler.html#more
3.İBADET FARKLILIKLARI
Detay için bknz:
http://islamdamezhepler.blogspot.com.tr/2015/02/ehlibeyt-kimdir-sii-sunni-deliler.html#more
3.İBADET FARKLILIKLARI
1. Tahâret ve abdest:
a. Abdest bozduktan sonra taharet
alırken kullanılan ve içine pislik karışan su temizdir.
Ehl-i Sünnete göre bu su pistir.
b. Şarap ve alkollü içkiler
temizdir.
Sünnet ehline göre bunlar pis
sayılır.
c. Abdest alırken yüzün tamamını
yıkamak farz değildir. Yüzün baş ve orta parmaklar arasında kalan kısım
enindeki yerini yukarıdan aşağıya yıkamak kâfidir.
Sünnet ehline göre yüzün tamamı
yıkanır.allahdostuseyyid
d. Cenabetlikten çıkmak için
yapılan gusülde önce abdest almak haramdır.
Sünnîlere göre bu abdest sünnettir.
e. Teyemmümde elleri bir kere yere
dokundurmak kâfidir. Ayrıca alın da meshedilir.
Sünnet ehline göre eller iki defa
yere sürülecektir.
f. Takke, çorap, kemer, sarık gibi
giysilere bulaşan her nevi pislik ile namaz kılınabilir.
Sünnet: Bunlar da elbise gibi
olduğundan şer'an pis olan şeylerle kirlenince namaza mâni olurlar.
g. Kuru pislik bulunan yerde namaz
kılınır. Eline koluna pislik bulaşan kimse bunlar kuruyunca üflemek, silkelemek
suretiyle temiz olur, namazını kılar.
Sünnet: Pislik olan yerde namaz
kılınmaz. Yıkamadan bedendeki pislik temizlenmez.
h. Abdest alırken ayaklar
yıkanmak yerine hafif ıslak olan eller ayaklara sürülür (mesh denir)
Sünnet: Ayaklar yıkanır
i.Ölüye dokunulduğunda (Mess-i
Meyyit) gusül (yıkanma) etmenin farz olduğunu söylemeleri:
“Eğer bir kimse ölünün vücudu
soğuduktan sonra, elini ölünün bedenine dokundurur ise, gusl edip bütün
vücudunu yıkamalıdır. Bu hüküm başka mezheplerde yoktur.” (İslam’da Caferi
Mezhebi ve İmam Cafer Sadık Buyrukları, yazan; Hüccetül İslâm, Ahmed Sabri
Hamedani, Kadıoğlu Matbaası Ankara-1986 Sayfa 102. )
j. Bir kimse kadını çıplak olarak kucaklasa veya eliyle zekerini oynasa ve ucundan su gelse (mezi), namazına mani değildir.
2. Ezan:
Şiilerin farklı okuduğu kısımlar koyu renk ile gösterilmiştir.
EZAN VE ANLAMI
Allahu Ekber (dört defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
Eşhedu enla ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim.
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Muhammed (saa) Allah’ın Resulüdür.
Eşhedu enne Aliyyen Veliyullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Ali Allah’ın velisidir.
Heyye Ele’s saleh (iki defa)
Namaza koşun.
Heyye ele’l Felah (iki defa)
Kurtuluşa koşun.
Heyye Ela Hayril Amel (iki defa)
Amellerin hayırlısına koşun.
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
La ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah yoktur.
İKAME VE ANLAMI
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vaffedilmeyecek kadar büyüktür.
Eşhedu enla ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim.
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Muhammed (saa) Allah’ın Resulüdür.
Eşhedu enne Aliyyen Veliyullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Ali Allah’ın velisidir.
Heyye Ele’s saleh (iki defa)
Namaza koşun.
Heyye ele’l Felah (iki defa)
Kurtuluşa koşun.
Heyye Ela Hayril Amel (iki defa)
Amellerin hayırlısına koşun.
Gad Gameti’s Saleh (iki defa)
Namaz başladı.
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
La ilahe illallah (bir defa)
Allah’tan başka ilah yoktur.
j. Bir kimse kadını çıplak olarak kucaklasa veya eliyle zekerini oynasa ve ucundan su gelse (mezi), namazına mani değildir.
Sünnet: Bu durumda abdest bozulur.
Şia'da abdest örneği:2. Ezan:
Şiilerin farklı okuduğu kısımlar koyu renk ile gösterilmiştir.
EZAN VE ANLAMI
Allahu Ekber (dört defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
Eşhedu enla ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim.
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Muhammed (saa) Allah’ın Resulüdür.
Eşhedu enne Aliyyen Veliyullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Ali Allah’ın velisidir.
Heyye Ele’s saleh (iki defa)
Namaza koşun.
Heyye ele’l Felah (iki defa)
Kurtuluşa koşun.
Heyye Ela Hayril Amel (iki defa)
Amellerin hayırlısına koşun.
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
La ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah yoktur.
İKAME VE ANLAMI
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vaffedilmeyecek kadar büyüktür.
Eşhedu enla ilahe illallah (iki defa)
Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim.
Eşhedu enne Muhammeden Resulullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Muhammed (saa) Allah’ın Resulüdür.
Eşhedu enne Aliyyen Veliyullah (iki defa)
Şahadet ederim ki Ali Allah’ın velisidir.
Heyye Ele’s saleh (iki defa)
Namaza koşun.
Heyye ele’l Felah (iki defa)
Kurtuluşa koşun.
Heyye Ela Hayril Amel (iki defa)
Amellerin hayırlısına koşun.
Gad Gameti’s Saleh (iki defa)
Namaz başladı.
Allahu Ekber (iki defa)
Allah vasfedilmeyecek kadar büyüktür.
La ilahe illallah (bir defa)
Allah’tan başka ilah yoktur.
2. Namaz:
a. Kişi namaz kılarken meselâ:
Hamuru hayvanın ulaşamayacağı bir yere kaldırmak üzere on zirâ (arşın) kadar
yürüyebilir.
Sünnet: Bu bir çok ameldir, namazı
bozar.
b. Namazın başında
"Sübhaneke" okurken "ve teâlâ ceddüke" diyenin namazı
bozulur. Keza bazı sûreler namazda okunmaz.
Sünnet: Bu kısmı okumak namazı
bozmaz. Namazda her sûre okunabilir.
c. Bazıları namazda yeme ve içmeyi
caiz görmüşlerdir.
Sünnet: Yemek içmek caiz değildir.
e. Öğle-ikindi, akşam-yatsı,
namazlarını -mazeretsiz olarak- birleştirip kılmak caizdir. Mehdî'yi beklemek
için dört namaz da birleştirilebilir.Beş vakit namaz üç vakitte cem edilerek
kılınır.
Sünnet: Yolculuk vb. mazeretler
olmadan namazları birleştirerek kılmak (cem'u's-salât) caiz değildir.
f. Ticaret maksadıyla yapılan
yolculukta kasr-ı salât (dört rek'atlı farzları iki rek'a kılmak) caiz
değildir. Ancak Kâ'beye, Ravza'ya, Kûfe'ye ve Kerbelâ'ya (bazılarına göre
imamların kabirlerine) varmak için yapılan yolculuklarda kısaltma yapılabilir.
Sünnet: Muayyen mesafeye (80-90
km.) yapılan yolculukta namazı kısaltarak kılmak (dört rekatlı farzı iki
kılmak) caizdir.
g. İmam gâib bulunduğu müddetçe
cuma kılınmaz.
Sünnet: Müslümanlar cemaat halinde
ve emniyet içinde bulundukları müddetçe cuma kılınır.
Not: İran gibi Ayetullahların, İmam Mehdi'nin temsilcisi sayıldığı yerlerde Cuma kılınmaktadır.Fakat imamın temsilcilerinin olmadığı yerlerde diğer mezhep imamlarının arkasında cuma kılmak yerine öğle namazı kılmak mezhebin tercih ettiği bir görüştür.
Not: İran gibi Ayetullahların, İmam Mehdi'nin temsilcisi sayıldığı yerlerde Cuma kılınmaktadır.Fakat imamın temsilcilerinin olmadığı yerlerde diğer mezhep imamlarının arkasında cuma kılmak yerine öğle namazı kılmak mezhebin tercih ettiği bir görüştür.
h. Kıyamda elleri bağlamazlar.
Namazlarda Sünnilerde olduğu gibi sağ ve sol omuza selam vererek
namaz bitirmezler, namaz bitiriş şekilleri farklıdır.
i. Secde yapılacak yerler topraktan
veya toprak cinsinden olmalıdır.Pratikte en makbul olan Kerbela toprağından
yapılmış mühür şeklindeki topraktır ve bunun üzerine secde edilir.
Sünnilerde bunun bir değeri yoktur.
j. Namazlarda ikinci rekatta kunut okunur.Sünnilerde böyle bir uygulama yoktur.Sadece şafiiler sabah namazında okur.
j. Namazlarda ikinci rekatta kunut okunur.Sünnilerde böyle bir uygulama yoktur.Sadece şafiiler sabah namazında okur.
3. Oruç:
a. Bazı Şîa mezheplerine göre suya
dalmakla oruç bozulur. Erkeğe anüsünden zekeri idhal ile oruç bozulmaz; halbuki
imamları bunun aksini söylemişlerdir.
Sünnet: Birinci durum orucu bozmaz.
İkinci durum bozar.
b. Hayvanın derisi, ağaç kabuğu ve
yaprağı gibi -yenmesi âdet olmayan- şeyleri yemek orucu bozmaz.
Sünnet: Bunları yemek orucu bozar.
c. Aşûrâ günü sabahtan ikindiye
kadar oruç tutmak müstahabtır.
4. Zekât:
a. Külçe ve zinet şeklindeki altın
ve gümüşten zekât ödenmez. Ancak bunlar geçer para olunca zekât gerekir.
Sünnet: Altın ve gümüş -para olsun
olmasın- zekâta tabidir.
b. Nakit haline gelmedikçe ticârî
eşya zekata tâbî değildir.
Sünnet: Ticarî eşyanın aynından
veya değerinden zekâtı ödenecektir.
c. Zekât verilen kimse bilâhare
zenginleşirse veren zekâtı geri alır.
Sünnet: Ehline verilen zekât geri
alınmaz.
5. Hacc:
a. Yol masrafı ve dönünceye kadar
ailesinin nafakasına sahip olan kimse, döndükten sonra bir ay ailesine bakacak
fazla mala sahip değilse üzerine hacc farz değildir.
Sünnet: Böyle bir şart yoktur.
b) İhramlı iken av yapana ilk av
için keffâret gerekir, sonrakilere gerekmez.
Sünnet: Her av için keffaret
gereklidir.
6. Cihad:
a. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali,
-Muaviye ile sulhundan önce- Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Mehdî ile beraber
olanlar için cihad farzdır. Bu beş vaktin dışında cihad farz ve meşru değildir.
Meşru olmayan cihadlarda alınan mal ganimet ve esir kadınlar cariye olmaz.
Sünnet: Cihad kıyamete kadar devam
edecek olan bir ibadettir.
7. Nikâh ve alış-veriş:
a. Nikâh ve beyi' ancak Arapça
kelimelerle yapılabilir.
Sünnet: Her millet kendi dili ile
nikâh ve satış yapabilir.
b. Baba hayatta iken dede, çocuk
üzerinde mâlî velâyet hakkına sahiptir.
Sünnet: Yakın velî varken uzağın
hakkı yoktur.
8. Ticâret:
Ticârette mü'minin mü'mine kârlı
satış yapması mekruhtur.
Sünnet: Meşrû bir satım akdinde kâr
meşrûdur; mümine ve kâfire kârlı satış mekruh değildir.
9. Rehin:
Rehinde kabız (rehnedilen malı
teslim almak) şart değildir. Rehin alan, maldan -eğer rehnedilen cariye ise
birleşmek suretiyle ondan- istifade edebilir.
Sünnet: Rehinde kabız şarttır.
Rehin maldan istifade edilemez.
10. Vedîa:
Bir kimse diğerinin gasbedilmiş
malını emanet olarak alsa, kendisinden emanet aldığı gâsıb ölünce o malı inkâr
etmesi gerekir.
Sünnet: Bu durumda emanet mal inkâr
edilmez, varislere teslim edilir.
11. İcâre, hibe, sadaka, vakıf:
a) İcâre (kira akdi) ancak Arapça
ile olur.
b) İmam Mehdî gaib bulunduğu
müddetçe (yani bin yıldır) düşmanla savaş ve yol kesen eşkıyaya karşı yolları
beklemek için tutulan kimseler ücrete hak kazanamazlar; çünkü bu müddet içinde
cihad meşrû değildir.
c) Bağışlama ancak Arapça ile olur.
d) Cariyenin yalnızca fercini
(onunla birleşmeyi) hibe caizdir.
e) Sadakadan caymak caizdir.
f) Cariyenin fercini vakfetmek
caizdir. Mut'a yoluyla ondan istifade edenlerden alınan ücret vakfın olur.
Sünnet: Bu maddelerde geçen
hükümler Sünnî fıkha aykırıdır.
12. Mut'a ve nikâh:
a) Kadına anüsünden (dübür)
yaklaşmak caizdir.
Sünnet: Bu çirkin fiil haramdır.
b) Mut'a nikâhı caizdir. Kadın
geçici bir zaman için bir ücret (mehir) mukabilinde nikâhlanır, müddet sona
erince evlilik de biter.
Sünnet: Mut'a nikâhı caiz değildir.
13. Süt kardeşiliği:
Arka arkaya ve her biri doyurucu
onbeş kere emmedikçe çocuk süt evlâdı olmaz; sütün hükümleri cereyan etmez.
Sünnet: Süt kardeşliği ve analığı
için onbeş doyurucu ve peşipeşine emiş şart değildir.
14. Boşama:
a) Boşama Ancak arapça 'boşadım
(tallaktuki)' demekle olur.
Sünnet: Arapça şart değildir.
b) İki şahit huzurunda yapılmayan
boşama geçerli değildir.
Sünnet: Boşama şahit şartı yoktur.
15. Zıhar:
Zıhar yemini yapan (eşini anasına
benzeten) köle azad etmek, iki ay oruç tutmak, altmış fakiri doyurmak şeklinde
sıralanan keffareti (birisini) yerine getiremezse onsekiz gün oruç tutar.
Sünnet: 18 gün oruçlu bir keffaret
yoktur.
16. Kazâ ve dâva:
a) Kadı'nın (hâkimin) hadler (şer'î
cezalar) konusundaki hükmü, masum iman bulunmadığı müddetçe geçerli değildir.
Sünnet: Masum imam şart değildir.
b) Bir kimse düşmanına zina isnad
eder de bunu şahitler ile isbat edemezse yemin ederek kazif (iftira) cezasından
kurtulur.
Sünnet: Yemin ile kurtulamaz.
c) Büluğ çağına gelmemiş çocuğun
kısas davasında şahitliği mûteberdir.
Sünnet: Mûteber değildir.
17. Av ve yiyecekler:
a) Ehl-i kitabın avladığı,
Sünnîlerin ve keserken kıbleye dönmeyenlerin kestikleri yenmez.
Sünnet: Bunları yemek caizdir.
b) Eti yenmeyen hayvanlar ile
boğazlanmadan ölen hayvanların sütü helâldir.
Sünnet: Haramdır.
c) İçine bazı pisliklerin karıştığı
su ile yapılan ekmek yenir.
Sünnet: Yenmez.
18. Ferâiz:
a) Oğlun oğlu, dede varken varis
olamaz.
Sünnet: Varis olur.
b) Zevce akara varis olmaz.
Sünnet: Olur.
c) Ölünün en büyük çocuğuna bazı
şeyler verilir. (Kılıç, yüzük, mushaf...)
Sünnet: Verilemez; hepsi verenindir.
19. Cezalar:
a) Akıllı bir kadınla zina yapan
mecnuna had (ceza) uygulanır.
Sünnet: Akıl hastası sorumlu
değildir.
b) Gözsüz (âmâ) kimseye katlden
dolayı kısas gerekmez.
Sünnet: Gerekir.
c) Aç bir kimse, kendisine yiyecek
vermeyen kimseyi öldürüp yiyeceği alarak hayatını devam ettirir; öldürene kısas
ve diyet gerekmez.
Sünnet: Öldüremez.
20. Humus:
Sünnilerden farklı olarak
Caferilerde Hums denilen gelirin beşte birinden alınan bir vergi bulunmaktadır.
Zekattan farklıdır. Caferi din adamlarına göre Hums'un yarısı Peygamber
soyundan gelen kimselere ve fakir, yetim olan Seyyidlere verilir. Bunlar 12 imama
itikat eden seyyidler olmalıdır zalim bile olsa onlara verilir . Bu kimselerin
diğerlerinden ayırt edilmesi maksadıyla siyah sarık takar.Diğer yarısı da dini
bilgisi geniş olup hüküm verebilen Müctehidlere verilir. Müctehidlerin bu
parayı kendisine kullanma hakkı yoktur. Din yolunda bu para harcanır.
Şia'da humus alınacak yerler:1.
Ticaret ve Kar, 2. Maden, 3. Define, 4. Harama karışmış helal mal, 5. Denizden
çıkarılan mücevher, 6. Savaş ganimeti, 7. Zımmi'nin Müslümandan aldığı yer.
Sünnilerde:
Kur'an'da ve sünnette humusun tek
gelir kaynağı vardır: Ganimet...Mezkûr ayet ganimetin sarf yerlerini gösterir:
"şunu iyi bilin ki, ganimet olarak aldığınız her şeyin beşte biri
Allah'a ve elçieye; dolayısıyla yakınlara, yetimlere, muhtaçlara ve yolda
kalmışlara aittir."Enfal:41
Not: İbadetlerle ilgili
bilgiler Hayrettin KARAMAN'dan alınmıştır.O da Hintli alim Şah Veliyullah
Dıhlevî'nin (1114-1176 h.) oğlu Allâme Abdülaziz Dıhlevî (1159-1239 h.),
Tuhfetü'l-isnâ-aşeriyye adlı eserinden yararlandığını söylemektedir.
21.İsmi Azam:
Allah’ın diğer isimlerinden ayrı
olarak en büyük bir ismi vardır, öyle ki bu ismin harfleri dahi söylendiğinde
derhal söyleyen tarafından istenen olağanüstü olaylar meydana gelir:
Harun b. Cehm, Ebu Abdullah (Cafer
Sadık aleyhisselâm)’ın arkadaşlarından adını unuttuğu birinden şöyle rivâyet
etmiştir: Ebu Abdullah (aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum : <<Meryem
oğlu İsa (aleyhisselâm)’a İsm-i âzamdan iki harf verilmişti ve o bu harflerle
hareket ediyordu. Musa’ya dört harf, İbrahim’e sekiz harf, Nuh’a on beş harf,
Âdem’e yirmi beş harf verilmişti. Allah bu harflerin tümünü Muhammed
(sallallahu aleyhi ve âlihi)’de topladı. İsm-i âzam, yetmiş üç harften oluşur.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)’ye yetmiş iki harf verilmiştir. Bundan
bir harf ise o’na gösterilmemiştir. (Usul-u Kâfi sh 321 H.610.)
22. Hz. Peygamber’in Peygamber
Olarak Görevlendirilme zamanı:
Hz. Peygamber’in, Peygamber olarak
görevlendirilme tarihi Ehl-i Sünnet ve Şîa arasında ihtilaflı konulardandır.
Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber’in ilk vahiyle görevlendirildiğine inanmaktadır.
Kur’ân’ın Ramazan ayında indiğinden bahseden ayetlerden hareketle Sünnî ulemâ
Hz. Peygamber’in Ramazan ayında Peygamberlikle görevlendirildiğini kabul
etmektedir.
İmâmiyye Şîa’sı ise Bi’set ile
vahyin başlangıcının ayrı ayrı tarihlerde gerçekleştiğini ileri sürmektedir.
İmamiyye kaynaklarının Ehl-i Beyt İmamlarına dayanarak naklettiklerine göre Hz.
Peygamber Receb ayının 27. gününde Peygamberlikle görevlendirilmiştir. İmam
Ca’fer es-Sâdık’ın, “Recep ayının 27. gününün orucunu kaçırma. Zira bu gün
Muhammed (s.a.a)’e Nübuvvet’in indiği
gündür” dediği nakledilmektedir.
Benzer bir rivayet İmam Ali er-Rıza’dan nakledilmektedir. Hz. Peygamber’in Recep
ayının 27. gecesinde nübuvvetle görevlendirildiği konusunda İmamiye
ittifak etmiştir. Bunu doğrulayan Ehl-i Sünnet kaynaklı rivayetler de
mevcuttur. Örneğin Hafız Dimyâtî Ebû Hureyre’den şöyle rivayet etmektedir:
“Kim Receb ayının 27. gününde oruç
tutarsa Allah ona 60 ayın orucunun sevabını yazar. Bu gün Cebrâil’in Nebi
(s.a.v)’ye Risaleti indirdiği gündür. Bu gün Cebrâil’in indiği bir gündür.”
Benzer bir rivayet de Selmân el-Fârisî’den nakledilmektedir.
Ancak bu gibi rivayetlere rağmen
yukarıda da bahsettiğimiz gibi Ehl-i Sünnet’tin genel kanaati Hz. Peygamber’in
ilk vahiyle birlikte görevlendirildiği yönündedir.
Aslında bu konuda Şîa’yı
destekleyecek Ehl-i Sünnet kaynaklı rivayetler de bulunmaktadır. Hâkim, Saîd b.
Müseyyeb’in “Nebî (s.a.v)’ye 43 yaşında iken o (Kur’ân) nazil oldu,”
dediğini nakletmektedir. Şa’bî’den şöyle nakledilmiştir:
“Rasulullah(s.a.v)’a nübuvvet 40
yaşında iken nazil oldu. İsrafil onun nübuvveti ile üç yıl ilgilendi. Ona bir
takım kelime ve şeyleri öğretti. Kur’ân (bu dönemde) henüz nâzil olmamıştı. Üç
yıl geçtikten sonra nübüvveti ile Cebrâil ilgilenmeye başladı. Kur’ân onun
diline, 10’u Mekke, 10’u da Medîne’de olmak üzere toplam 20 sene boyunca nazil
oldu... Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e 20 yıl boyunca nazil olduğuna dair İmâmiyye
kaynaklı rivayetler de bulunmaktadır.”
23.Kur’ân’ın Yedi Harf Üzerine
Nazil Olması Meselesi
Kur’ân ve Tefsir tarihinin en çok
tartışılan konularından biri de Kur’ân’ın yedi harf üzerine indiği meselesidir.
Ehl-i Sünnet alimlerinin kahır ekseriyeti tarafından kabul gören yedi harf, Şîa
tarafından reddedilmiştir.
Sünniler yedi harf hadislerinden
hareketle, nüzûl döneminde Kur’ân’ın anlam merkezli okunup aktarılmasına izin
verildiğini iddia etmişlerdir. Sünnî alimlerin ortak kanaatine göre yedi harf
toleransı (anlam merkezli okuma) nüzûl döneminden sonra kaldırılmıştır.allahdostuseyyid
İbn Abbas’tan nakledilen bir
rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:“Cebrâil beni bir harf üzerine
okuttu. Ben de ona müracaat ettim ve sürekli bunun artır(ıl)masını istedim. O
da yedi harfte varıncaya kadar benim için onu artırdı” Buhâri, Sahîh, Kitâbu
Fedâili’l-Kur’ân 5 (VI, 100); Müslim, Sahîh, Kitâbu Salati’l-Musâfirîn ve
Kasriha 48 (I, 561).
“Allah’ın düşmanları yalan
söylüyorlar. Fakat o (Kur’ân) tek olan (varlık) tarafından tek harf üzerine
nazil olmuştur.”” Tûsî, et-Tibyân, I, 7.
24.Beda:
Şia'da beda kısaca ilahi irade
gereği kaza ve kaderin değişmesine denmektedir. Allah'ın kaderi değiştirdiğine
inanmasaydık, fazla namaz ve dualarımızın ne faydası olurdu?Nitekim Allah-u
Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"Allah istediği şeyi mahveder
ve istediği şeyi sabitleştirir; asıl kitap onun katmdadır." Ra'd /
39
İlk dönem Şiî müfessirlerin Beda’ya
gösterdikleri bir başka örnek ise Allah’ın Hz. Mûsa ile olan ahitleşmesidir.
Bilindiği gibi Bakara sûresinde Allah, “Mûsa ile kırk gece için
sözleşmiştik”Bakara, 2/51 buyururken, A’râf sûresinde ise, “Mûsa ile otuz
gece sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit
kırk geceye tamamlandı”A’râf, 7/142 buyurmaktadır. Çelişki olarak
görünen bu iki ayeti ilk dönem Şiî müfessirler Beda düşüncesiyle çözmeye
çalışmaktadırlar. Konu ile ilgili olarak Ayyâşî, Muhammed b. Müslim kanalıyla
İmam Bâkır’ın, ilim ve takdirde otuz gece idi. Daha sonra Allah için Beda
gerçekleşti ve on gece daha ekledi. Böylece Allah’ın tayin etmiş olduğu vakit
baştan sonra kırk geceye tamamlandı, dediğini nakletmektedir.
Şia,sünnilerin kasdettiği anlamda
beda inançları olmadığını savunur:
Hz. İmam Sadık(s.a) buyurmuştur ki:
"Her kimse Allah-u Teahi'da
herhangi bir şey hakında pişmanlağı gerektirecek yeni bir durumun ortaya
çıktığını zannederse, o bizim nezdimizde Allah-u Teala'ya küfretmiş sayılır."
Sünniler Allah'a nisbet verilen
bedanın insanlarda olduğu gibi ortaya çıkan yeni bir durumdan sonra görüşünü
değiştirerek önceki azminin hilafına bir iş yapmaya denildiğini ileri
sürmüşler. Ehl-i Sünnet'ten bazıları Şia'nın bu anlamda bedaya inandığını
söyleyerek, bunun Allah-u Teala'ya cehalet ve eksiklik isnad etmeyi
gerektirdiği şeklinde itirazda bulunmuşlardır.
Sünniler, Caferi Sadık'ın kendisinden sonra imam olacak kişi olarak büyük oğlu İsmail'in geçeceğini söylediğini fakat İsmail'in babasından önce ölmesi dolayısıyla ortaya çıkan bu tutarsız durumun kapatılması için beda kavramının sonraki şiilerce ortaya atıldığını söyler.Bu nedenledir ki İsmailiye fıkrası şia içinde tutunmuş ve bu güne kadar gelmiştir.
Sünniler, Caferi Sadık'ın kendisinden sonra imam olacak kişi olarak büyük oğlu İsmail'in geçeceğini söylediğini fakat İsmail'in babasından önce ölmesi dolayısıyla ortaya çıkan bu tutarsız durumun kapatılması için beda kavramının sonraki şiilerce ortaya atıldığını söyler.Bu nedenledir ki İsmailiye fıkrası şia içinde tutunmuş ve bu güne kadar gelmiştir.
25.Ric’at:
Ric’at sözlükte —daha önce olduğu
duruma geri dönmek” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise ric’at, Allah’ın
kıyametten önce ölenlerin bir kısmını öldükleri surette dünyaya getireceğine,
bunlardan bir bölümünü yükseltip diğer bölümünü ise alçaltılacağına, haklıların
haklılıklarının, zalimlerin haksızlıklarının ortaya çıkacağına inanmaktır.
Ric’at’in vukubulacağına inanan İmâmiyye
Şîası, bunu inanç esaslarından biri olarak kabul etmemektedir.İmâmiyye Şîası,
ölmüş olan çok sayıda insanın (ekseriyyetle imamlar ) kıyametten önce tekrar geri dirileceği konusunda ittifak
etmişlerdir. İmâmiyye Şîasına göre Allah, ölülerden bir kısmını ölürken olduğu
suratında tekrar dünyaya getirecektir. Onlardan bir kısmını yüceltir, bir
kısmını ise alçaltır. Hak yolda olanlarla batıl yolda olanları, mazlumlarla
zalimleri ayırt edecektir. Bu Mehdî’nin kıyamı zamanı vuku bulacaktır. Dünyaya
geri dönecek olanlar iki kısımdır. Bir kısmının imandaki derecesi yüksektir ve
(iyi) amelleri de çoktur. Dünyadan büyük günahlardan sakınır bir halde
ayrılmışlardır. Onları bu yüzden yüceltir ve dünyadan arzuladığı her şeyi
kendilerine verir. İkinci grup ise dünyadan günahkar ve zalim olarak
ayrılmışlardır. Bu iki gruptakiler tekrar öleceklerdir. Daha sonra ise tekrar
diriltilecek, sevap ve ikap açısından hak ettiklerini elde edeceklerdir. Bunun
doğruluğu ile ilgili Kur’ân ayetleri nazil olmuş ve haberler ulaşmıştır.
Azınlık kimseler hariç İmâmiyye bu konuda icma etmiştir.
Sünnilerde böyle bir görüş yoktur.
26.Takiyye:
Takıyye, bir müminin canını, malını
ya da ırzını koruyabilmek için inancına ters sözler söylemesi anlamında bir
dinî terimdir.Takiyye, bir kimsenin hayati tehlike olduğu zaman gerçek
inancının gizlemesidir. Şeyh Sadûk, İmâmiyye Şîası’na göre takiyyeninin vacip
olup, terk eden namazı terk etmiş gibi olacağını belirtmektedir .
İmâmiyye Şîası takiyyenin doğruluğu
ve gerekliliği hususunda Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamlarından çok sayıda
rivayet nakletmiştir. İmamları birçok ayeti takiyyeye delil olarak göstermişler,
Kâim İmam ortaya çıkıncaya kadar Takıyye’nin vacip olduğunu ve terk etmenin
caiz olmadığını bildirmişlerdir.Şia takıyyeyi her şartta kullanır.
Sünni görüşte Takıyye için zaruret,
ancak kişinin canı, malı ve ırzı tehlikeye maruz kaldığındadır.
27. Gaybet:
On birinci İmamın şehadetinden sonra, Hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıllık süre, İmam Mehdi (a.s)’ın “Gaybet-i Suğra” –küçük gizlilik- dönemidir. O tarihten itibaren Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceği zamana kadar geçen süreç “Gaybet-i Kübra” -büyük gizlilik- dönemidir.Sünnilerde böyle bir görüş yoktur
TARİHSEL OLAYLARDAKİ FARKLI YAKLAŞIMLAR:
28. Ebu Talib'in Müslüman olarak mı öldü:
Şia'ya göre Ebu Talb imanlı ölmüştür.
Şeyh Mufid şöyle demiştir: " Ebu Talib 'in İman ettiğinin bir delili de oğlu Ali ve Cafer'e Resulullah'a itaat etmelerini emretmesidir."( İman -u Ebi Talib, s.39. )
Ebu Talib kardeşi Hamza'ya da Resulullah'a (s.a.v.) yardım hususunda şöyle buyurdu. Ebu Talib :
"Ey Hamza! Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekır.Bu dine yardımcı ol ki , bu sabır sayesinde tevfik kazanasın.Rabbinden hakk ile geleni savun.Bu yolda sadık ve azimli ol.Hakkı asla gizleme.
"O'na iman ettim" demen beni çok sevindirdi.O halde Allah için Resulullah'a yardımcı ol." (Şerh-i Nehc-ül Belaga ,c.14 ,s.76. el- Hüccet Âlâ'z Zahib , s.277.)
Sünnilere göre iman etmemiştir.Fakat iyi bir insandır.Şu ayetler onun için inmiştir:
“Akraba bile olsalar, onların Cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah’tan af dilemek, ne Peygambere, ne de îman edenlere uygun düşmez.”
“Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de Odur.” Kasas :56
29. Hz.Ömer, Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm ile evlendi mi?
Şia'ya göre: Hayır
”Alinin kizi” ifadesi Sahih Buharinin orjinal arapca metninde yoktur.Ümmü Gülsüm Aişe'nin kız kardeşidir.Yani Ebu Bekir'in kızıdır.
Delil:
“Ibn El Hakem dedi:denildi ki,Talha Peygamberin(s.a.s) evlendiği hanimlarin 4 kizkardeşiyle evlendi:Aişe'nin kizkardeşi Ümmü Gülsüm binti Ebubekr,Zeynebin kizkardeşi Hamna binti Cahş,Ümmü Habibenin kizkardeşi El Faria binti Ebu Süfyan,Ümmü Selemenin kizkardeşi Rükayye bint Ebu Umeyye”El İsabe fi Temyiz el Sahabe,İbni Hacer el Askalani,cilt 2,sayfa 292(Beyrut)
Sünni görüşe göre: Evet
Delil:
Selebe Ibni Malik Anlatiyor:
“Ömer İbni Hattab radiallahu anh Medine kadinlari arasinda bezi elbiseler dağitti.İyi bir giysi kaldi ve Onunla birlikte olanlardan biri,Ey Muminlerin Emiri,Bu giysini hanimina,Evlendiğin,Allah Rasülünün (büyük) kizina ver.Onlar Ümmü Gülsümü,Hazreti Alinin kizini kastediyorlardi.Ömer dedi,Ümmü Salitin buna (sahip olmağa) daha çok hakki vardir.Ummu Salit Allah Rasülüne beyat eden ensar kadinlarinin arasinda idi.Ömer dedi,O(Ümmü salit) Uhud günü su kaplarimizi taşirdi”
Sahih El Buhari,Ebu Abdullah el Buhari(d. 256), cilt 3, sayfa 222 [Beyrut]
30.Fedek arazisi Hz. Fatıma'nın hakkı mıydı?
Şia'ya göre: Evet
Sünnilere göre: Hayır
Detay için bknz:
http://islamdabilinmeyenler.blogspot.com.tr/p/islam-tarihi-notlari.html
“Ömer İbni Hattab radiallahu anh Medine kadinlari arasinda bezi elbiseler dağitti.İyi bir giysi kaldi ve Onunla birlikte olanlardan biri,Ey Muminlerin Emiri,Bu giysini hanimina,Evlendiğin,Allah Rasülünün (büyük) kizina ver.Onlar Ümmü Gülsümü,Hazreti Alinin kizini kastediyorlardi.Ömer dedi,Ümmü Salitin buna (sahip olmağa) daha çok hakki vardir.Ummu Salit Allah Rasülüne beyat eden ensar kadinlarinin arasinda idi.Ömer dedi,O(Ümmü salit) Uhud günü su kaplarimizi taşirdi”
Sahih El Buhari,Ebu Abdullah el Buhari(d. 256), cilt 3, sayfa 222 [Beyrut]
30.Fedek arazisi Hz. Fatıma'nın hakkı mıydı?
Şia'ya göre: Evet
Sünnilere göre: Hayır
Detay için bknz:
http://islamdabilinmeyenler.blogspot.com.tr/p/islam-tarihi-notlari.html
ŞİA HAKKINDAKİ BAZI GÖRÜŞLER:
İçlerinde
Prof. Douzy´nin de bulunduğu bir kısım Avrupa âlimleri, şiilik mezhebinin
kökünün Fars eğilimli olduğunu tesbit etmişlerdir. Çünkü Araplar, hür olarak
yaşamaya alışmış Farslar ise krala, krallığın veraset yoluyla intikal ettiğine
inanmışlardır. Farslar, Halifenin seçimi gibi bir mefhumu bilmezler.Farslar,
krallarına kutsal bir nazarla bakmaya alışmışlardı. Hz. Ali ve soyuna da aynı
görüşle baktılar, insanın birinci vazifesinin, Halifeye itaat etmek olduğunu, Halifeye
itaatin ise Allah´a itaat etmek olduğunu söylediler.
Diğer bir
kısım Avrupa âlimleri ise şii mezhebinin, Farslardan daha çok Yahudi dininden
kaynaklandığını ileri sürerler. Buna delil olarak ta Hz. Ali´nin,
kutsallaştınlmasma ilk davet eden Abdullah b. Sebe´nin Yahudi oluşunu
gösterirler.
Şa´bî,
şiilik hakkında şöyle dedi: «Bunlar, İslâm ümmetinin Yahudîleridir.
İbn-i
Hazm, «Fisal» adlı kitabında şöyle der:
«Bu
şiiler, îlyas (A. S.) Fanhas b. Âzâr b. Harun (A.S.) şu âna kadar diridirler.
diyen Yahudilerin yolunu tutmuşlardı. Bazı tasavvufçılar da bu yoldan gitmiş,
Hızır ve îlyas (A.S.)´ın bugüne kadar sağ olduklarını sanmışlardır. (el-Fisal
sh. 4-180 )
ŞEHRİSTANİ:
Caferi Sadık bugünkü şiilerin anlattığı gibi değil ,ehli sünnet akidesi üzerine yaşamıştır.
ZEHEBÎ: ET-TEFSÎR VE’L-MUFESSİRÛN
İmâmiyye’nin tefsir anlayışı ile ilgili ilk sistemli
çalışmayı yapan Sünnî müellif Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’dir. Zehebî et-Tefsîr
ve’l-Mufessirûn adlı eserinde “Kınanan veya Bid’atçi Tefsirler” başlığı altında
İmâmiyye tefsirlerine yer vermiştir. Burada bazı eski ve yeni Şiî tefsirleri
örnek olarak kullanmaktadır. Zehebî, önce müfessirlerin hayatına dair bilgiler
verdikten sonra onların tefsir metotlarını incelemektedir. Daha sonra bu
müfessirlerin İmâmet, Mehdilik, Ric’at, Takiyye ve Tahrif gibi Ehl-i Sünnet ve
Şîa arasındaki ihtilaflı konularla ilgili yorumlarına yer vermektedir.
İHSAN İLÂHİ ZÂHİR : Zâhir, eş-Şîa ve’l-Kur’ân adlı kitabında
Şiî kaynaklarda Kur’ân’ın tahrifi üzerinde durmaktadır.
SÜLEYMAN
ATEŞ:Türkiye’de Şiî Tefsiri ile ilgili ilk çalışma Süleyman Ateş tarafından
yapılmıştır. “İmamiye Şîasının Tefsir Anlayışı” adlı makalesinde Süleyman
Ateş,Şiî tefsirini incelemeye çalışmıştır. Makalesine İmamiye Şîa’sının inanç
prensiplerini ortaya koymakla başlayan Ateş, bunları İmamet, İsmet, Mehdilik,
Ric’ât ve Takiye şeklinde sıralamıştır. Yazar makalesine İmamiye tefsirinin
nasıl ortaya çıktığını ve İmamiye’nin Kur’ân anlayışını açıklamakla devam
etmiştir. Daha sonra, “Şiî Eğilimine Göre Yazılan Başlıca Şiî Tefsirler”
başlığı altında 13 tane tefsirin ismini sıralamıştır. Ancak Süleyman Ateş
burada daha önce Ignaz Goldziher’in düştüğü hataya düşerek Sultan Muhammed b.
Haydar el-Beydahtî el-Gunâbâdî tarafından kaleme alınan Beyânu ’s-Saâde fî
Makâmâti ’l-İbâde adlı tefsiri Sultan Muhammed İbn Hâcer el-Becâhtî’ye nispet
etmiştir.
Not:
Zira Goldziher, Beyânu’s-Saâde fî Makâmâti’l- İbâde adlı tefsiri Sultan
Muhammed İbn Hâcer el-Becâhtî’ye nispet ederek, yazarının ve IV. asırda
yaşadığını iddia etmiştir. Oysa ki bu tefsir, hicrî 1251 yılında doğmuş ve
lâkâbı Sultan Ali Şah olan mutasavvıf Sultan Muhammed b. Haydar el- Beydahtî
el-Gunâbâdî tarafından telif edilmiştir.
ŞEHRİSTANİ:
Caferi Sadık bugünkü şiilerin anlattığı gibi değil ,ehli sünnet akidesi üzerine yaşamıştır.